Silivri'de 120 günün, geçmişin muhasebesini yaparak geçtiğini anlatan Karaca, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün yeniden hükümferman olacağı ümidini paylaştı.
SİLİVRİ’DE 120. GÜN
İktidarı kaybetmenin, dolayısıyla da ellerindeki imkanların gideceğinin korkusunu yaşayan yöneticilerin aklına gelen ilk şey ülkeyi yasaklarla yönetmektir. Bunu ise hukuku eğip bükerek ve bürokratik yollarla hakim kılmaya çalışırlar. Bu, ülke ve insanının başına gelecek en kötü durumdur. Çünkü böylece ülkeye tam bir cinnet hali hakim olur.
Neden korkarlar? İktidarı kaybetmekten mi? Bu soruların cevabı herkesçe malum... Kendilerine ait hesapları verememekten, uyguladıkları yol ve yöntemlerin illegal olmasından ve tüm bunların tabii sonucu olarak yargılanmaktan... Kanun önüne çıkmaktan halka karşı mahcup olacakları için korkarlar ama Hakk’a karşı mahçup olmaktan korkmazlar.
Yolsuzluk girdabına girenler bunların örtbas edilmesi için bürokratik kademelere “sözlü” talimatlar verir, yolsuzlukların üzerine gidenlerin ise susturulmasını veya zindanlara atılmasını söylerler.
YAZILI EMİR VER(E)MEZLER!
Çünkü siyasiler bilirler ki bir gün hesap verecekler... Onun için yazılı talimatların başlarına ileride ayrı bir sorun açacağını tahmin ettiklerinden ya telefonla veya bir aracıyla talimatlarını iletirler ve kendilerini böylece kurtarmaya çalışırlar.
Peki ya o sözlü emirleri yerine getiren kişileri, onlarca hukuksuz işleri ile ilgili bir gün yargıda hesap verdiklerinde kim kurtaracak?
Bugün için şeffaflığın ve hesap verilebilirliğin önünü el ele verip kapatabilirsiniz. Yargı bağımsızlığını da ortadan kaldırabilir ve siyasi çizgide kararlar verebilirsiniz.
Ancak verilen tüm kararlar ortada duruyor. Bunlar günün birinde önünüze gelir. Hukuk normları ve bu normların sınırları Yargıtay, AYM ve AİHM’de çizilmiştir. Bunun yanı sıra hukuk konusunda yetkin akademisyenlerin görüşleri ve dünya hukuk literatürü de net... Hal böyleyken bunca hukuksuz karar verenler başta kendilerine sonra çocuklarına nasıl bir miras bıraktıklarını düşünüyor mu? Bu insanlar bir yana, yakınları da bir gün utanacaklar. Mesela çocukları.... “Keşke babam bu kararı vermeseydi, hatta o makamlara hiç gelmeseydi. Evimiz, villamız, lüks otomobilimiz olmayıverseydi de bu durumlara düşmeseydik.” diyecekler...
Siyasi yapılar, kendi çıkarları doğrultusunda elinin altındakileri kullanır, sonra da hiç gözünün yaşına bakmadan kapının önüne koyar. Sürekli onların lehinde yazmanız önemli değildir... Veya onları kurtarmak için hukukun evrensel prensiplerinden vazgeçmeniz... Çünkü anlayışlarına göre, sizin göreviniz zaten onların yanında olmaktır. Varlığınızı bile o siyasi yapıya borçlusunuzdur. Bir gün denemek isterseniz onlardan bir talepte bulunun veya sözlü talimatları yazılı isteyin. Bakalım o güne kadar sizi el üstünde tutuyor gibi görünenler, o günden sonra size neler yapacaklar?
Mesleğini onuruyla yapan ve bu yolda şehit olan hukukçularımız da var. Allah (c.c) rahmet eylesin; Geçtiğimiz günlerde şehit olan savcımız Mehmet Selim Kiraz’ı bir arkadaşım rüyasında, tabutu adliye merdivenlerinden göğe doğru uçarken görüyor. Tabutun yanında onu uğurlayanlar arasında öyle kişiler var ki... İşte tüm mesele bu... Allah’a hesap vereceğini unutmadan ve bu dünyadan ne şekilde göçeceğinin endişesiyle vazife yapmak... İnanan herkesin son yolculuğuna bu şekilde uğurlanmasını kim istemez.
Haksızlıklar karşısında sessiz kalmayanların susturulduğu veya zindanlara konulduğu, kaba kuvvetle insanların sindirildiği düzenler; iktidarı bırakmamak için, vesayeti kalıcı kılmak için yapılan hukuksuzluklar bir yere kadar devam eder. Ama bu yol çıkmaz sokaktır. Bunu erken fark edenler veya hiç bu çıkmaz sokağa girmeyenler hem burada hem de inanıyoruz ki ahirette kazanır.
Ümit ediyor ve inanıyorum ki; demokrasi, insan hakları, fikir ve düşünce hürriyeti, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar bir gün yeniden hükümferma olacak.
Silivri’de 120 gün, geçmişin muhasebesini yaparak ve gelecekte herkesin barış içersinde yaşadığı yeni bir dünyanın hayalini diri tutarak geçti.
Tutukluluğumu ve yaşadığım haksızlıkları her fırsatta gündeme getiren, yaşananlara samimi olarak üzülen Nazlı Ilıcak Hanımefendi’ye şükranlarımı sunuyorum. Dualarıyla, mektuplarıyla beni yalnız bırakmayan herkesle “Baharda buluşmak üzere...” Allah’a emanet olunuz.
HİDAYET KARACA