Gazeteci Ahmet Altan, Prof. Dr. Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, Tuğrul Özşengül, Fevzi Yazıcı ve Yakup Şimşek'in haklarında verilen hapis cezalarının Yargıtay tarafından bozulmasının ardından yapılan yeniden yargılamada 2. duruşma bugün görülüyor.
Önceki duruşmada, mahkeme heyeti Yargıtay'ın bozma kararına uymaya hükmetti. 6. Ağır Ceza Mahkemesi tutuklu sanıklar hakkındaki tahliye taleplerini reddederken, Mehmet Altan hakkındaki yurt dışı çıkış yasağını kaldırdı.
Duruşmada, savcı celse arasında verdiği mütalaasını tekrar ederek, tutuklu sanıklar Nazlı IIıcak ve Ahmet Altan hakkında "Örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte F... silahlı terör örgütüne bilerek isteyerek yardım etmek" suçundan alt sınırdan uzaklaşılarak 5 yıldan 10 yıla kadar hapisle cezalandırılmalarını talep etti. Tutuksuz sanık Mehmet Altan hakkında ise beraat verilmesi talep edildi. Mütalaada diğer kişiler Tuğrul Özşengül, Fevzi Yazıcı ve Yakup Şimşek'in ise "örgüt üyeliği" suçundan 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapsi istendi.
SAVUNMALAR
T24'te yer alan habere göre savunmasına başlayan ve halen tutuklu olan Nazlı Ilıcak, "Sanki üç yıl boyunca yargılanmamışız gibi ilk mütalaadaki iddialar tekrar edilmiş" gibi dedi. Ilıcak şu sözlerle devam etti:
“Özgür Bugün” diye bir gazetede çalıştığım iddia edilmiş, öyle bir gazete yok. Bugün gazetesinde çalıştım.Türkiye’de çok sayıda darbe oldu, ilk defa “darbenin medya kolu” diye bir icat çıkarıldı. Birbirini tanımayan insanlar “darbenin medya kolu”nda yer aldı. Bir başka icat da “üye olmamakla birlikte bilerek yardım” maddesinin gazetecilere uygulanmasıdır. Sırrı Süreyya Önder ve akademisyenler “propaganda”dan yargılandılar ve AYM ihlal kararı verdi. Mehmet Altan’la bana yöneltilen bazı iddialar örtüşmektedir. Onun için beraat talep edilirken, çıktığımız program benim için suçlama talebi yapılırsa eşitlik ilkesi zedelenmiş olur.
"Eren Erdem’in tahliyesiyle 220/7’den tutuklu yargılanan kalmadı"
Zekeriya Öz görevdeyken OdaTV davasıyla ilgili hakkında suç duyurusunda bulundum. Bu nedenle Öz hakkında yaptığım röportaj örgütü desteklediğime delil oluşturamaz. "Kaç Saat Oldu” ve “Fuat Avni” tweetleri paylaşarak “propaganda” yaptığım söyleniyor. Ama bu tweetlerin içeriği bana verilmedi. AYM kararında darbenin “F... tarafından yapıldığı bilindiği bir tarihte” bazı tweetler attığım söyleniyor. Yanlış bir varsayım, 15-16-17 Temmuz’da tam olarak bilinmiyordu. Üstelik darbe aleyhtarı tweetlerim görmezden gelindi. Attığım tweetler bir bütünlük içerisinde değerlendirilmeli. Darbenin kurmaca olduğu tezine karşı geliyorum, kenetlenme çağrısında bulunuyorum. Oysa Yargıtay darbeye “tiyatro” denmesini bile eleştiri kabul etti. Eren Erdem’in tahliyesiyle 220/7’den tutuklu yargılanan kalmadı. Ben “bilerek, isteyerek” bir yardım suçu işlemedim, dolayısıyla beraatimi talep ediyorum. Beraat kararı vermezseniz dahi tahliyemi talep ediyorum."
