Samanyoluhaber.com yazarı Ali Demirel , İlahiyatçı-Yazar Yücel Men ile bir röportaj gerçekleştirdi İlk bölümünü Çarşamba günü yayınladığımız röportajın ikinci bölümünü yayınlıyoruz
DR. ALİ DEMİREL
Yücel Men Hoca ile yaptığımız röportaja kaldığımız yerden devam edelim.
- Mülakatımızın ilk bölümünde sahabenin hicret esnasında türlü türlü zorluklar yaşadıklarını söylemiştiniz. Bunu biraz daha açabilir misiniz? Ne tür zorluklar yaşadılar?
- Hicret sürecinde sahabileri zorlayan hususlardan birisi yolculuk için tercih ettikleri güzergahtaki tehlikelerdi. Takip edildikleri için rahat yol alamayan Muhacirler, çoğunlukla gece hareket ediyor, çölün ve coğrafyanın beraberinde getirdiği birçok tehlikeyle karşı karşıya kalıyorlardı.
Mesela ilk Müslümanlardan Hz. Hâris İbn-i Hâlid’in hanımı Hz. Rayta Bint-i Hâris, oğlu Musa, kızları işe, Zeyneb ve Fâtıma Habeşistan hicreti sürecinde yolda içtikleri zehirli su sebebiyle vefat etmişlerdi.
- Bunu ilk defa duydum.
- Evet. Başka böylesi hadiseler de yaşanıyor.
- Mesela hocam?
- Mesela ilklerden olan Hz. Hâlid İbn-i Hizâm, hicret ederken yolda kendisini bir yılan ısırmış ve Habeşistan’a varamadan vefat etmişti.
Bu hadise üzerine “Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim evinden Allah’a ve Resûlüne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatı hak etmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir...” (Nisâ Sûresi, 4/100) ayeti nazil olmuş ve Hz. Hâlid gibi yolda kalanların Allah tarafından ötelerde özel olarak mükafatlandırılacağı haber verilmiştir.
Aynı şekilde ilk Müslümanlardan Hz. Mistah İbn-i Üsâse de hicret ederken Hishâs isimli mevkide bir yılan tarafından sokulmuş ve Medine’ye, nöbetleşe Hz. Ubeyde, Hz. Tufeyl ve Hz. Husayn İbn-i Hâris’in sırtında gelebilmişti. Bu üç kardeş onu, neredeyse 400 km sırtlarında taşımıştı.
- 400 km sırtlarında taşıyorlar. Bu ne büyük bir fedakarlık! Peki hocam o süreçte servetine el konulan sahabilerin de olduğunu biliyoruz. Bunu da açabilir misiniz?
- Elbette. Mesela Hz. Süheyb İbn-i Sinan, yıllardır çalışıp biriktirdiği parasını, Mekkelilerin gaspından gizlemek için bir yere saklamış ve Medine’ye hicret etmek için yola koyulmuştu.
Müslümanları dinlerini yaşama hususunda rahat bırakmayanlar hicret yolunda da boş durmuyorlardı. Mekke’deki hareketliliği yakından takip ediyor ve birisinin hicret ettiğini haber alınca peşine düşüp yolunu kesiyorlardı. Şimdi de Hz. Süheyb’in karşısına dikilmişlerdi.
Gözleri Süheyb’in alın teriyle yıllardır kazanıp biriktirdiği servetindeydi. Hz. Süheyb, onlardan kendisini ve ailesini, parasını sakladığı yeri söyleyerek kurtarmış ve hicretine devam etmişti.
15 gün süren yolculuğu boyunca sadece bir kez yemek yiyebilmiş ve gözleri iltihaptan neredeyse görmez hale gelmişti.
Üstelik o, pekçok muhacir gibi 500 km’lik hicret yolunu yürüyerek kat etmiş ve Kuba’ya ulaşmıştı. O’nun yolda başına gelenleri öğrenen Efendimiz, üç kere “Süheyb kârlı çıktı!” buyurmuştu.
Bu hadise üzerine “İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini feda eder. Allah da kullarına pek merhametlidir.” (Bakara Sûresi 2/207) ayeti inmiş ve Allah yolunda yapılan fedakarlıkların karşılıksız bırakılmayacağı haber verilmişti.
- Hocam siz bunları söylerken aklıma Hz. Ali’nin hicreti geldi. O da pek çok zorluklar yaşamıştı hicret ederken...
- Evet hocam aynen öyle. Hicret sürecinde Mekkeliler Hz. Ali’yi üç gün hapsetmiş ardından da serbest bırakmışlardı. O da Allah Resûlü’ne kavuşmak için hemen yola koyulmuştu. Kuba’ya vardığında ayakları kan revan içerisindeydi. Onun bu halini gören Efendimiz, gözyaşlarına tutamayıp ağlamıştı.
Yine, Hz. Seleme İbn-i Hişâm, Hz. Ayyâş İbn-i Ebî Rebî‘a ve Hz. Velîd İbn-i Velîd, Medine’ye hicret etmek için yola koyulduklarında bazı Kureyşliler, onları geri getirmek maksadıyla peşlerine düşmüş ama yakalayamamışlardı. Zahru’l-Harre’ye vardıklarında Hz. Velid İbn-i Velid’in parmağı kesilmiş ve kanamaya başlamıştı. Bunun üzerine o şunları söylemişti:
“Sen kanayan bir parmaktan başka nesin?
Allah yolundadır, senin karşılaştığın…”
- Bunları sizden duyunca hocam aklıma günümüzün muhacirlerinin yaşadıkları geldi. Ne kadar da benziyor. Adeta izdüşümü gibi. Sözün burasında başka bir soru sormak istiyorum. Hicret sürecinde birçok sıkıntı yaşayan Muhacirleri hüzne boğan diğer bir gelişmenin de Mekke’nin o zor şartlarında yapıp inşa ettikleri ya da baba yadigarı, içerisinde doğup büyüdükleri evlerinin ve eşyalarının Mekkeliler tarafından gasp edilip satılması olduğunu biliyoruz.
- Evet aynen öyle. Mesela ailecek Müslüman olan, Habeşistan’a ve Medine’ye hicret eden Cahş ailesinin evi, Mekkenin ileri gelenleri tarafından yağmalanmıştı. Evin kendisi de bu ailenin dünürü Ebû Süfyan tarafından gasp edilip başkalarına satılmıştı.
Bu gelişmeyi haber alan Abdullah İbn-i Cahş, koşup Allah Resûlü’nün yanına gelmiş, Efendimiz de onu ve ailesini, gasp edilen evlerine karşılık Cennet’te kendilerine verilecek köşkle müjdelemişti.
Aslında Allah Resûlü’nün durumu da diğer muhacirlerden farklı değildi. O’nun da babasından kendisine miras kalan doğduğu ev ile Hz. Hatice’nin kendisine hediye ettiği ve içerisinde 27 yılını geçirdiği, çocuklarının dünyaya geldiği, Kur’an’dan pekçok surenin indiği evi, amcasının oğlu Akîl tarafından gasp edilip satılmıştı.
Pazartesi devam edeceğiz inşallah...
TWİTTER : @aliihsandemirel