Türkiye’nin Şam’la uzlaşmanın koşullarını oluşturmaya çalıştığı bir dönemde "terör örgütleri" listesindeki Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) Suriye Milli Ordusu (SMO) içindeki üç örgütle birlikte Afrin’e girmesi bazı soru işaretlerine neden oldu.
BBC'de yer alan detaylı analize göre, Türkiye, İdlib’e hükmeden HTŞ’nin Zeytin Dalı Harekâtı bölgesine girmesine neden göz yumdu?
Amaç HTŞ’yi katalizör olarak kullanıp Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerinde başıbozuk Suriye Milli Ordusu (SMO) gruplarını yeniden yoğurmak ve olası müzakerelerde Şam’ın karşısına güçlü bir blok mu çıkarmak?
Yoksa hedef HTŞ’nin önünü açarak SMO yükünden kurtulmak ve devamında zaten ‘terör örgütü’ sayılan HTŞ’yi halletmeyi Şam’a mı bırakmak?
Ya da bütün bunlar birbiriyle kavgalı gruplar arasındaki güç mücadelesinin kaçınılmaz sonuçları mı?
Sahadaki gruplar arasındaki ayrışmaların geçmişi ve tarafların yeni pozisyonları, hiçbir soruyu dışarda tutmaya izin vermiyor.
Bir tarafta SMO içinde Üçüncü Kolordu’nun lider bileşeni Cephet’üş Şamiye ve Ceyş’ul İslam, diğer tarafta SMO’ya bağlı Hamza Tümeni, Ahrar’uş Şam ve Süleyman Şah Tümeni’nin bulunduğu kamplar arasında epey zamandan beri sorunlar yaşanıyordu.
Bu cepheleşmede HTŞ, birincisi geçen Haziran'da, ikincisi 11 Ekim'de olmak üzere iki kez Hamza-Ahrar-Süleyman Şah blokundan yana çatışmalara dahil oldu.
Haziran'da HTŞ, Afrin’in merkezine varmadan Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) devreye girmesiyle eski mevzilerine dönmüştü.
11 Ekim’de HTŞ ortakları ile birlikte Afrin’i ele geçirmek üzere yeni bir harekât başlattı.
HTŞ güneyde Cinderes’ten girip Afrin merkezini ele geçirdikten sonra Azez yönünde Kfar Cennet’e kadar gitti.
Afrin’in batısı Süleyman Şah ve kuzeybatısı Hamza Tümeni’nin kontrolüne geçti.
Cephet’üş Şamiye diğer SMO bileşenlerinin yardımıyla Kfar Cennet’te tutundu.
Azez’in el değiştirmesi, Bab el Hava’dan sonra Bab el Selamı Sınır Kapısı’nın da HTŞ’nin eline geçmesi ihtimalini barındırıyor.
Afrin’deki diğer örgütler de farklı pozisyonlar aldı.
Müslüman Kardeşler uzantılı Feylak’uş Şam Haziran'da olduğu gibi bu sefer de Afrin’e güneyden giriş kapısı Deyr Balut’ta HTŞ’ye yol verdi.
Deyr el Zor gibi doğu kentlerinden gelen milislerin oluşturduğu Ahrar’uş Şarkiyye ve Ceyş’uş Şarkiyye Cinderes’te kısmen direndi.
Fırat Kalkanı bölgesinde de bazı yerler el değiştirdi.
En önemlisi Menbic’e gecişleri kontrol eden El Hamran’ın Cephet’üş Şamiye’den Ahrar’uş Şam ve Hamza Tümeni’ne geçmesiydi.
11-18 Ekim arasında çatışmalarda 58 kişi öldü.
İstanbul merkezli Suriye İslami Meclisi direniş çağrısı yaparken Fırat Kalkanı bölgesinde “HTŞ’ye Hayır” gösterileri düzenlendi.
Taraflar hangi konuda anlaştı?
Haziran'da HTŞ’nin Afrin’den çekilmesini sağlayan Türkiye’nin tutumu merak edilirken günler sonra iki yönlü bir müdahale gelişti.
