Oksijen’de yer alan incelemede, 1957’den 1963’e kadar İngiltere’yi yöneten Başbakan Harold Macmillan, bir konuşmasında Ortadoğu problemi diye bir şey olmadığını, çünkü bir şeyin problem olabilmesi için çözümünün de olması gerektiğini söylemişti. İngiltere, aradan geçen uzun yıllar boyunca yaşanan 1967 Savaşı’ndan, Oslo Görüşmeleri’ne, Venedik Deklarasyonu’ndan 11 Eylül sonrası yaşananlara kadar bölgedeki tüm kritik gelişmelerin baş aktörlerinden biriydi. Birçok İngiliz lider ‘çözüm’ iddiasıyla farklı adımlar attı. Macmillan’ın sözünü geçersiz kılma çabalarında sıra bugünün başbakanı Keir Starmer’a geldi.
İngiltere Başbakanı Keir Starmer, İsrail’in bir ateşkes anlaşmasını kabul etmemesi ve uzun vadeli bir barış sürecine girilmemesi durumunda eylülde Filistin devletini tanıyacaklarını açıkladı.
Starmer’ın salı akşam yaptığı bu açıklama, Londra’nın uzun yıllardır devam ettirdiği Filistin politikasında yaşanan en büyük değişimlerden biri. İngiltere daha önce Filistin’i tanımayı bölgede yürütülecek olası bir barış sürecinin parçası olarak görme eğilimindeydi.
Ancak Starmer’ın açıklamalarıyla ilk kez bir İngiliz hükümeti, Filistin’i tanıma konusunda somut koşullar ve takvim belirlemiş oldu.
Peki bu karar neden şimdi geldi ve etkileri ne olacak?
Filistin’i tanımak ne anlama geliyor?
Tanıma kararı büyük ölçüde sembolik bir adım.
Karar genel hatlarıyla, sınırlarının veya başkentinin nerede olacağı gibi çetrefilli pratik konularla uğraşmaya gerek kalmadan, Filistin’in kendi kaderini tayin hakkının resmî ve siyasi olarak tanınması anlamına geliyor.
Filistin’in tanınması aynı zamanda iki ülke arasında tam diplomatik ilişkilerin kurulması anlamına da geliyor. Tanıma kararı gerçekleşirse Filistin’e ve Londra’ya karşılıklı büyükelçiler atanabilecek.
Savunucuları bu kararın iki devletli çözüme giden bir siyasi süreç başlatmak için ideal olduğu görüşünde.
Birleşmiş Milletler’e bağlı 193 ülkeden 140’ı Filistin’i devlet olarak tanıyor. Bunların içinde Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkelerin yanı sıra İspanya, İsveç, Norveç ve İrlanda gibi Avrupa devletleri de var. Ancak geçen perşembe Fransa, Filistin’i tanıma niyetini açıklayana kadar hiçbir G7 ülkesi böyle bir karar almamıştı.
İngiltere neden şimdi tanıma kararı alıyor?İngiltere Başbakanı Keir Starmer’ın Filistin’i tanıma konusunda bir takvim belirlemesinin arkasında iki uluslararası etken ve iç politikada oluşan ağır baskı önemli rol oynuyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron geçen hafta ülkesinin eylülde yapılacak BM Genel Kurulu’nda Filistin’i tanıyacağı açıklamasıyla topu Berlin ve Londra’nın sahasına göndermişti. Alman hükümeti Fransa’nın kararını takip etmeyeceğini açıklasa da, Macron’un ardından Starmer da konuyla ilgili kendi takvimini belirlemeyi tercih etti.
Bir diğer uluslararası faktör de Trump’tan gelen yeşil ışık. Trump’a pazartesi günü, Starmer’ın İngiliz milletvekillerinden gelen ‘tanıma’ baskısına karşı ne yapması gerektiği soruldu. Yanıt şu şekilde geldi:
“Ben bir tutum almayacağım, onun tutum almasına bir şey demem. Ben şu anda insanlara yiyecek ulaştırmaya odaklanıyorum”
Starmer, Filistin konusunda harekete geçmesi yönünde ülke içinde de yoğun baskı altında. Angela Rayner ve Yvette Cooper dahil en üst düzey kabine üyelerinden bazıları derhal tanıma kararını destekliyor.
Wes Streeting ve Shabana Mahmood gibi bazı etkili bakanlar da konuyu kabine toplantılarında gündeme getirdi. Aralarında İşçi Partisi milletvekillerinin üçte birinden fazlasının da bulunduğu, 250’den fazla milletvekili Filistin’in derhal tanınmasını talep eden bir mektuba imza attı.