"Hakkımızda yeterli delil olsaydı zorlama delillere ihtiyaç duyulmazdı"
Nazlı Ilıcak'ın savunmasının ardından Şükrü Tuğrul Özşengül tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi'nden SEGBİS'le bağlanarak savunmasını yaptı. Özşengül şunları söyledi:
Hakkımızda yeterli delil olsaydı zorlama delillere ihtiyaç duyulmazdı. Hiçbir yazımda örgütü övücü, destekleyici, savunucu hiçbir söylemim olmamıştır. Bırakın bunları sempatim bile olmamıştır. Kurumlarla bağım nedeniyle öğrencilerin suçlanmasını eleştirdim. Yanlışa yanlış demek onlarla aynı safta olmak anlamına gelmez. Ben de bunu yaptım, vicdanımın sesini dinledim. Anayasa’nın bana tanıdığı fikir ve ifade özgürlüğümü kullandım. 28 gün hiçbir işlem yapılmadan nezarethanede kaldım. 28 gün sonunda çıkarıldığım hakimlikte 5 dakikada tutuklandım. Sanki savunmam hiç alınmamış gibi iddianameye bağlı kalınarak hakkımda hüküm kurulmuştur. Bir suçtan cezalandırılmanın temel koşulu, suçun kuşkuya yer bırakmayan kesin ve açık bir ispata dayanmasıdır. Dosyada makul şüphe bile oluşturmayacak konular, iftiraya dönüşmüştür. Mütalaada “gazeteci kisvesi altında gizlendiğimiz” iddia ediliyor. 34 senem Polis Akademisi’nde geçti. Ben hiçbir zaman gazeteci olduğumu söylemedim, akademisyenim. 34 sene boyunca emniyet teşkilatının içinde çalıştım, oradan bir şey çıkaramadınız mı? Hayatımın bir kısmını alıp, bir kısmını bırakıp hüküm veremezsiniz. Bizim yapmış olduğumuz savunmalar, karşı çıkmalar sonuca hiçbir şekilde yansımıyor. Biz o zaman niye konuşuyoruz? Niye avukat tuttuk? İddia makamı hakkımdaki iddiaları delillendirmiyor sadece yorumlandırıyor. Keşke sayın savcı savunmamı okumuş, yazdığım yazıları okumuş, yaptığım programları izlemiş olsaydı."
"Benim fiilim değil, ben cezalandırılıyorum"
Mahkeme Başkanı, sağlık kurulunun, Özşengül'ün rahatsızlığının tutukluluğuna engel oluşturmayacağına dair raporunu okudu. Özşengül ise tahliye olmak gibi bir ısrarının olmadığını belirterek şunları söyledi:
"Bir takım sözlerimin cımbızlanarak suçlama yapılmasının adı mütalaa değil, iftira olur. Bu iftirayı yapanların da benim verdiğim vergilerimle maaş alan memurlar olmasına üzülüyorum. Benim yazdığım yazılar, bugün gazetelerde yazılanların yanında leblebi çekirdek. İnsanlar neler yazıyor. Demek ki benim fiilim değil, ben cezalandırılıyorum. Kendimi medeni bir şekilde savunuyorum. Yolsuzluk, hırsızlık yapmadım. Tam tersine on binlerce insan yetiştirdim. Kimse beni “vatan haini”, “terörist” olmakla suçlayamaz. Samanyolu TV’de program yaptım. Kimsenin cemaatinden değilim. Gocunacak bir tarafım yok. Sitemlerimin arkasında “teröristlik” değil vatanperverlik var"
Hakkındaki iddiaların “iftira” olduğunu tekrarlayan Özşengül beraatini talep ederek savunmasını tamamladı.
