Hücredeki bir Anneden tüm Annelere mektup : Üç aydır yalnızlığa, yokluğa, ölüme mahkum edildi
Ey Anneler, bu mektubu sizlere, altı aylık bebeğimle yaklaşık üç aydır yalnızlığa, yokluğa, ölüme mahkum edildiğim hücre karanlığından yazıyorum.
Doğum için eşimle hastaneye gittiğimizde evladımızı kucağımıza alacağımız saatleri heyecanla beklerken odaya giren annem, ağlayarak “Kızım, dışarda kapının önünde, ikisi erkek biri kadın üç polis memuru bekliyor.” demişti. Eşim, onların ne için beklediğini sormak için çıktığında aldığı cevaba, o da ben de ilk tepki olarak “Yok artık!” demiştik. Siz de mektubun giriş cümlesini okuduğunuzda eminim aynı tepkiyi vermişsinizdir… Bu kadarı da olmaz, olamaz diye düşünmeyin, inanın bundan beterleri de oluyor canım Anadolumun hapishanelerinde.
Evladım dünyaya gelmişti. Normalde doğumuma katılan hemşire hanımlardan birinin, bebeğimi odaya çıkarıp babasına veya orada bekleyen yakınlarıma teslim etmesi gerekiyordu. Fakat bu sefer öyle olmamıştı. Ben narkozun etkisinden kurtuluncaya kadar çocuk doktoru, bebeğimin muayenesini bitirmişti. Kendime gelmeye başladığımda bebeğimin sağlıklı olduğuna dair bana bir evrak imzalattılar. İmzalamadan önce hemşireye, “Hemşire Hanım, bu halimde bu belgeyi neden bana imzalattırıyorsunuz? Eşim dışarda ona neden imzalatmıyorsunuz.” dedim can havliyle. O da, “Fatma Hanım, bebeği size teslim edeceğiz. Ameliyathaneden çıktığınızda polislerle birlikte emniyete gidecekmişsiniz. Bebeğin anne sütüne ihtiyacı olacağı için ve sizin Emniyette ne kadar kalacağınıza dair bilgimiz olmadığı için bebeği size teslim edeceğiz. O yüzden bu belgeyi de bebeği teslim alan olarak sizin imzalamanız gerekir.” diyerek cevapladı sorumu.
O gün bu gündür yeni doğum yapmış bir anne olarak ve gözünü dünyaya açar açmaz dünyanın gaddarlığıyla tanışmış bebeğimle birlikte zindandayız. Aylar geçti, günler birbirini kovaladı. Onca haklı itirazımıza rağmen de hala zindandayız. Oysa kanunlarımıza göre burda olmamamız lazım. Ama teorideki kanunlar bu ülkede çoğu zaman kolay kolay pratiğe çabucak geçmiyor
Yeni doğan bebeğimin ve yeni doğum yapmış bir anne olarak benim zaruri ihtiyaçlarımız vardı. En başta her ikimiz de bakıma muhtaçtık. Yanımızda yardım eden birileri olmadan bu ihtiyaçlarımızı görmemiz neredeyse imkansızdı. Hele masum yavrum daha minnacıktı. Ne yapardı demir parmaklıklar ardında? Yavrumu o kalabalıkta nasıl büyütecektim? Yeterli hava almayan, kışın buz gibi yazın sımsıcak olan, rutubetin haddi hesabının olmadığı, doğru dürüst güneş görmeyen böylesine sağlıksız bir ortamda daha el kadar bebek ne yapardı? Kaç defa bu durumu savcıya, hakime yazdığım dilekçelerle anlatmaya çalıştıysam da hepsi gerisin geriye red olarak, tutukluluk halinin devamına şeklinde döndü. Bu şartlar altında başlayan hapis hayatım acaba ne kadar sürecekti? Şartlar bir an evvel bebeğimin yaşayabileceği şekilde düzeltilecek miydi?
Ben bu düşüncelerle günleri sayarken, beterin beteri olmuştu. Bir gün gardiyanlar, koğuşumuzda gece yatışından önceki sayımı yaptıktan sonra bana bu geceden itibaren koğuşta kalmayacağımı, doğrudan bakanlıktan gelen emirle hücreye alınacağımı söylediler. Koğuştaki herkes buna itiraz etti. Ben bu kararın niçin alındığını bilip bilmediklerini sordum. Bilmediklerini, gelen talimatta emrin gerekçesinin açıklanmadığını söylediler.
Bu nasıl bir vicdansızlıktı? Hangi insanın yüreği böyle bir şeyi kabul ederdi?
