Samanyoluhaber.com yazarlarından Harun Tokak, yeni köşe yazısında bir kahramanlık hikayesini 'İmaksızı Beklemektir Aşk' başlığıyla kaleme aldı.
İmkansızı Beklemektir Aşk
Gün battı batıyor. Kuzey bölgelerindeki bir mülteci kampındayız. Afif öğretmen kapıda karşılıyor bizi. Kutup akşamları doluyor mütevazı kamp odasına… Akşam güneşi, erkek çizgilerinin olanca güzelliğini yansıtan Afif Öğretmen’in yüzüne hüzünlü bir güzellik sunuyor. Buram buram Anadolu kokan bu yağız, bu yiğit delikanlı başlıyor konuşmaya; “25 haziranda yapılacak olan “4. STRAZBURG "ADALET BULUŞMASI" na gideceğim” diyor. “Bu etkinlikler Türkiye’deki arkadaşlarımız için çok önemli. Onların en çok sordukları sorulardan biri, “Bizim için bir şeyler yapılıyor mu?” oluyor. Ben bir bozkır çocuğuyum. Çocukluğum İç Anadolu bozkırlarında geçti. Babam gariban bir çiftçiydi. Hocafendi köy çocuklarından, elleri nasırlı babaların evlatlarından bir eğitim medeniyeti inşa etti. Ben orta okuldan sonra Almanya’ya oradan da İngiltere’ye bir akrabamızın yanına geçtim. Çalışıp aileme para gönderecektim. Yaşım küçük olduğu için beni bir koruyucu aile yanına verdiler. Koruyucu ailede kalırken okula başladım. Hem okulda okuyor hem de çalışarak aileme para gönderiyordum. Sosyal servisten bir bayan benimle ilgileniyordu. Ne yazık ki İngilizlerin pek çoğunda olduğu gibi benim koruyucu ailemde de tanrı inancı falan yoktu. Bütün ahlaki değerlerini daha bulmadan yitirmiş bir genç olamam işten bile değildi. Fakat Allah sevgili kuluymuşum ki benim yolum bir ağabeyle kesişti. Adı Salih’ti. Refik Halit Karay’ın Eskici hikayesindeki Hasan gibi gurbette kendi dilimi konuşan birini bulmuştum. Ergenlik çağımdayım. Salih Ağabey ve arkadaşları hırçınlıklarıma, yaramazlıklarıma sabrettiler. Üniversiteden mezun olunca İskoçya’ya geçtim. Kerim Balcı, Muammer Burtaçgiray Ağabeylerle diyalog hizmetlerinde çalıştım. Güzel günlerdi. Peygamberimiz (s.a.v) in, üstadımızın çektiği sıkıntıları anlatırdı abiler. Bir gün Muammer abiye “keşke yanlarında olsaydım” dedim. “Her dönmede o sıkıntılar yaşanır.” Dedi Muammer ağabey. “Durduğun yerde sabit dur. Belki o süreci atlatamayacaksın kaybedenlerde olacaksın.” Bunu dediğinde 2001 yılıydı. 2010 da Türkiye’ye döndüm. Ümraniye Ana-Fen Dershanesinde yurt dışına giden öğretmenlere İngilizce dersleri vermeye başladım. 2013 yılında bir rüya gördüm. Rüya korkunçtu. Ali Ünal ağabeye anlattım. “Herkesi tutuklayacaklar” dedi Ali ağabey. “Bana sıra gelmez” dedim. “Sana da sıra gelecek, senden sonrakilere de,”dedi. “Ben o süreçte burada olacağım arkadaşlarla birlikte olacağım.”dedim. 15 temmuzda kızılca kıyamet koptu. Kaldığımız ilçede arkadaşlara sözlü sataşmalar, linç girişimleri oluyor, arabalarını tahrip ediyorlardı. Bütün arkadaşlar evlerini değiştirmek zorunda kaldı. Arkadaşlarımızı bir bir tutuklamaya başladılar. Bir sabah kimi aradıysam ablalar açtı telefonu. Herkesi almışlar. Kendimi en kötü hissettiğim günlerden biriydi. Ali Ünal Ağabeyin dedikleri gerçek oluyordu. Tehlike geliyordu. Gaybubete geçtim. Ama boş durmadım. Herkese yetişmeye çalışıyordum. Bir gün aynı