''Üstad Hazretlerinin Everest Tepesi gibi izzet-i ilmiye ile dimdik durmasına karşı, makam, şöhret ve para karşılığında Guam Çukuru’ndan daha alçak vaziyete düşenlere ne demeli?''
Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
“Nur Yolu” isimli kitapta anlatılıyor:
Sultan V. Mehmed Reşad’la Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, “II. Meşrutiyetin örfileşmesi için tertip edilen bir merasimde tanıştılar.
Meşrutiyetin, Şeyhülislam ve ulema tarafından imzalanması dolayısıyla Saray’da merasim tertiplenmişti. Bu merasimlere devrin âlimleriyle birlikte Bediüzzaman Said Nursî de davet edilmişti. Bediüzzaman, mahalli kıyafetiyle bu davete icabet edecekti. Ayağında çizme, belinde kuşağı ve hançeri, başında taylasanî sarığı vardı. Ona hiç olmazsa Saraya kadar ilmine ve irfanına münasip bir cübbe giymesini teklif etmişlerdi. Yapılan ısrar üzerine, Said Nursî de bir cübbe giymiş öylece saraya gitmişti.
Şeyhülislam Mehmed Ziyaeddin Efendi, âlimler, nâzırlar, devletin ileri gelen görevlileri, yüksek rütbeli kumandanlar, âyân ve memurlar, Padişah'ın resmi merasimlerde, gelenlerin öpmesi için tahtının münasip bir yerinden sarkıtılan sırmalı bir saçağını öpeceklerdi. Merasime katılanlar, gelip bu saçağı öptükten sonra gerisin geriye yerlerine çekiliyorlardı. Kimisi saçak, kimi etek öpüyor, kimi de baş eğip geçiyordu. Bu esnada Bediüzzaman ise, dik ve vakur adımlarla yürüyerek, eli göğsünde tam Padişah'ın önüne gelince, “Esselâmü Aleyküm” diye Sultan Reşad’ı selamladı. Bu durum Padişah’ın dikkatini çekmişti. Yanındaki bir paşaya: “Kim bu adam acaba? Beni mahalle muhtarı mı zannetti? Niçin böyle selam etti?” diye sormuştu. Paşa da: “Efendim, bu zât feleğe baş eğmeyen bir zattır. Lâkabı Bediüzzaman, ismi Said’dir.” demişti.
Dindar ve Mevlevî-meşrep bir zât olan Sultan Mehmed Reşad’ın ulemaya hürmet ve sevgisi vardı. Paşaya ve oradakilere şöyle dedi: “Ben şimdiye kadar İLMİN İZZETİNİ MUHAFAZA EDEN pek az insan gördüm. Hakikî âlim, işte böyle izzet-i ilmiyeyi muhafaza edenlerdir.”
Bu hadiseden sonra, imza merasimi başlamıştı. Sıra Bediüzzaman’a gelince, o üç defa “Meşrûtiyet-i şer’iyye (şeriata uygun meşru meşrutiyet) olmak üzere imza ediyorum.” diye tekrarlayarak “SAÎD” diye imzasını attı.
Sultan Reşad çok mütehassis oldu ve Bediüzzaman’a iltifat etti. Bediüzzaman’la Sultan Reşad’ın dostluğu işte bu merasimden sonra başlamıştı.
Şeyhülislam Mehmed Ziyâeddin Efendi, diğer bazı âlimler ve Bediüzzaman Said Nursî derin bir mübaheseye girişmişlerdi. Ziyaeddin Efendi yeni icadlara, fennî buluşlara pek taraftar görünmüyordu. Said Nursî ona “Peki efendim elektrik bid’at da, gaz lâmbası asıl ve esas mıdır?” diye sorunca, Şeyhülislam, “Siz saded haricine çıktınız.” der. Tabii vakit gece imiş, vakit de hayli ilerlemiş durumda. Ayağa kalkan Bediüzzaman, elektriğin düğmesini çevirerek lâmbayı söndürdükten sonra “Şimdi sadede geldik, bahse devam edebiliriz.” diye lâtife yapmıştır.
Bediüzzaman Hazretleri Birinci Dünya Savaşında ağır şekilde yaralanıp Ruslara esir düştüğünde bir gün Rus Başkumandanı esirleri teftişe gelir. Teftiş esnasında, Bediüzzaman, yerinden kalkmaz. Kumandan kızar, belki tanımamıştır, diyerek tekrar önünden geçtiği zaman yine yerinden kalkmayınca, kumandan tercüman vasıtasıyla der:,
-Beni herhalde tanımadılar?
Bediüzzaman:
-Tanıyorum, Nikola Nikolaviç’tir.
Kumandan:
-Şu halde Rus ordusuna, dolayısıyla Rus Çarına hakaret ediyorlar.
Bediüzzaman:
-Hakaret etmedim. Ben bir Müslüman âlimiyim. İmanlı bir kimse, Cenab-ı Hakkı tanımayan bir adamdan üstündür. Binaenaleyh ben sana kıyam edip ayağa kalkmam’ der.
Bunun üzerine Bediüzzaman divan-ı harbe verilir. Birkaç zabit arkadaşı, hemen özür dileyerek vahim neticenin önlenmesine çalışmasını istirham ederler.
Fakat Bediüzzaman:
“Bunların idam kararı, benim ebedî âleme seyahat etmem için bir pasaport hükmündedir, deyip, kemal-i izzet ve şecaatle hiç ehemmiyet vermez.”
Nihayet idamına karar verilir. Hüküm infaz edileceği vakit, namaz kılmak için müsaade ister; dînî vazifesini îfadan sonra, atılacak kurşunlara göğsünü gereceğini beyan eder. Tam bu esnada, namazını eda ederken, Rus kumandanı gelerek, Bediüzzamandan özür dileyip:
“O hareketinizin, mukaddesatınıza bağlılıktan ileri geldiğine kanaat getirdim, rica ederim, beni affediniz” diyerek verilen idam hükmünü geri aldırır.
Kur’an-ı Kerim, “Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şey gizleyip onu birkaç paraya satanlar var ya, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmazlar. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlara son derece acı bir azap vardır. İşte onlar hidayeti bırakıp azabı satın almışlardır. Bunlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklı imişler!’ İşte onlar hidayeti bırakıp dalaleti ve azabı satın almışlardır.” (Bakara Suresi, 2/174-175)
Üstad Hazretlerinin Everest Tepesi gibi izzet-i ilmiye ile dimdik durmasına karşı, makam, şöhret ve para karşılığında Guam Çukuru’ndan daha alçak vaziyete düşenlere ne demeli?