"Umarım savunma hakkıma tecavüz edilmemiş olur"
Aranın ardından tutuklu yargılanan Yakup Şimşek’in savunmasına geçildi. Silivri Cezaevi'nden SEGBİS'le bağlanan Şimşek şunları söyledi:
"Bu savunmamın son sözlerim olacağını bilmiyordum. Süre talep edecektim fakat süre vermeyecekmişsiniz. Yine de beyanda bulunacağım. Umarım mütalaaya karşı eksik bir şey söylemem ve umarım savunma hakkıma tecavüz edilmemiş olur. Ahmet Altan’ı burada tanıdım. Kitaplarını burada okudum. Onunla aynı dosyada yargılanmaktan gurur duyuyorum. Onun gibi dünya çapında bir yazarın bu dosyada olması büyük haksızlık. Savcının mütalaası bana Cuma günü tebliğ edildi. Mütalaanın 3 yıl önceki iddianameden tek bir farkı var: İddianameyi hazırlayan savcı darbecilikten, mütalaayı hazırlayan savcı silahlı terör örgütü üyeliğinden cezalandırılmamı istiyor.
"Bu çürük delilleri bir kez daha huzurunuzda reddediyorum"
Hakkımda suçlamaya alet edilen beş sözde delil var. İlki Zaman Gazetesi’nde çalışmış olmam. Ben Zaman’da çalıştım ve bundan gurur duyuyorum. Zaman Gazetesi’nin hisseleri 17-25 Aralık’tan sonra alındı. Bu kişilerin değil tutuklanması, yargılanması bile söz konusu olmadı. İkinci delil Bank Asya’da hesap. Bank Asya’nın kuruluşunu, açılışını ben mi yaptım? Bunu devlet yaptı. Üçüncü delil HTS kayıtları. Örgüt üyesi olduğu söylenen 7 kişi ile telefon kaydım varmış. İnsanlarla telefonda konuşmak ne zamandan beri suç? O 7 kişi ne zaman örgüt üyesi ilan edilmiş? Eğer bu suçsa ben bu insanlarla yalnız telefonda değil, yüz yüze de görüştüm. Dördüncü delil sözde örgütsel döküman. Beni Trabzon’da babamın evide gözaltına aldılar. Beş tane Said Nursi’nin kitabına da el koydular gözaltına alırken. Bana ait değiller, ama zaten halen satılan kitaplar bunlar. Bu kitaplar şu an odamda. Hapishane yönetiminin izniyle içeri aldım.Beşinci delil reklam filmi; taleplerimizi yerine getirip bir kere izleseydiniz, reklam filminde suç unsuru olacak bir şey olmadığını görecektiniz. O bebeğin 9 aylık değil, iki yaşında olduğunu görürdünüz. Örgüt suçlamasına karşı atfedilen paragraf beş satırdır. Bu çürük delilleri bir kez daha huzurunuzda reddediyorum."
Silivri Cezaevi’nden SEGBİS’le bağlanan Ahmet Altan, savunmasına başlamadan mahkeme başkanının Nazlı Ilıcak’a yönelttiği AYM’nin “ihlal olmadığı” sorusunu yanıtlayacağını söyledi. AYM'nin "ihlal yoktur" kararının Mehmet Altan kararıyla birçok yönden çeliştiğini söyleyen Ahmet Altan, "Mahkeme başkanı muhalefet şerhiyle bunu açığa çıkartıyor. AİHM henüz karar vermedi" ifadesini kullandı. Altan sözlerine şunlarla devam etti:
"Bir savcının sanığa yönelttiği suçu bizzat kendisinin işlediğini itiraf ettiği bir mütalaa okudum"
"Ben hayatımda ilk kez, bir savcının sanığa yönelttiği suçu bizzat kendisinin işlediğini itiraf ettiği bir mütalaa okudum. Savcı, benim 15 Temmuz’daki “darbenin gerçekleşeceğini beyan ettiğimi” iddia ediyor. Bu yalan. Böyle bir beyanım yok ve bu dosyada böyle bir beyanda bulunduğumun bir belgesi de bulunmuyor. Savcıya göre, birisi darbenin olacağını biliyorsa mutlaka darbecilerle eylem birliği içindedir. Bu kadar net. Peki, sonra ne diyor? “Silahlı bir darbe gerçekleştirme ihtimalinin kuvvetle muhtemel olarak görüldüğü bir dönemde” yazılmış yazılar. Demek 15 Temmuz’dan önce kuvvetli bir darbe ihtimali varmış. Ve savcı bu darbe ihtimalini görüyor ve biliyormuş. Savcı, bir darbe ihtimalini, darbecilerle eylem birliği olmadan bilmenin mümkün olamayacağını söylediğine göre sormak istiyorum: Bir darbe ihtimali olduğunu hangi darbecilerle eylem birliği yaparak öğrendiniz? Bir darbe ihtimali olduğunu bildiğiniz halde neden bir soruşturma başlatmadınız? Bu bilgiyi neden devletin diğer yetkilileriyle paylaşmadınız?