okulda çalıştığımız arkadaşa “yahu yetişemiyorum gel beraber yapalım mağdur ablalar var” dedim. Hiç umursamadı. Kaldırımdan elleri cebinde yürüdü gitti. Halbuki iyi günde ondan kahramanı yoktu. Bir kere daha anladım ki dost kötü de belli olurmuş. Birisi daha alınmadan gitmiş pek çok kişinin adını vermiş. Şahıslara değil hizmete bağlanmamız gerekli olduğunu anladım O günlerde en ağrıma giden şeylerden biri de bazı ablaları, ağabeyleri ailesi kabul etmiyordu. Bu süreçte o kadar şeyler yaşadım ki “bu kadarı da olmaz” dediğimiz her şey oldu. Bilhassa gaybubet günlerinde saçımızı başımızı yolduracak olaylar yaşadık. Kendi ailemizin yükünü zorlandığımız olurdu bazan ama bu süreçte öyle şeyler yaşadık ki kendimizi unuttuk. Eşleri içerde birçok ablamızın yükü birkaç arkadaşın omuzunda kaldı. Onlara, “bu da imtihandır sabredeceğiz geçecek,” diyordum . Her sabah kalktığımızda “yeni bir şey var mı?” diye birbirimize mesaj atıyorduk. Anne-babayı ikisini de alıyorlar ve kundaktaki çocukların üzerine kapıyı kapatıp gidiyorlardı. Çok vicdansızca hareket ediyorlardı. Bir gün beni evde bulamayınca eşimi aldılar. Eşim “gelme ben senin yerine yatarım” dedi. Sonra anne-babamı aldılar. “Oğlum gelme” dediler. En sonunda 6 yaşındaki çocuğumu aldılar. Şerefsiz bunlar. Ve ben gidip teslim oldum. Çocuğum hala o kötü kâbusun etkisinde. Arabaya bindiremiyoruz. “Beni götürecekler” diyor. Polis görünce korkuyor. Beni yöneticilikten yargıladılar. Hâkim “Mustafa Yeşil’le niçin görüştün?” dedi. Her görüştüğümden dolayı suçlanacaksam Metin Külünk ve Ümraniye Belediye Başkanı Hasan Can’la da sık sık görüşüyordum” dedim. Oğullarına ders veriyordum. Onlar bana kurban veriyordu. Hâkim, avukatıma “sesini çıkarmasın tahliye edemeyiz ama yöneticilikten değil de üyelikten yargılarız 6.3 veririz yatar çıkar” demiş. Hapis günlerimiz çok bereketli geçti. Çakıcının muhasebecisini öldürmüş biri vardı. “Kadıköy canavarı” falan diyorlardı. Onlara hizmeti anlatma, Kur’an öğretme imkânı oldu. Er çocuklar vardı. Onların koğuşlarında sürekli kavga oluyordu. “Ben oraya gideceğim” dedim. Çok işkence etmişler. En çok o çocuklara üzülüyordum. Bizim bir davamız vardı, o çocukların bir davası da yoktu. Müebbetle yargılanıyorlardı. Hizmetten haberleri bile yoktu. Köyden kasabadan gelmişler daha birkaç günlük askerken komutanları “olay var haydin” demiş kışladan çıkmışlar. Rütbeli birini görseler öldüreceklerdi. O kadar öfkeliydiler. O çocuklardan hafız çıkanlar oldu. Dört yıl yattıktan sonra 2021 de tahliye oldum. Kaldığım yerden başladım koşturmaya. Görüş günlerinde Silivri’ ye içerde tanıştığım askerlerin eşlerini taşıyordum. Beni her gördüklerinde kapıdaki askerler “hoca yine kimi getirdin?” diyorlardı. Hapisten çıktıktan sonra istihbaratçılar rahat bırakmadılar. “Ben asker eşlerine yardımcı olacağım isterseniz tutuklayın” diyordum. Hapishanede unutmadığım insanlardan biri Furkan’dı. Tank sürücüsüydü Furkan. Uzuna yakın orta boylu polat ruhlu yiğit bir delikanlıydı. Komutanları, “terör saldırısı var” diye kışladan çıkarmışlar tankları. Halk önce alkışlamış… Sonra tuzağa düştüklerini