Türkiye’de hiç kuşkusuz sıradışı bir dönem yaşanmaktadır. Adeta tüm değerler altüst edilmeye çalışılmakta. Keşke bu bununla sınırlı kalsa. Değerlerin altüst edilmesiyle birlikte toplumda bilhassa genç nesillerin dimağında mukaddesat, inanç da altüst olmakta, ciddi manada bir inançsızlık problemi ortaya çıkmaktadır. Bu yıkımda en büyük rolü şimdiki iktidarın adaletsiz, acımasız icraatları oluşturmaktadır.
Evet, bu yıllar gelecekte bir suçun, bir günahın bir toplumu nasıl altüst ettiğine şahitlik ettiğimiz yıllar olarak tarihe geçecektir. Bugünlerde küçük dama taşlarının sıra ile bir büyüğünü devire devire mükemmel bir sanat eserini bozması/yıkmasına benzer bir şekilde küçük zannedilen hata, suç ve günahların zincirleme reaksiyonlar hâlinde toplumun temel değerlerini nasıl da bir bir yıktığına şahit olmaktayız. Eskiden böyle olaylar menkıbelerde anlatılırdı, şimdi yaşıyoruz. Onun için oldukça meşhur hikâyeyi kısaca özetleyelim. Hani şeytan kendisini ibadete vermiş, tüm zamanını bir manastırda (çilehanede) geçiren bir abidi ne yapsa kandıramıyor. Ona sürekli birtakım günahları işlemesi için vesvese veriyor: “Zina et, insan öldür, içki iç vs.” sürekli bu telkinlerde bulunuyor. Abid zat bir hayli mukavemet göstermesine rağmen en sonunda dayanamayıp en hafifi diyerek içkiyi seçiyor. Sonra zina yapıyor, kadının çocuğunu öldürüyor, sonra da putlara tapmaya başlıyor. Bu tür menkıbelerde asıldan çok fasıl, yani alınacak, çıkarılacak ders önemlidir. Tıpkı bu hikâyede geçtiği gibi bir hırsızlık, yolsuzluk hadisesi sonrası hukukun gereği zamanında yapılmadığından dolayı zincirleme reaksiyonlar hâlinde künde künde üstüne devrildi, problem problemi doğurdu. Neticesinde de toplumun tümünü etkisi altına alan devasa bir problem hâline geldi. Maalesef ki bu problemlerin durması adına ne aklı başında birileri “Dur” diyebilmekte ne de biri “Dur” dese biri çağrıyı duymakta. Bu olan bitenler şu hadis-i şerifi akla getirmektedir: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder kötülükten men edersiniz ya da Allah size öyle bir azap gönderir ki, bu azap hepinizin üzerine yayılır. Sonra (o azabın kaldırılması için) Allah’a dua edersiniz ama duanız kabul edilmez.” (Tirmizî, Kitâbü’l-Fiten, 2169) Evet, bugün ülke problemler sarmalı içinde bocalıyorsa bunun sebebini sadece maddi meselelerde görmek/aramak bir mümine yakışmaz. Hatta gerçek bir mümin bela ve musibet zamanında ilk evvel hemen “Acaba ben Allah’ın koyduğu hangi sınırlara saygısızlık, hürmetsizlik ettim de başıma bu geldi?” diye düşünen kişidir.
Bugün bunlardan hangisini sayabiliriz ki? İşte bu hürmetsizliğe maruz kalan kesimlerden biri de hapishanelerdeki “ihtiyar mahkûmlar”. Bugünlerde sosyal medyada bebekli, çocuklu kadınların hapishanelerdeki içler acısı durumları yer almakta. Aynı şekilde yaşlıların durumu da öyle. Halbuki yaşlılar ve çocuklar, bebekler tam bir vesile-i berekettir, aynı zamanda da belaların def’i için önemli bir settirler. Efendimiz’in (s.a.v.) beyanına göre “Eğer aranızda rükûda eğilmiş ihtiyarlar, memelerde emen bebekler ve otlayan hayvanlar olmasaydı, kesinlikle üzerinize azap sağanak gibi yağardı.” (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, 3/382) Azıcık Allah’a, peygambere, maneviyata inanan, düşünen, ibret alma kabiliyeti olan birisi için bu hadis ile başa gelen bela ve musibetler arasında bir münasebet kurmak zor olmasa gerek.
Şimdilerde yaşlı ve hasta yüzlerce insan hapishanelerde ve bakıma muhtaç bir şekilde oralarda tutulmaktadır. Hasta olanların bakım görünümleri binbir sıkıntı ile yapılabilmektedir. Hastaneye gidip gelmeleri ise bin bir meşakkatle olabilmektedir. Tutulmaktadır demem herhangi kanuni bir suç işlememiş olmalarından. Onlara isnat edilen suçlar(!) dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde suç olarak değerlendirilmiyor. Hatta bu hizmetleri “gönüllü” olarak yapanlar baş tacı ediliyor. Aklı başında herkes onların keyfî bir muamele neticesinde oralarda alıkonulduklarını biliyor. Başkalarını bahane edip onları hapishanelerde esir almak ne “cezanın şahsiliği” ilkesi ile ne de “Hiç kimse bir başkasının günahından dolayı sorumlu tutulamaz” (En’âm 6/164) ilâhî beyanı ile bağdaşır. Adı “Adalet” olup da “Zulüm”le tarihe geçmek, “Kalkınma” deyip de ülkeyi hem maddi hem de manen batırmak herhalde ironi bu olsa gerek.
