Sulh Ceza Hakimlikleri'nin iptali için yapılan başvuruyu oyçokluğuyla reddeden Anayasa Mahkeme'sinde (AYM) karşı oy kullanan 5 üyenin gerekçeleri dikkat çekiyor.
Sulh cezaların kendi içinde işleyen
‘kapalı devre bir denetim usulü’ benimsediği vurgulanan gerekçede, "Kapalı devre işleyen bir sistemin bu yolu kullanan bireylere makul bir başarı şansı, dolayısıyla da güven verebileceğini söylemek mümkün gözükmemektedir.” deniliyor.
Eskişehir eski Sulh Ceza Hakimi Kemal Karanfil, görev yaptığı mahkemenin ‘hukuksuz’ ve ‘insanları mağdur ettiği’ iddiasıyla iptali için 2014'ün Kasım’ında Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu. Anayasa Mahkemesi ise Hakim Karanfil’in 10 sayfalık başvurusunu incelemiş ancak oy çokluğuyla sulh cezaların iptalinin reddine karar vermişti. Kararda dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Başkanvekili Alparslan Altan, üyeler Serdal Tercan, Serdal Özgüldür ve Osman Alifeyyaz Paksüt ise karşı oy kullanmıştı. Cihan Haber Ajansı, 5 üyenin karardaki karşı oy verme gerekçelerine ulaştı.
SULH CEZALAR KAPALI DEVRE İŞLEMEKTE, GÜVEN VERMEZ“Sulh Cezaların soruşturma işlemlerine ilişkin verdikleri kararlara karşı yapılan itirazın incelemesinin ‘farklı ve bağımsız üst dereceli bir mahkeme’ yerine, ‘birbiriyle iç içe geçmiş aynı derecede Sulh Ceza Hâkimlikleri'nce’ gerçekleştirildiği görülmektedir.” denilen karşı oy gerekçesinde, şu ifadelere yer veriliyor: “İtiraz incelemesi her şeyden önce bu yola başvuran kişilerde makul bir güven oluşturmamaktadır. Zira, itiraz usulünün etkili ve dolayısıyla güven veren bir kanun yolu olarak değerlendirilebilmesi için bu hâkimliklerin birbirlerine karşı da bağımsız olmaları, birbirlerinin etkilerine maruz kalmadan faaliyet gösterebilmeleri gerekmektedir. Oysa kendi içinde işleyen ‘kapalı devre bir denetim usulü’ benimsenmiştir. Kapalı devre işleyen bir sistemin bu yolu kullanan bireylere makul bir başarı şansı, dolayısıyla da güven verebileceğini söylemek mümkün gözükmemektedir.”
DENETİM OLANAĞI YOK, BU DA TEKNİK VE HUKUKİ HATALAR DOĞURUR
Gerekçede, bu düzenleme ile kapalı devre bir sistem oluşturularak tutuklama gibi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına en ağır müdahaleyi içeren koruma tedbirinin farklı mahkemelerce farklı bakış açılarıyla denetimden geçirilmesi olanağının kaldırıldığı vurgulanıyor. Gerekçede, şu ifadelere yer veriliyor: “Yeni düzenleme ile getirilen, kapalı devre olarak işleyen sistem; her şeyden önce ‘iç körlük’ riskini artırmaktadır. Çünkü getirilen sistemde tutuklama kararını veren ile bu kararı denetleyen hâkimler adeta iç içe geçmiş durumdadır. Ayrıca ‘iç körlük’ riskiyle bağlantılı olarak bu tür bir sistemde kişisel önyargıların/tercihlerin kararlara yansıması ve teknik-hukuki hataların yapılması riski oldukça yüksektir. Zira sistem kapalı devre işlemekte, farklı bakış açısıyla yapılan etkili bir denetim olanağı sunmamaktadır. Bu da doğal olarak teknik-hukuki hataların yapılması riskini artırmaktadır.”
Standardın oluşturulması için sulh cezaların bu kararlara itirazın da mutlaka sulh cezaların yapılması gibi bir zorunluluk söz konusu olmadığı hatırlatılan gerekçede, soruşturma aşamasında arama, tutuklama, yakalama gibi temel hak ve özgürlüklerle yakından ilgili koruma tedbirleri hakkında karar verme yetkisine sahip bulunan sulh cezaların etkileşimleri için öngörülen birbirlerinin kararlarını denetleme yetkisinin bu hakimliklerin iç bağımsızlıkları açısından sorun oluşturduğu belirtiliyor.
TUTUKLAMA KARARININ FARKLI MAHKEMELERCE DENETİMDEN GEÇİRİLMESİ ORTADAN KALDIRILMIŞGerekçede, itiraz başvurusunu değerlendiren sulh cezalar arasında kısır döngü gerçekleştiği, bu kısır döngü/kapalı devre sisteminin bu hakimliklerin kararlarına karşı benimsenen itiraz usulünün ‘etkili olmayan ve görünüşte bir denetim’ olmasına yol açtığa dikkat çekiliyor. Gerekçede ayrıca “Böylece getirilen itiraz sistemi ile tutuklama gibi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına en ağır müdahaleyi içeren bir koruma tedbirinin farklı bir bakış açısıyla daha güvenceli üst bir merciin denetiminden geçirilmesi olanağı ortadan kaldırılmıştır. Oysa getirilen düzenleme ile kapalı devre bir sistem oluşturularak tutuklama gibi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına en ağır müdahaleyi içeren koruma tedbirinin farklı mahkemelerce farklı bakış açılarıyla denetimden geçirilmesi olanağı kaldırılmıştır.” ifadesi kullanılıyor.
ÖN YARGI, TERCİHLERİN KARARLARA YANSIMASI, TEKNİK, HUKUKİ HATA RİSKİNİ OLDUKÇA ARTIRMAKTAGerekçede şöyle deniliyor: “Anayasanın 19. maddesinde öngörülen temel güvenceleri sağlamayan, kabul edilebilir haklı bir hukuki neden olmaksızın, tutuklama gibi kişi hürriyeti, güvenliği hakkına en ağır müdahaleyi içeren koruma tedbirinin farklı, daha üst mahkemelerce farklı bakış açılarıyla denetimden geçirilmesi olanağını ortadan kaldıran. ‘İç körlük’ olasılığının yüksek olması nedeniyle kişisel önyargı/tercihlerin kararlara yansıması ve teknik-hukuki hataların yapılması riskini oldukça artıran. Ayrıca bu mahkemeler ‘daire’ şeklinde teşkilatlanmayıp her birinin müstakil birer yargı yeri oldukları kuşkusuz olduğuna ve ‘itiraz’ üzerine diğer sulh hakimliklerinden hangisinin görevli olacakları işin doğasına (UYAP sırasına) uygun şekilde belirlenmediğine göre, bu durumun yukarıda işaret edilen mahkememiz kararlarındaki kural ve olgularla paralellik göstermediği açıktır. Bu nitelikleriyle toplumda ve özel olarak ceza soruşturmalarına muhatap bireylerde güven duygusunu zedeleyen itiraz konusu düzenleme Anayasa'nın 19. 2., 19. ve 36. maddelerine ve AİM'ye aykırı olduğu ve iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmadık.”
CİHAN