Bir yandan MİT, Bab el Hava Sınır kapısında çatışan taraflar arasında arabuluculuk yaptı.
Diğer taraftan sağlanan ateşkese rağmen çatışmalar devam edince 18 Ekim’de Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Afrin’e askeri araçlar sevk edip "bayrak" gösterdi.
Muhaliflerin sızdırdığı ilk bilgiler, 13 Ekim gecesi Mili İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) gözetiminde yapılan görüşmede HTŞ’nin Üçüncü Kolordu’ya belli şartlar dayattığı yönündeydi.
Buna göre koşullar şunlardı:Tüm askeri gruplar tek komuta altında birleşmeli, ortak komutayı kabul etmeyenlerin varlığına izin verilmemeli,
Askeri gruplar sivil idareden çekilmeli, yerleşim merkezlerinde kurulan kontrol noktaları kaldırılmalı,
Silahlı gruplar iç güvenliği (HTŞ’ye bağlı) Genel Emniyet İdaresi’ne bırakıp rejim ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile kesişme noktalarına yerleşmeli,
İdeolojik olarak Ceyş’ul İslam’la bağlantılı tüm kişi ve gruplar Barış Pınarı Harekât bölgesine gönderilmeli.
Bu koşullar HTŞ’nin Zeytin Dalı Harekât bölgesinde durmayıp Fırat Kalkanı bölgesine de hakim olmak istediğini gösteriyordu.
HTŞ, 2015’te İdlib’i ele geçiren Fetih Ordusu’ndaki ortaklarını iki yıl sonra tasfiye ederek bölgenin askeri ve sivil idaresini tekeline almıştı.
O yüzden bölgedeki rakip gruplar, HTŞ’nin birkaç SMO bileşenini Truva Atı olarak kullanıp ortaklık tesis ettikten sonra ipleri eline almak için fırsat kollayacağını düşünüyor.
14 Ekim’de Üçüncü Kolordu’nun bu koşulları kabul ettiğine dair çelişkili bilgiler geldi.
Hatta Türkiye’nin de bu anlaşmaya yeşil ışık yaktığı öne sürüldü.
Fakat kısa sürede çatışmalar Kfar Cennet’te yeniden alevlendi.
Çatışmalara başta SMO gruplarının da katılması üzerine yeni bir anlaşma sağlandığına dair bilgiler geldi.
Muhalif kaynaklara göre Üçüncü Kolordu’nun sivil alanlardan tamamen çekilmesi karşılığında HTŞ de Azez’e ilerlemekten vazgeçti.
Ayrıca Halep'in kuzeyindeki bölgelerde sivil yönetime HTŞ’nin sivil unsurlarının katılması kararlaştırıldı.
Türkiye’nin gözetiminde üçüncü tur görüşmede kabul edilen ve 14 Ekim tarihini taşıyan anlaşma metnine bakılırsa taraflar şunları kabul ediyor:
Kapsamlı bir ateşkes ve iki taraf arasındaki anlaşmazlığın sona ermesi,
Son olaylarda tutuklananların serbest bırakılması,
Üçüncü Kolordu kuvvetlerinin karargâh ve kışlalarına dönmesi,
HTŞ’nin askeri alarmını kaldırması,
Üçüncü Kolordu ve unsurlarına ait karargâh, silah, teçhizat ve mal varlığının iade edilmesi,
Üçüncü Kolordu'nun faaliyetlerini sadece askeri alanda yoğunlaştırması,
Hiç kimsenin hizip ve siyasi farklılıklar nedeniyle yargılanmaması,
Yolsuzlukla mücadele ve mağduriyetlerin giderilmesinde işbirliğine gidilmesi,
İki tarafın sivil kurumları düzenlemek ve reforme etmek için müzakerelere devam etmesi.
Bu anlaşma HTŞ’nin Azez, Cerablus ve El Bab üçgenine zorla geçme hamlesini önlese de askeri ve sivil idareşe ortaklığın önünü açıyor.
Ancak anlaşmaya rağmen gerilim bitmedi.
