"Mü’min aldanır ama aldatmaz. Meşrû hedefe meşrû yollarla gitmeyi, herkese adâletle muâmele etmeyi, zulümden ve -haklı bile olsa- başkalarına güç kazandıran doğrulardan vazgeçmelidir. Çünkü; “Her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu demek doğru değildir.”(22.Mektub)"
Mehmet Ali Şengül | samanyoluhaber.com
İnsanın Değeri
İnsanın nezd-i Uluhiyetteki değeri çok büyüktür. Çünkü o; yaratılan varlıkların en kıymetlisidir. Allah (cc) insanı, parayla alınıp satılamayacak kadar harika duygu ve düşüncelerle donatmıştır.
İnsanların, dünyadan âhirete kaybetmeden kazanarak gidebilmeleri için, Allah(cc) yüzyirmidört bin peygamberi rehber olarak göndermiştir. En son nebiler sultanı Efendimiz’i (sav), hükmü kıyamete kadar devam edecek Kur’an-ı Mû’ciz-ül Beyan’la insanlığa rehber yapmıştır.
Allah Resûlü (sav), nübüvvet hayatında ümmeti için ağlamış, dertlenmiş, hayatının her anını çile ve ızdırabla geçirmiştir. İnsanlar inanmadıkları için kendini helak edecek kadar tehlike sınırlarına yaklaşmış, tam bu noktada Cenâb-ı Hakk Habîbi’ni vahiyle teselli etmiş; Şuara sûresi âyette, (Habibim!) “Onlar iman etmiyorlar diye üzüntüden nerdeyse kendini yiyip tüketeceksin.„ buyurmuştur.
İnsanlar; Efendimizin (sav) rehberliğinde gönül dünyalarını Kur’an nuruyla aydınlatır, akıllara durgunluk verecek sistem ve nizamları basiretleriyle okur, yaratılan varlıklar içinde yerini çok iyi tayin eder, Allah’ın rızâsını ve hoşnutluğunu kazanabilmek niyetiyle amellerini ihlas ile yerine getirirlerse, Allah Zülcelal hazretleri -inşâallah- hiçbir ameli boşa çıkarmayacak ve karşılıksız bırakmayacaktır.
Hazreti Üstad Lem’alar’da, “Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı ihlas ile kazanılır. Kesret-i etba ve fazla muvaffakiyetle değil„ diyor.
İnsanlar kendi mes’uliyetinin şuurunda olur, kimseyi suçlamaz, başa gelen hâdiselerde kaderin hissesini unutmaz, ciddi bir nefis muhâsebesi yaparlarsa; hayat ve enerjilerini israf etmemiş olurlar. Komşu, âile, akraba ve arkadaşlar arası moral bozukluğuna sebebiyet veren hâdiselere karşı sabırlı, hissî harekette bulunmadan olgun davranışı tercih ederek ve insanların yorumlarına göre değil, Allah’ın (cc) insana bakışına göre hayatlarını tanzim etmelidirler.
Hizmet-i îmaniye ve Kur’âniye’ye gönül veren insanların gaye ve hedefi; rızâ-yı İlâhiyi esas alıp dünya ve âhiret mutluluğunu paylaşarak, barış ve huzur içinde yaşamayı tercih edip, evrensel değerlere sahip çıkarak vahdet-i ruhiye’yi korumak sûretiyle, devletler ve milletler arası muvâzene unsuru olmayı temsil etmektir.
İnsanların yanlışlıklarını nezâketle ve irşadla tashih etmek, maddî-mânevî dertlerini ve ızdırablarını paylaşmayı da bir vazife bilmektir. Tenkide, münâkaşaya asla tevessül ve tenezzül etmeden, müsbeti tercih etmek ve kavl-i leyyinle, tatlı dil ve güler yüzle insanlara yaklaşmak, hatta kötülük yapana dahi -Allah(cc) için- dişini sıkıp iyilikle muâmele etmektir.
Mü’min aldanır ama aldatmaz. Meşrû hedefe meşrû yollarla gitmeyi, herkese adâletle muâmele etmeyi, zulümden ve -haklı bile olsa- başkalarına güç kazandıran doğrulardan vazgeçmelidir. Çünkü; “Her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu demek doğru değildir.”(22.Mektub)
Birileri bizim kalbimizi kırsa, kırılsak bile biz aynıyla mukâbelede bulunarak onların kalbini kırmayalım. Hissiyatın gâlip olduğu anda yapılan yanlışlıklar dâvâya zarar verdiği gibi, tamiri zor olan ayrılıklara da neden oluyor.
Bu gerçeklerin önemine binâen Hazreti Üstad; ihlas risâlesine dikkat çekip, ‘laakal en az on beş günde bir okumayı’ teşvik buyurmuşlar; aklımıza, îmanımıza, iz’ânımıza hitap ederek uhuvvet risalesini de bizlere emânet etmişlerdir. Ne kadar okuyor, ne kadar hayâtımıza tatbik ediyor ve yaşıyoruz? Bu hususu herkesin vicdânına ve mes’uliyet duygusuna bırakıyorum.