"İddialar da yargılamalar da kanıtsız yapıldığı için savcı aklına geleni rahatça söyleyebilir"
Ortada yüzlerce insanın hayatına mal olan çok ağır bir suç var. Ve biz belki de ilk kez bu darbenin devlet içinde birileri tarafından bilindiğini açıkça söyleyen bir itirafla karşı karşıyayız.Beni ipe sapa gelmez suçlamalarla yargılamadan önce devletin, bu suçu işlediğini itiraf eden savcıya ve onun işbirlikçilerine bu soruları sorması gerekir. Mütalaa, “terör örgütünün medya unsurlarından olan Taraf gazetesi” diye başlıyor. Bir savcı bu cümleyi yazdıktan sonra bu iddianın kanıtını da yazmak zorunda. Yazmış mı? Tabii ki hayır. Bu söylediği gerçek değil, dolayısıyla bir kanıt da yok. Ama artık Türkiye’de iddialar da yargılamalar da kanıtsız yapıldığı için savcı aklına geleni rahatça söyleyebilir.
"Meydanlarda yakılmamı, çarmıha gerilmemi de talep edecek misiniz?"
Sonraki iddia, sahibi suçlanan haberdar.com sitesinde haftada bir yazı yazmam. Benim yazı yazdığım bir yerin sahibi suçlandığında benim de otomatikman suçlanacağımı gösteren yasa maddesi ne?
Balyoz darbesinin gerçek olduğuna “inandığımı” söylediğim için darbe suçu işlediğimi ileri sürüyor savcı. Düpedüz bir şeye “inanmayı” suç sayıyor. Bir şeye “inanmak” diye bir suç var mı? Orta çağ’da vardı, şimdi de Türkiye’de var anlaşılan. Meydanlarda yakılmamı, çarmıha gerilmemi, derimin yüzülmesini de talep edecek misiniz? Elbette Balyoz seminerinin kesinkes bir darbe hazırlığı olduğuna inanıyorum. Yargıtay başsavcısı da buna inanıyor, bunun için beraat kararının bozulmasını istedi.
AKP’nin eski başbakanı ve bakanları da buna inanıyor. Açıkça beyan ettiler. Onları da inançlarından dolayı yargılayacak mısınız? Bir darbe girişiminin, girişimden altı yıl önce yayımlanmış bir haber sayesinde gerçekleştiğini iddia eden aklın, mantıkla bir bağı da bulunmuyor zaten. Nurettin Veren adında biri benimle Fethullah Gülen arasındaki ilişkiyi Alaattin Kaya’nın sağladığını ve benim “sık sık” Kaya ile görüştüğümü söylemiş. Bunu söyleyen adam mahkemeye gelmeye bile cesaret edemedi. Mahkemeye gelmeyen tanığın tanıklığı bizim yasalarımıza göre geçerli değil. Savcı bu yasayı bilmiyor mu? Yoksa yasalara aldırmıyor mu? Yasaları ciddiye alan bir tek ben miyim? HTS kayıtlarına göre ben 2010 yılında bir kere telefonda görüşmüşüm Alaattin Kaya ile. Sonuncusu 2012 yılında olmak üzere iki de mesaj atmış bana. Bu, “sık sık” görüşme mi oluyor? Siz on yıl boyunca Alaattin Kaya ile konuşmuş olan herkesi yargılıyor musunuz? Yoksa onunla bir kere konuştuğum için bir tek ben mi yargılanıyorum? Söğüt ismli tanık Alaattin Kaya’nın 17-25 Aralık 2013’te bana belgeler getirdiğini söylüyor. Ben Taraf Gazetesi’ndem 2012 yılında ayrıldım. 2013 yılında Kaya bana nasıl belge getirebilir?