Çaresizce eşyalarımı hazırlayıp koğuştakilerin yardımı olmadan hücrede günlerimin nasıl geçeceğini düşünürken, ranzaya yatırdığım bebeğime gözüm kaydı. Olup bitenden habersiz masum yüzünü görünce ağlama krizine girdim. Saatlerce ağladım. Gardiyanlar ve koğuştakiler beni sakinleştiremediler. Karga tulumba bir vaziyette revire götürdüler. Orada yapılan sakinleştiricinin etkisiyle koğuşta biraz uyumuşum. Ben uyuyunca koğuş arkadaşlarım kalan eşyalarımı da toparlamışlar. Derken uyandım. Uyuyunca unuttuğum hapishane gerçekliğine döndüm. Arkadaşlarımla hem vedalaştım hem de helalleştim. Helalleştim çünkü adı konulmamış bir meçhule gidiyordum.
O meçhul hücre hayatım başlayalı bugün üç ay oldu. Evladım altı aylık oldu. Tabi bu üç ay bir çırpıda gelip geçmedi elbette. Hücreye girdiğim gün sütüm kesildi. Ameliyatlı bedenim bu strese daha fazla dayanamamış ve ilk tepkisini böyle vermişti. Bu durum tam yirmi beş gün sürmüştü. Evde olsam sütümün kesilmesi belki çok büyük dert değildi. Takviye etmek kolaydı. Ama maalesef ben ve yavrum evimizde değildik. Toplamı dört metrekare olan ve ikimizin dışında kimsenin olmadığı bir hücredeydik. Bu yüzden sütümün kesilmesi büyük bir dertti. Hem de ne dert… Kantinden mama istemiştim. Mamalar, istediğim günden 17 gün sonra geldi. Bu süre zarfında küçücük bebeğimi, bana verilen yemeklerin suyunu vererek beslemeye çalıştım. Hapishane şartlarında zaten gerekli gelişim göstermeyen körpem, sütümün kesilmesi ve mamanın da gecikmesi nedeniyle tekrar doğduğundaki kiloya yakın bir kiloya geriledi. Hapishane yönetimine durumu iletip revire gitmek istememe rağmen yönetim, hücredeki bir tutuklunun ancak hayati tehlike anında revir hakkının olduğunu gerekçe göstererek isteğimi reddetti.
Rabbime sonsuz hamd ü sena olsun ki 17 gün sonra bu kabus bitti de yavrum rızkına kavuştu. Hızlıca toparlandı. Birkaç yüz gram ağırlığı, birkaç günde aldı. O da ben de mecburen hücredeki günlerimize alıştık. Buradan ne zaman normal koğuşa geçeceğimizi bilmiyorum. Bakanlıktakilerin insafına kalırsak anlaşılan uzunca bir süre daha hücre hayatımız devam edecek gibi görünüyor. Neden mi, hapishanedeki binlerce kadını, bu kadınlar arasındaki binlerce anneyi, bu anneler arasında, evladıyla birlikte hapse mahkum edilmiş yüzlercesini düşününce bu kanıda olmamı, sanırım rahatlıkla anlarsınız.
Evet, Sevgili anneler, bu benim hikayem. Hapis ve hücre hayatımın hikayesi. Sadece benim mi? Elbette hayır. Bir de dünyaya gözünü açtığı andan itibaren benimle birlikte olan masum bebeğimin hikayesi. Soruyorum size: Hani bebekler günahsızdı. Hani onlar masumdu, suçsuzdu. Eğer öyleyse benim bebeğim hangi günahın cezasını çekiyor? Hangi suçun karşılığında ona cezaevi ve hücre reva görülüyor?
Merhameti, şefkati, evlat sevgisini, insan sevgisini ve en önemlisi de vicdan muhasebesini yitirmemiş şefkat kahramanı tüm annelere sesleniyorum. Malumunuz Anneler Günü yaklaşıyor. Her anne gibi hapishanedeki biz anneler de bu en mutlu günümüzü sevdiklerimizle, yavrularımızla birlikte kutlamayı çok isteriz. Ancak bu, bizlere en azından bu seneki anneler gününde nasip olmayacak gibi Allah u alem. Binlerce anne, evladından ayrı bir anneler günü yaşayacak.
Böyle bir ortamda mutlu mesut bir anneler günü geçirmeyi vicdanınız, yüreğiniz, kalbiniz, daha da önemlisi “anneliğiniz” kabul ediyorsa hepinizin “Anneler Günü” kutlu olsun. Hücrede, hapishanede bulunan tüm anneler ve masum yavrular olarak bizler, hepinize yavrularınızla birlikte “mutluluklar” dileriz.
magduriyetler.com