Muhaliflere ait Suriye TV, Türkiye’nin HTŞ’ye 20 Ekim sabahına kadar çekilmesi için süre verip tarafları anlaşmanın nasıl uygulanacağını kararlaştırmak üzere tarafları müzakere masasına çağırdı.
Türkiye’nin tutumu nasıl okunuyor?
HTŞ, Azez’in kapılarına dayanıncaya kadar Türkiye’nin durumu izlemesi birbirine tezat çıkarımlara neden oldu.
Bunlar üç temelde özetlenebilir:Türkiye, Esad yönetimiyle masaya oturmadan önce elini güçlendirmek için sahada HTŞ’nin güç verdiği ortak bir komuta ve bir sivil idare oluşturmak istiyor. Yeni ortak cephe sayesinde belki uluslararası toplumun tutumu değişebilir ve HTŞ ile ilgili "terör örgütü" çengeli kalkabilir. Malum "terör örgütlerinin" elimine edilmesi Soçi ve Moskova mutabakatlarının değişmez hedeflerinden biri. HTŞ, İdlib’i Kurtuluş Hükümeti ile idare ederken Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde askeri alanda SMO, sivil alanda Suriye Geçici Hükümeti ile ilintili yerel meclisler sorumlu. Ortak komutada birleşme fikri birkaç yıldır tartışılıyor. Ancak kimse tuttukları rant alanlarını kaybetmek istemiyor.
Türkiye, HTŞ’nin Afrin’e girmesine göz yumarak bölgede suç sicili kabaran SMO örgütlerini hizaya getirmek istedi. Ganimet adı altında yağmacılık hepsinde ortak özellik olsa da SMO gruplarına kıyasla HTŞ, tıpkı Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi kendi şerî anlayışına göre daha disiplinli ve kontrollü bir yönetim tarzına sahip. Meseleye basitçe “istikrar sorunu” olarak bakanlar için HTŞ “makul” bir muhatap olabilir. El Kaide'nin Suriye şubesi olarak ortaya çıkan Nusra’nın devamı niteliğindeki HTŞ’nin El Kaide’den koparak ılımlılaştığı ve artık muhatap alınabileceği yönünde yayınlar da bu yaklaşıma hizmet ediyor.
Türkiye, Şam’la anlaştığı takdirde SMO’nun fişini çekmek zorunda kalacak. Türk askerinin çekilmesi ve silahlı gruplara desteğin bitirilmesi Şam’ın iki temel ön koşulu. Bu nedenle Türkiye manevra yapmasını kolaylaştıracak bazı değişikliklere gidebilir. Bu çerçevede HTŞ’nin hakimiyetine göz yumabilir. Böylece SMO yükünden kurtulurken HTŞ’yi de “terör örgütü” olarak Suriye’nin önüne atabilir.
Kürtlerin liderliğindeki fiili özerk yönetimin aktörleri ise farklı bir yerden bakıyor.
O cephedeki kaygı şu: HTŞ ile sahayı yeniden düzenlemeyi hedefleyen Türkiye, Rusya ve ABD engeline takılan yeni askeri harekâtı bu gruplar eliyle yapmaya hazırlanıyor.
Türkiye’nin yaklaşık yedi gün sonra HTŞ’ye “çekil” demesi olayın başında sahanın biraz kendi haline bırakıldığı ya da ipin ucunun kaçırıldığı yorumlarına da yol açıyor.
Muhalif kaynaklara göre masanın HTŞ aleyhine dönmesinde ABD’nin “HTŞ, Afrin’den çekilmeli” çıkışı da etkili oldu.
HTŞ’nin hedefi neydi, ne kazandı?
HTŞ’nin niyetini ele veren birkaç unsur var: HTŞ liderleri SMO gruplarının yolsuzluklara bulaşıp devrimci hedeften uzaklaştıklarını belirtip Esad’a karşı savaşı büyütmek gerektiğini vurguluyor.
Bu vurgu Ankara’nın Şam’la uzlaşma arayışına paralel daha belirginleşti.