Halbuki doğal olarak yaşlılar her toplumda saygı görürler. İslam dini de, örf adet ve geleneklerimiz de bilhassa onlara saygı duyulmasını emretmektedir. Allah’a saygılı olduğunu iddia eden herkesin, başta dindarız diyen yöneticilerin hem dinî hem insani hem de vazifeleri gereği toplumun en zayıf kesimini oluşturan yaşlılara karşı saygılı olmaları icap eder. Zira hadis-i şerifte “Yaşlılara ikram (hürmet göstermek) Allah’a saygının gereğidir.” (Beyhakî, Şuabü’l-İman, 6/313) buyrulmaktadır. Onlara saygı ve hürmet Allah’a, onun emirlerine saygının bir göstergesidir. Aksi ise bir Müslüman için oldukça tehlikeli bir durumdur.
Yaşlılara, büyüklere saygı göstermeyen gerçek Müslüman olarak addedilemez. “Büyüklerimize saygı göstermeyen, küçüklerimize merhamet etmeyen bizden değildir.” (Tirmizî, Birr, 15) Bırakın saygıyı, bir de eziyet etmek, zulmetmek, işlemediği suçlardan dolayı tutuklamak, hapse atmak, mahkûm etmek, hasta olduğu hâlde hâlâ hapishanelerde yaşam mücadelesine maruz bırakmak da nedir? Acaba bu dindarlığın, insanlığın, hak-hukukun neresine sığar?
Bu saygı, hürmet sadece Müslüman yaşlıları ile de sınırlı değildir. Savaşta bile savaşçı, asker olmayan çocuklara, yaşlılara, kadınlara dokunulmaması bizzat Efendimiz’in (s.a.v.) emridir: “Çocukları öldürmeyin, kadınları öldürmeyin, bir de iyice yaşlanmış ihtiyarları öldürmeyin.” (Ebû Dâvûd 2669) Hz. Ömer (r.a.) bir gün yaşlı ve görme engelli bir Yahudinin insanlardan yardım dilendiğini gördü. Onun gençliğinde cizyesini ödeyebildiğini fakat yaşlanınca zorlandığını, onu verebilmek için dilenmek zorunda kaldığını öğrenince ağlamış, elinden tutup evine kadar götürerek beytülmalden bir şeyler vermişti. Ardından da “Vallahi biz adaletli davranmadık! Gençliğinde ondan yararlanıp yaşlılığında onu kendi hâline bırakıyoruz!” diyerek ehl-i zımmeden yaşlılarından cizyeyi kaldırdı. Mekke fethinde Ebubekir (r.a.) Müslüman olması için yaşlı babasını sırtına yüklenip heyecan içinde huzur-u nebevîye getirince Efendimiz (s.a.v.) “Onu bıraksaydın da biz kendimiz ona gitseydik.” buyurmuşlardı. (Müsned, 3/186) İşte ahlâk-ı nebevî, işte yaşlılara bu zulmü, haksızlığı reva gören kişilerin hâl ve tavırları?
Zayıf da olsa Allah (c.c.) bir hadisin beyanına göre “Allah, İslam’da saçını ağartmış Müslüman bir yaşlıya azap etmekten haya eder.” buyurmaktadır. (Câmiu’s-Sağîr, No: 2410) Hukuksa ortada suç yok, Müslümanlıksa işte Müslümanlığın temel esasları, insaniyetse nerede vicdan, insaf?
Yaşlılara hapishanelerde yapılan eziyet ve zulüm –ki onların yeri hapishane değil sıcak yuvalarıdır– görünür görünmez pek çok bela ve musibetin, bereketsizliğin davetçisi ve sebebidir. Onlara saygı ve hürmet de dünyevî-uhrevî hayırların, bolluk ve bereketin vesilesidir.
Niyetimiz kimseye nasihat, tavsiye, tehdit değildir. Maksadımız ancak bir dua cümlesi ile “Dileriz vicdanlı, adaletli hâkim ve savcılar, basiretli yöneticiler hâlâ vardır. Yaşlılara, çoluk çocuk sahibi kadınlara karşı uhrevî-dünyevî bu ağır sorumluluğun altına girmez, onları koruyup kollarlar.” demektir. Onların dualarını alanlar, ahlarından emin olurlar. Yapılan haksızlık ve zulümlerin âkıbetini düşünür ve Allah’a karşı saygılı olmanın gereği onları incitmezlerse kendi âkıbetlerinden emin olurlar. Zira yapılan bu zulüm ve haksızlığa sebebiyet verenler sadece kendilerini değil topyekûn insanımızı da maddi-manevi sıkıntıya sokmaktadırlar. Allah insanımızı, ülkemizi muhafaza buyursun!
Hong Kong'da her geçen dakika can kaybı artıyor, yüzlerce insan kurtarılmayı bekliyor
Trump, Washington'daki saldırı sonrası 'üçüncü dünya ülkelerinden' göçü askıya aldı
ABD basını yazdı: 'Maduro için en iyi sürgün yeri Türkiye, yıllardır altın taşıyor'
12 asker metan gazından şehit olmuştu: İstihbaratı bir PKK'lı vermiş
Avrupa neden gönüllü asker topluyor? İşte detaylar!
AİHM Türkiye'yi yine mahkum etti: HSK kararlarına karşı yargıya başvurulabilmeli