İdarecinin muğberliğine uğrayan

Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih yeni köşe yazısını 'İdarecinin muğberliğine uğrayan' başlığı altında kaleme aldı.
         Muhammed bin İsmail, hicri 194 yılında (miladi 809), Buhara’da doğmuş, hicri 256’da Semerkand’da, Hertenk köyünde vefat etmiştir. Ama o, İsmailoğlu Muhammed diye tanınmaz da ilme, bilhassa hadis ilmine ettiği çok büyük  hizmetten dolayı hem de İMAM  BUHARΠ diye bilinir. Ulemâ örfünde İMAM tabiri, önder, lider ve birinci sınıf din âlimi mânâlarına gelmektedir. Hz. Ali Efendimiz’e de İMAM ALİ denilmektedir.

         Evet, İmam Buharî denilince, meşhur muhaddis, eşsiz takvâ ve fazilet sahibi İmam  akla gelir ve 600 bin hadisten seçtiği 7 bin 275 hadisli eşsiz kitabı hatırlanır.

         İmam Buharî Hazretleri, yetişip yaşadığı üçüncü hicri asrın başında şarkta bulunan âlimlerin hepsini de ziyaret etmiş, gördüğü her âlimden, kendisinde bulunmayan bilgileri almış, âdeta bin âlimin muktesabat ve birikimlerini iktisab etmiş bir eşsiz muhaddis haline gelmiştir.

         Gezdiği yerlere Horasan’dan başlamış, Cebel, Irak, Şam, Mısır, yani o günkü İslam dünyasını tamamen ziyaret etmiş; yetişmiş olan din âlimleri ve mezhep sahipleriyle uzun uzun görüşmüş, ilim almış, hepsinin de ötesinde fazilet ve takva kazanmıştır.

         Hatta fazilet ve takvâda o dereceye varmış ki, bütün İslam âleminin sahih altı hadis kitabından birincisini teşkil eden Câmi-i Sahih adındaki meşhur eseri Buharî’ye bir hadis-i şerif  kaydederken, önce gusletmiş, sonra da iki rekat namaz kılıp murakabeye varıp, gönlünde bu sözün Resulullah’ın mübarek ağzından çıkmış olduğu yolunda bir ilhamı buluncaya kadar tefekkür ve ilticasını da devam ettirmiştir. Böylece yaptığı titiz ilmî  çalışmaların yanında ve üstünde mânevî bir te’yide de mazhar olmuştur.

         Denebilir ki, İmam Buharî Hazretlerinin toplayıp kaydettiği hadis-i şerifler, hem ilmî, hem manevi bakımdan tasdikli ve tescillidir. Zaten 600 bin hadisi seçe seçe yedi bine indirmesi, gösterdiği ilmî titizlik hakkında bir fikir vermektedir.

         Buharî Hazretlerinin tam  on altı sene geceli gündüzlü çalışmasıyla vücuda getirdiği ve Allah’ın Kitabı Kur’an’dan sonra dini hükümlere kaynak olmada birinci sırayı alan bu değerli hadis kitabı Buhâriyi tekrar gözden geçiren Zeynü’d-Din Ahmed Zebîdî adındaki âlim, eserdeki mükerrer sayılabilecek hadisleri ayırmış, böylece 7 bin küsur hadis-i şerifi, 4 bin hadise indirerek Sahih-i Buharî Muhtasarını vücuda getirmiştir. Yani Buhârînin kısaltılmış şeklini…

         Buharî Hazretleri, hayatı boyunca zühdünü, takvâsını, mâneviyatını verdiği büyük ehemmiyetini, ihmâl etmemiş, kendisine iltifat eden Sultan ve servet  sahiplerini bile kâle almadan hizmetini sürdürmüştür.

         Buhara Emiri Hâlid bin Ahmed, kendisinden  hadis okumak istemiş, bunun için de sarayına gelmesini hatırlatmış. Buharî Hazretleri bundan müteessir olarak şu cevabı vermiştir:  “İlim, bütün Müslümanların ortak malıdır. Sultanların şahıslarına ait değildir. Mescidde herkese takrir ettiğim ders halkasına buyurabilirsiniz.”

         Bu yüzden kendisine muğber olan Buhara Emiri Halid, İmam Buharî aleyhine bir sürü ilmî dedikodular yürütmüş, bunlardan müteessir olan maneviyat büyüğü oradan ayrılarak Horasan’ın Hertenk köyünde tek başına yaşamaya başlamıştır. Cemaat ve kitle adamının böyle münzevi halde bir köye âdeta hapsolunuşu, kendisine çok ağır gelmiş, dualarında: “Yâ Rabbi, dünya bu kadar genişken bana böyle dar bir yer düşüyor!..” diye sızlanarak  “Artık emanetini al!.. Bu ızdıraptan kurtar!..”  şeklinde niyazda bulunmuştur.

         Dileği kabul olmuş olacak ki, aradan bir ay bile geçmeden, bu tenhâ köyde 62 yaşında berzah (kabir) âlemine göçüp, hizmetinin mükâfatına kavuşmuştur.

         Asr-ı Saadette başlayan fitneler zamanla kanlı olaylar haline gelince bu durum bir alarm gibi çınlamış… İslamiyetin tehlikede olduğunu görenler hummalı bir gayretler İslamî ilimlerin derlenip yazılması için son derece faaliyet göstermişlerdir. Böylece İslamî ilimler bütün gerçekliğiyle ortaya konmuştur. Ama hadisler, fıkıhta kudsî deha sahibi büyüklerimizin çekmedikleri de kalmamıştır.

         Bu durum günümüzde de devam etmektedir. Bediüzzaman Hazretleri’nin çektikleri ve M. Fethullah Gülen  Hocaefendi’nin başına gelenler meydandadır…

         Asr-ı Saadette, hiç kahra lâyık görülmeyen Âl-i Beytin ve Peygamber  Efendimiz’in (S.A.S.)  o mübarek torunlarının başına gelen ve asırlarca peşlerini takip eden zulüm ve gaddarlıklar elbette boşuna değildi. Hepsinin de derin hikmetleri vardı. M. Fethullah Gülen Hocaefendi, “Küçük Dünyam” isimli kitabının daha başında, Ahlat’tan ve ancak katırlarla çıkılan Üstadımızın köyü Nurs’tan başlayarak Ehl-i Beyt’in  oralarda ne işlerinin olduğunu çok veciz  şekilde izah ediyor. Öyle ya, Selçuklunun ve Saltuklunun bileği ve pazusu güçlü olduğu gibi aklı da çalışıyordu. İmparatorluklar kuracak kabiliyetleri vardı. Peki onların kalblerinde ve vicdanlarında İslâmî şuurdan gelen pîrler ve tasavvuf büyükleri olmasaydı kimler mayalayacaktı diye mühim işarette bulunuyor…
01 Mayıs 2025 11:16
DİĞER HABERLER