"Erdoğan’ı eleştirmek nasıl oluyor da “darbecilere yardım” olarak nitelenebiliyor?"
“Mutlak korku” başlıklı yazımda Recep Tayyip Erdoğan’ın anayasaya uymadığını yazmışım. Yazdım, çünkü anayasaya uymuyordu. Uymadığını “fiili bir durum” olduğunu söyleyerek kendisi de kabul etti. Yazdığım doğru. Doğruları yazdığım için mi yargılanıyorum? Büyük bir ihtimalle bunun için yargılanıyorum. Çünkü doğrulardan, gerçeklerden ödünüz patlıyor. Yazının sonunda da “sanırım kötü bir piyesin son perdesini seyrediyoruz. Bedeli biraz ağır oluyor ama biteceğini bilmek gene de iyi” diye yazmışım. Savcıya göre bunlar darbenin işaretiymiş. Bu savcı AKP’nin normal bir seçimle işbaşından gitmeyeceğine inanıyor herhalde. Ona kötü haberi bir kere daha vereyim; AKP iktidardan gidecek. İstanbul seçimleri bu gidişin nasıl olacağını herkese gösterdi. "Montezuma” adlı yazımda savcıya göre “cumhurbaşkanının anayasayı çiğneyerek tek başına iktidarı ele geçirdiği şeklinde söylemlerde bulunmuşum.” “Söylemlerde bulunmak” ne tür bir suç, onu anlamadım. Erdoğan’ı eleştirmek nasıl oluyor da “darbecilere yardım” olarak nitelenebiliyor? Erdoğan’ı eleştiren herkesi darbeci mi sayacaksınız? Böyle bir niyetiniz var gibi ama o zaman bu halkın yarısından fazlasını yargılamanız gerekir ki, bunu yapmaya ne mahkeme salonlarınız ne de hapishaneleriniz yeter. Birisini hapse atmaya karar verir de bunun için bir kanıt bulamazsanız saçmalamaktan başka çareniz kalmaz.
Terör örgütü yöneticilerinden” Önder Aytaç ile konuşmuşum. Aytaç örgüt yöneticisi mi değil mi, bilemem. Benim soracağım soru daha basit ve daha net. Ne zaman görüşmüşüm? 2007’de. 2007’de Önder Aytaç, AKP hükümetinin danışmanı ve Polis Akademisi’nin hocasıydı. Taraf Gazetesi’nde yazı yazmak için beni arıyordu. İlginç olabileceğini düşündüğüm için ona yazı yazma imkânı verdim.