Tabii rakip taraf, HTŞ’nin ortakları Hamza ve Süleyman Şah’ı “bölgedeki en yolsuz ve şiddet düşkünü gruplar” olarak tanımlıyor.
Hamza Tümeni’nin son icratı El Bab’da aktivist Muhammad Abdullatuf Ebu Ganum ve hamile eşini öldürmesiydi.
Son çatışmayı tetikleyen de bu olay üzerine Üçüncü Kolordu’nun Hamza Tümeni’ne düzenlediği baskındı.
Ayrıca HTŞ sivil idare aparatı olarak Kurtuluş Hükümeti’ni Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerine yaymak istiyor.
Ortak komuta ve idari organdan HTŞ’nin anladığı epey farklı.
HTŞ lideri Ebu Muhammed el Colani geçen yaz ekibinin yeni kontrol alanlarına hazırlanmalarını istemişti.
HTŞ, Türkiye’nin Şam’la anlaşmak için SMO’yu yüzüstü bırakacağı öngörüsüne göre de hazırlık yapıyor.
Son harekâtla amacına ulaşamasa da imzalanan anlaşma özünde HTŞ’nin bir şekilde İdlib’in dışına çıkmasına zemin hazırlıyor.
Anlaşmanın sahaya nasıl yansıyacağı merak edilirken HTŞ kaynakları, SMO tarafının iddiasının aksine bir çekilme ya da hezimetten bahsetmiyor.
Onların yorumuna göre HTŞ’nin katılımıyla birleşik bir askeri konsey ve ortak askeri operasyon odasının yanı sıra “kurtarılmış bölgeleri” yani Halep’in kuzey kırsalı ve İdlib’i kapsayan bir sivil idare oluşturulacak.
Ortak sivil idare sivil kurumlar, sınır kapıları, yargı, polis ve güvenlik birimlerini yönetecek.
Bu yorum HTŞ’nin Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı bölgesindeki sivil ve askeri süreçlere dahil olacağı anlamına geliyor.
Anlaşma uygulanmasa da HTŞ, SMO içinde ortaklık geliştirdiği gruplar üzerinden bölgedeki etkisini sürdürebilir.
Son çatışmalarda petrol geçişi açısından kritik önem arz eden El Hamran geçişini bırakmazlarsa ekonomik olarak rakip güçlere darbe vurmuş olacaklar.
Türkiye’nin HTŞ’ye “İdlib’e dön” ihtarının da pratikteki karşılığı tam çekilme olmayabilir.
Şöyle ki muhalif kaynaklara göre HTŞ askeri güçlerini çekti ama polis ve askeri polis kıyafetleriyle bazı güçlerini tutuyor.
Bu güçlerin İdlib’teki Genel Emniyet İdaresi’ne bağlı olma ihtimali yüksek.
Ayrıca HTŞ güçlerinin belli bölgelerde Hamza Tümeni, Ahrar’uş Şam ve Süleyman Şah’ın bayraklarıyla kendilerini kamufle ettiğini belirtiyor.
15 Ekim'de Ahrar’uş Şam’ın liderlerinden Emir El Şeyh (Ebu Ubeyde) Afrin’de HTŞ’den kontrolü devralmaya başladıklarını açıklamıştı.
Bu da bir nevi “HTŞ’ye kamuflaj” olarak görülüyor.
Yine muhalif kaynaklara göre Kurtuluş Hükümeti’ne bağlı bazı birimler ve şirketler de Afrin’de çalışmaya başladı.
Sivil unsurlar ya da polis birimlerinin çekilip çekilmeyeceği ya da Hamza, Ahrar ve Süleyman Şah’ın varlığına dokunulup dokunulmayacağı da şimdilik meçhul.
Sonuç olarak Suriye yönetimi ile yüzleşmemek için HTŞ’nin dahliyle ortak bir askeri ve sivil idarenin kurulmasını elzem gören taraflar var.
Ankara da bu fikre meyyal. Bu önermede amaç, uzlaşma ciddiyete bindiğinde Şam yönetimini ortak bir cephe ile karşı karşıya getirmek.