anlayınca geri dönmek istemişler. Fakat nerden çıktığı belli olmayan provokatörler tankın camlarını spreyle kapatmışlar ve tankın tepesine çıkmaya başlamışlar. Komutan “yürü evladım bunlar bizi öldürecekler.” Demiş. “Komutanım göremiyorum” “Ben seni yönlendireceğim.” Çık buradan demiş komutan. O hengameden çıkmaya çalışırken tank beş kişiyi ezmiş. Furkan onlara çok üzülüyordu. Onlar için oruç tutuyordu. Beni tanıdıktan sonra, “ağabey ne olur hakkınızı helal edin ben size çok küfrettim, çok kötü şeyler söyledim siz iyi insanlarsınız şimdi anladım ki sizinle ilgili de bizi kandırmışlar.” diyordu. İki de bir bana “ağabey o beş kişi ne olacak, onların hesabını ben ahirette nasıl vereceğim?” diyordu. Belli ki büyük bir vicdan azabı çekiyordu. Biz bir şeyler anlatmaya çalışıyorduk ama tatmin olmuyordu. Hocaefendi’yi iyice tanıdıktan sonra “bu konuyu ona bir sorsak” dedi. Hapishaneden Hocaefendi’ye mektup yazdık. Mektubumuza cevap geldi “Emir komuta zincir altında olmuştur. Kandıralın insanlar şehittir.” Furkan çok rahatladı. Ben hapishaneden çıkarken hafızlığını tamamlamak üzereydi. Hücrede kalıyor şu anda. Ara sıra Furkan’ın ailesini ziyarete gidiyordum. Fakir yoksul bir aile idi. Furkan’ın babası üzüntüden kanser oldu. Son günlerinde beni aradı. Furkan’ımın kokusu sinmiştir sana gel de son defa bir koklayayım.” Gittim. Adam zayıflamış çökmüştü. Oda ölüm kokuyordu. Yanında iki dakika oturdum kıvrım kıvrım kıvranıyordu. “Furkan’ım gelmek beni son kez görmek istiyor” dedi, “Fakat yavrumun beni böyle görmesini istemiyorum sen ne diyorsun?” “Gelemsin Amca” dedim, “Ben içerdeyken annem vefat etti. Çıkmama üç ay vardı. 58 yaşındaydı. Biz içerideyken inanmıyoruz ölenlere ne zaman çıkar ve yüzleşirsek o zaman inanıyoruz. Annem öldüğünde her hafta rüyamda mutlaka görürdüm annemi. Oğlunuz sizi rüyasında görecek.” “O zaman gelmesin hocam” dedi. Bir ay sonra da vefat etti. Cenazesine 50 askerle getirdiler Furkan’ı. Furkan nişanlıydı. 20 Temmuzda düğünleri olacakmış. 15 temmuzda tutuklanmış. Şimdi pek çok masum Mehmetçik gibi müebbet yatıyor. O gece çıkan askerlerin çıkış tarihi yok. Nişanlısı ilk açık görüşe geldiğinde çok hazin sahneler yaşanmış. Furkan nişanlısına “benim hayatım yok artık ölünceye kadar yatacağım. Boşanalım başının çaresine bak” demiş. Nişanlısı “sen içerde ben dışarda ölürüm ama senden ayrılmam” demiş. Görüş yerindeki bütün mahkumlar, askerler, gardiyanlar ağlamış. Furkan’ın nişanlısını bir keresinde görüşe geldiğinde ben de gördüm. Kara sevdayı bir kuşak gibi beline sarmış soylu bir kızdı” Söz buraya gelince Afif Öğretmenin gözleri doluyor. Sözleri boğazında düğümleniyor. Kuzey bölgelerindeki bir mülteci kampında gün battı batıyor. Kutup akşamları doluyor kamp odasına… Akşam güneşi, erkek çizgilerinin olanca güzelliğini yansıtan Afif Öğretmen’in yüzüne hüzünlü bir güzellik sunuyor. Buram buram Anadolu kokan bu yağız, bu yiğit delikanlı, “O kızcağız Furkan’ı hiç bırakmadı.” Diyor. Afif Öğretmenin anlattıklarından bir kez daha aynalıyoruz ki; İmkânsızı beklemektir Aşk.
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.