Ama bu hikâyenin savcının hiç söz etmediği bir devamı var. Önder Aytaç, benim yazılarına son verdiğim tek yazardır. İdam cezasını savunduğu için bir daha yazmasını istemedim. Şimdi bir soru sormak istiyorum. Bugün görevde olan savcılarla yargıçlardan hiçbiri 2007 ya da 2010’da bugün tutuklu olan yargı görevlileriyle görüşmedi mi? Telefonlaşmadı mı? Onlarla zamanında konuşmuş olan bir tek savcı ve yargıç yok mu? Benimkine bakıldığı gibi yargı mensuplarının hepsinin HTS kayıtlarına bakalım. Ayrıca bugün iktidarda olan siyasetçilerin on yıllık HTS kayıtlarına da bakalım. Görelim, benim on yılda bir kez Kaya’yla konuşmamı utanmadan “sık sık” görüştü diye iddianamelere yazanlar kaç kez kimlerle görüşmüşler. Beni suçlamaya çalışırken çok dikkatsiz davranıyor ve kendi başınızı derde sokacak suçlar uyduruyorsunuz. Üstelik bu iddiaları bizzat kaleme aldığınız için bunların hepsi itiraf sayılır. Bir de Ekrem Dumanlı ile görüşmelerim var. En son 2015’te konuşmuşum. Ben Taraf Gazetesi’nin genel yayın müdürüyken Dumanlı da Zaman gazetesinin genel yayın müdürüydü. Sevdiğim genç bir meslektaşımdı. Eğer Ekrem Dumanlı’nın Erdoğan’ın uçağına binme sayısı benim Dumanlı’yla yaptığım konuşma sayısından azsa suçlamaları kabul edeceğim. Değilse siz ne yapacaksınız? Savcı, “örgüt yöneticisi” olduğunu söylediği Erkam Tufan Aytav’ın üçüncü bir şahısla yaptığı bir konuşmada çok sayıda yazarla birlikte benim adımdan da söz etmesini suç delili olarak saymış. AYM ise Mehmet Altan hakkında verdiği kararda, bu konuşmanın suç delili olmadığını açıkça belirtti."
Ahmet Altan'ın savunmasının ardından Mehmet Altan savunmasına başladı. Altan savunmasında şunları söyledi:
"Savcı Muhammed Ensar Bulutoğlu’nun beraatimi isteyen mütalaasını okurken hukuk açısından çok garibime giden bir noktaya öncelikle değinmek istiyorum.Savcı Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yargıtay 16. Ceza Dairesi kararı ile hukuken çöp sayılan ve geçen duruşmada da benim deli saçması olarak nitelediğim iddianamedeki iddiaları yukardaki yargı kararları yokmuş gibi aynen tekrarlamakta beis görmemiş. Nedenini gerçekten anlayamadım ? Anlayamadım çünkü şimdi unutturulmak istense de o gözaltı 'subliminal mesaj' vermek gibi mizahçılara konu olan bir suçlama ile başladı. Ne oldu o 'subliminal mesaj' hikayesi ? Ayrıca o iddianameyi hazırlayan ve Perşembe gecesi İzmir’e tayini çıkan 35 yaşındaki iddianame savcısı Can Tuncay soruşturmanın gizliliğini yok sayarak şahsım aleyhine gerçeğe aykırı yakıştırmalarla rezil bir algı operasyonu yürüttü.
Örneğin, çok eski seyahatlerden kalmış, üçte biri yırtık, tedavülden kalkmış bir doları, ahlak ve utanmayı bir kenara koyarak lekeleme aracı olarak kullandı.
"Beni gözaltına almak için hukuka kezzapla saldırmış birinden bahsediyorum"
Örneğin, göz altına aldırdığı tarihten dört yıl önceki bir konferansı bahane ederek, emrindeki iki polise tutturduğu bir tutanakla delil imal etmeğe kalktı. Bunlarla yetinmedi evrakta da sahtecilik yaptı. Beni gözaltına almak için hukuka kezzapla saldırmış ve anayasal güvencelerimi bıçaklamış birisinden söz ediyorum. Duruşma savcısının mütalaasında tekrarladığı manasızlıklar böyle bir savcının marifetleri. Tabii bu süreçte bu savcı benzeri insanlar çok. Dosyada bunların kimler olduğu ,anayasayı nasıl ihlal ettikleri, hukuku nasıl yok saydıkları tüm çıplaklığıyla belli ama en azından bugün konumuz onlar değil.