Kamuoyu yoklamaları da harekete destek olduğunu gösteriyor. İşçi Partisi bağışçısı Dale Vince’in kurduğu Ecotricity tarafından yaptırılan ve Survation tarafından yürütülen bir ankete göre, halkın %49’u Birleşik Krallık’ın Filistin’i devlet olarak tanıması gerektiğini söylerken, %13’ü buna karşı çıkıyor.
Londra’nın planının detaylarında ne var?Salı gecesi yayımlanan resmî hükümet açıklamasında, İsrail bir ateşkesi kabul etmediği, Batı Şeria’yı ilhak etmeyeceğini açıkça belirtmediği ve Gazze’deki insani krizi sona erdirmek için “kayda değer adımlar” atmadığı sürece, Birleşik Krallık’ın BM Genel Kurulu’nda Filistin’i tanıyacağı ifade edildi.
Bu, fiilen İsrail’in uzun süredir Benjamin Netanyahu’nun reddettiği iki devletli çözüm ihtimalini yeniden gündeme getirmesini gerektiriyor.
Birleşik Krallık hükümetinin açıklaması ayrıca, Hamas’tan tüm rehineleri derhal serbest bırakmasını, İsrail’le hemen ateşkese gitmesini, silahsızlanmayı kabul etmesini ve Gazze’nin yönetiminde hiçbir rol oynamayacağını taahhüt etmesini talep ediyor.
Starmer, Eylül ayında İsrail ve Hamas’ın bu koşulları ne ölçüde yerine getirdiğini değerlendirecek.
Britanya medyası ne diyor?Birleşik Krallık’ın kamu yayıncısı BBC’nin konuyla ilgili yayımladığı analize göre Starmer’ın kararı ‘diplomatik bir levye’ vazifesi görecek:
“İki devletli çözüm yoluyla barışa giden kapı, 1990’larda gerçek bir umutla başlayan barış sürecinin çökmesiyle birlikte adeta tamamen kapanmış görünüyordu. Britanya’nın Filistin’i tanıma kararı ise, bu kapıyı yeniden aralamaya yönelik diplomatik bir levye işlevi görüyor”
Ülkenin sağ çizgide yayın yapan gazetelerinden Telegraph ise kararın sadece sembolik bir işlevi olacağı görüşünde:
“Sembolizmin ötesinde, bu adımın somut bir etkisi pek olmayacak. Nitekim, 147 ülke Filistin’i zaten tanıdı fakat bu, devlet olma ihtimalini değiştirmedi. Tanıma kararı, işleyen bir devleti ortaya çıkaramaz”
Adanın önde gelen gazetelerin Times da kararla birlikte artık topun ABD ve İsrail’in sahasında olduğuna dikkat çekiyor:
“Bu durum, şimdilik Filistin’in BM’deki varlığında bir fark yaratmayacak. Filistin hâlâ bir “üye devlet” değil, “gözlemci devlet” statüsünde; dolayısıyla oy kullanamıyor, önerge veremiyor ya da güvenlik konseyinde dönüşümlü koltuk alamıyor. Buna yönelik her türlü girişimi de ABD veto edecektir. Ancak birlikte hareket eden Fransa ve Britanya – her ikisi de güvenlik konseyinin daimi üyeleri – Filistin topunu yeniden İsrail’in ve onun son sığınağı olan ABD’nin sahasına bırakmış oldu”
Tarih ne diyor?Starmer’ın kararını masaya yatıran hemen her Britanya gazetesinin bugünkü sayısında tek bir isim yer alıyor: Sir Arthur James Balfour. İngiltere’nin eski dışişleri bakanı olan Arthur Balfour, 1917 tarihli ünlü deklarasyona da ismini vermişti.
1917’de imzalanan daktiloyla yazılmış bir mektup, Filistin’de Yahudi halkı için bir ulusal yurt kurulmasını “olumlu karşılayacağını” vaat ediyordu.
Ancak Balfour Deklarasyonu olarak bilinen bu belgede ayrıca, “Filistin’deki Yahudi olmayan toplulukların sivil ve dini haklarına zarar verecek hiçbir şey yapılmayacaktır” ifadesi de yer alıyordu. “Arap” kelimesi kullanılmamıştı ama kastedilen onlardı.
Bölgede bir Yahudi devletinin temellerini Balfour Deklarasyonu’yla atan İngiltere, bölgedeki Araplarla Yahudiler arasında çatışmalar artınca kontrolü Birleşmiş Milletler’e bırakarak Filistin’den ayrılmıştı.
İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy’nin dün Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmadaki gündemi de Balfour Deklarasyonu’ydu.
Lammy, Britanya’nın İsrail’in temellerinin atılmasına yardımcı olma biçimiyle gurur duyabileceğini söyledi. Ancak Filistinlilere verilen sözün tutulmadığını belirten Lammy, bunun “hala sürmekte olan tarihî bir adaletsizlik” olduğunu ifade etti.