"Bu çetenin öncelikli hedefi ise hep anayasa oldu"
Sadece bu süreçte kasıtlı bir şekilde bu zulmün parçası olan herkese sormak gerek ‘bir gün yargılanırsanız aynı hukuksuzluğun ve uyguladığınız bu zulmün muhatabı olmak ister misiniz?’. Şunu da hatırlatmak isterim, iddianame savcısıyla ilgili sıraladığım bütün bu rezaletler belgelenmiş ve HSK’ya iletilmiştir. Şikayetlerimizin hepsi HSK önünde şimdilik uyusa da, hukuk devleti geri geldiğinde ülkenin düşünce insanlarına yönelik bu düşmanlık hukuk açısından gerektiği gibi değerlendirilecektir. Buna da eminim.Burada garipsediğim mahkeme savcısı Muhammed Ensar Bulutoğlu’nun her bir suçlaması yüksek yargı organları tarafından satır satır lime lime edilmiş , yok hükmündeki iddianame heyezanlarını tekrarlamak yerine ,neden Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yargıtay 16. Ceza Dairesinin iddianame ve yargılama sürecine ait kararlarını öne çıkarmadığıdır. Genişçe söz etmediğidir. Bunu başarabilseydi yazdığı mütalaa daha normal ,daha anlamlı ve tabii ki çok daha hukuksal olurdu.Mütalaasında tekrar ettiği iddianame, yasal iddianame olmadığı için anayasal haklarımın ihlal edildiği saptandı ve Yargıtay da beraatime hükmetti. Bu dava süreci boyunca anayasal sistemi yok saymak isteyen bir iradenin, devlet içinde fiilen çaba gösterdiğine şahit oldum. Bu çetenin öncelikli hedefi ise hep anayasa oldu. Çok tehlikeli bir biçimde anayasa hükümlerini yok saymak istediler. Hakkımda Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Kararı gene Anayasa’nın 153. Maddesi gereği herkesi bağlar. Savcının bu kararı hızla geçip, çöp olmuş bir iddianame safsatasını garip bir şekilde uzatarak tekrarlamasını bu açıdan tehlikeli bulurum. Bu bağlamda çok vahim hukuksal bir başka skandalı da gecen duruşmada yaşadık. TBMM Adına davaya müdahil olduğunu beyan eden daha sonra da AKP Beylikdüzü ilçe başkan yardımcısı olduğu anlaşılan kişi anayasanın 153. Maddesini yok sayarak benim için pişkince ‘ağırlaştırılmış müebbet’ hapis cezası verilmesini isteyebildi.Üstelik bunu yasamayı temsil ettiğini söyleyerek yaptı.
Demokrasiyi savunduğunu sandığım bir dönemde tanışıklığım da olan TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un titrinin ‘anayasa profesörü’ olduğunu da anımsatmak isterim. Benim için hiç bir katılanın bu davanın bu aşamasında müdahil olamayacağı da Yargıtay 16.Ceza Dairesi’nin bozma kararında hüküm altına alınmıştır. Anayasa gereği benim ile ilgili hiçbir kurumun davaya katılma hakkı yoktur. Mahkemenin de anayasaya uyarak benim için katılan sıfatıyla hiçbir kurumun burada bulunamayacağını karar altına alması gerekir. Bu vesileyle Yargıtay 16.Ceza Dairesi de anayasayı ihlal eden kurumlardan bezmiş ve bunalmış olmalı ki bozma kararının bir bölümünü ‘AİHM VE AYM kararlarının bağlayıcılığına’ ayırdığına da dikkat çekmek istiyorum.
"Bana tazminat ödenmiş olmasına rağmen hala mağduriyetlerim devam etmektedir"
O bölümde, kararın 31. Sayfasında ‘AİHM'e göre bu, Mahkemenin bir ihlal bulduğunda davalı devletin sadece Sözleşme'nin 41. maddesine göre hükmedilen tazminatı ödeme yükümlülüğünü değil bunun yanında AİHM tarafından bulunan ihlalin ortadan kaldırılması için iç hukukta bireysel ve/veya -gerekiyorsa- genel tedbirler alma ve başvurucuyu, Sözleşme ihlal edilmemiş olsaydı bulunacağı duruma mümkün olan en yakın konuma getirecek şekilde ihlalin etkilerini telafi etme yükümlülüğünü de barındırmaktadır (Del Rio Prada/İspanya, § 137).’ Vurgusu yapılmaktadır. Bana tazminat ödenmiş olmasına rağmen hala mağduriyetlerim devam etmektedir. Halbuki bunun acilen giderilmesi hem anayasal bir zorunluluktur, hem de Yargıtay içtihadıdır. Bunlar çok açıkken benim bir de ‘katılan’ konusunda hatırlatma yapmak zorunda kalmam ayrı bir garipliktir. Yargıtay’ın bu çok önemli vurgusunun da unutulmamasını ve zapta geçirilmesini de talep ediyorum. Bu celse karar verilmemesi, bir şekilde duruşmanın ertelenmesi gibi bir durum olur ise benim beraatime her koşulda bu duruşmada karar verilmesini de gene taleplerim arasındadır. Son olarak yıllar önce ıskartaya çıkmış ,üçte biri yok olmuş, tedavülden kalkmış ve ahlaksızca istismar edilmiş dolarım da dahil altı dolarımın, henüz alamadığım dijital malzemelerimin tarafıma verilmesiyle birlikte beraatime hükmeden Yargıtay kararına göre beraatime karar verilmesini de talep ediyorum."
Mehmet Altan'ın savunmasından sonra sanık avukatları beyanda bulundular. Nazlı Ilıcak'ın avukatı Kemal Ertuğ Derin, Ilıcak'ın örgüte yardım ettiği yönündeki iddiaların gerçeği yansıtmadığını kaydetti. Avukat Derin, mahkûmiyetin kesin bir delile dayanmak zorunda olduğunu belirterek, yargı paketinde yer alan değişiklikler gereğince Nazlı Ilıcak'ın beraatini talep etti.
Ne olmuştu?
İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, 16 Şubat 2018'de açıkladığı kararında, sanıklar Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak'ın da aralarında bulunduğu 6 sanığın, "cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etmek" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmasına karar vermişti.
İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nce verilen bu karar, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi'nce de hukuka uygun bulunmuştu.
Bu kararın da temyiz edilmesi üzerine, dosya Yargıtay 16. Ceza Dairesi'ne gönderilmiş, yüksek mahkeme, Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak'ın da aralarında bulunduğu 6 sanığa, "Anayasa'yı ihlal" suçundan verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarını bozmuştu.
Sanıklardan Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak'ın eyleminin "Anayasa'yı ihlal" değil, "terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek" suçunu oluşturduğuna karar veren daire, bu sanıkların "Anayasa'yı ihlal" suçuna fail olarak iştirak ettiklerinin kanıtlanamadığını belirtmişti.
Anayasa Mahkemesinin "kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğine" ilişkin kararı üzerine adli kontrol hükümleri kapsamında tahliye edilen Mehmet Altan'ın yeterli ve inandırıcı delil bulunmadığından beraatine karar verilmesini isteyen yüksek mahkeme, sanıklar Şükrü Tuğrul Özşengül, Fevzi Yazıcı ve Yakup Şimşek'in eylemlerinin ise, "anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs" suçunu değil, "silahlı terör örgütü üyeliği" suçunu oluşturduğuna kanaat getirmişti.
Daire, tutuklu 5 sanığın tahliye taleplerini reddetmişti.
Davaya tekrar bakan İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, bozma ilamına uyarak tutuklu sanıkların bu hallerinin devamına hükmetmişti.