İşte Osmanlı revaklarının hikayesi

İşte Osmanlı revaklarının hikayesi
Osmanlı Döneminde Kâbe-i Muazzama'ya inşa edilen revaklar yine gündemde. Peki bu revakların tarihi nedir?
SEDAT GÜLMEZ - AKSİYON Kâbe-i Muazzama'yı kuşatan Osmanlı revakları niçin yapıldı? Bânisi gerçekten Kanunî Sultan Süleyman mı? İnşaat kaç yıl sürdü? Yapım aşamasında neler yaşandı? Osmanlı Devleti'nin Kâbe-i Şerif etrafına inşa ettiği revakların, tavaf alanını genişletme gayesiyle yıkılacağı iddiası son iki haftadır Türkiye gündeminde. Mevzuya “millî” hislerle yaklaşan birçok kesim Suudî idaresine tepkili. Çünkü kutsal topraklardaki son “Türk” izi yok edilmek isteniyor. Hükümet ise meseleye çift taraflı bakıyor. Özellikle Ramazan ve Hac dönemindeki yer sıkıntısını kabul ediyor. Fakat tarihî öneme sahip revakların zarar görmesine karşı. Çözüm? Kimine göre Türkiye'ye getirmek. Kimi içinse yerinde muhafaza. 16 Kasım itibarıyla Suudî Prensi Türkî el Faysal'ın açıklaması şimdilik son nokta: “Harem-i Şerif'te, ne olursa olsun tarihî mimarinin kaldırılmasına yönelik bir plan yok. Genişletme çalışmalarında, sadece Osmanlı revakları değil, daha önceki mimari de olduğu gibi kalacak.” Revaklar gündeme geldikten sonra ne zaman yapıldığına ilişkin kamuoyunda dolaşan ana bilgi, Kanunî Sultan Süleyman devrine işaret ediyordu. Buna göre onun emriyle Mimar Sinan tarafından hazırlanıp, 1590'da Mimar Mehmed Ağa eliyle yapılmış 500 küçük kubbeden oluşan süslü bölüm idi revaktan kasıt. Peki, tüm bu veriler ne kadar doğru? En sağlıklı bilgi muhakkak ki tarihî vesikalarda. İşte Başbakanlık Osmanlı Arşivlerindeki bazı belgeler konunun ayrıntılarını açık ve net günümüze taşıyor. Mesela 3 Zilhicce 980 (6 Nisan 1573) tarihli Mısır Beylerbeyi'ne hitap eden vesika bahsedilen inşa sürecinin 1590'dan 17 yıl evvel başladığına işaret ediyor. Bu da yapım aşamasının Kanunî değil oğlu II. Selim zamanında ele alındığı anlamına geliyor. Söz konusu metne göre Vezir Sinan Paşa İstanbul'a mektup gönderiyor ve Harem kubbelerinin dört beş yüz kubbeden oluşacağı Mısır tarafından mühimmat gelebileceği fakat 100 kadar taşçı ve yontucuya ihtiyaç duyulduğunu bildiriyor. Saltanat makamı da bu isteğe olur veriyor ve “Mısır'dan yeteri kadar taşçı ve yontucu ücreti verilmek üzere tedarik edilsin.” diyor. Yaklaşık 3,5 ayın ardından 17 Rebiülahir 980'de (16 Ağustos 1573) Mekke-i Mükerreme Şerifi'ne name yazılıyor. Daha önce kubbelerin durumu hakkında Şerif'in bildirdiği, 34 kubbe tamamlandı yollu haberin alındığı, buna sevinildiği, vazifenin başarılması sebebiyle de Şerif'e hil'at gönderilmesi isteği belirtiliyor. 14 Cemaziyelevvel 982 (1 Eylül 1574) tarihli bir başka vesika ise doğrudan kubbelerle ilgili olmamakla birlikte konuya ilişkin bazı ayrıntıları ihtiva ediyor. Harem-i Şerif mimarı Muhammed (Mehmed) Çavuş'un ailesinin İstanbul'dan Mekke'ye gideceği, yolda kimsenin kendilerine müdahale ve taarruz etmemesi emrediliyor. 25 gün sonra 9 Cemaziyelahir 982'de (26 Eylül 1574) Mısır Beylerbeyi ve Defterdarı'na gönderilen hükümde, Kadı Hüseyin'den mektup geldiği, Harem-i Şerif binası için filori (para birimi) istediği belirtiliyor ve bu sebeple 30 bin filori hazırlanıp ulaştırılması, işlemin Receb ayına kadar bitirilmesi emrolunuyor. Buraya kadarki belgelerden anlaşıldığı üzere inşa süreci planlandığı gibi ilerler. Fakat devrin şartları gereği bazı sıkıntılar da kendini gösterir. 4 Şevval 982 (17 Ocak 1575). Muhatap teamül gereği Mısır Beylerbeyi. Harem-i Şerif'e gerekli demir kirişler gemilerle gönderilmektedir. Bu arada bina eminleri Ahmed Bey ve Mimar Mehmed Çavuş İstanbul'a mektup göndermiş ve yapının 3'te 1'inden fazlasının tamamlandığını haber vermiştir. Yine demir yerine aynı sağlamlıkta sac ağacı denilen malzemeden kirişler istenmiştir. Ancak İskenderiye'den gemiyle taşınması sırasında bunlardan 22'si denize düşmüş ve çıkartılamamıştır. Vesika zararın önlenmesi adına başvurulacak ihraç, muhafaza gibi tedbirlerle tamamlanmıştır. 19 Cemaziyelevvel 984'e (14 Ağustos 1576) gelindiğinde Mekke-i Mükerreme Şerifi'ne yazılan nâme-i hümâyûnda kubbe yapımında ayakların tamamlandığı fakat Beyt-i Şerif'in rükn-i yemânî (Yemen köşesi) yönünde bir miktar eğilme meydana geldiği, bu sıkıntının da aşılması isteniyor. Cidde Beyi Ahmed'in hizmetleri övülüyor, mimar Mehmed Çavuş'un denetçi atandığı belirtiliyor. Ağustos'un son günü 6 Cemaziyelahir 984 (31 Ağustos 1576) tarihli hükmün muhatabı da Cidde Beyi. Kâbe etrafındaki kubbelerle ilgili hizmetleri övülüp Medine-i Mutahhara'da inşa edilmesi düşünülen mahallin bitirilmesi işi de ona havale ediliyor. Lazım gelen kereste ve benzeri malzeme için talepleri ise Mısır Beylerbeyi'ne ulaştırması isteniyor. Mısır Beylerbeyi'ne 5 Eylül 984'te (5 Eylül 1576) gönderilen nâmeden anladığımız kadarıyla kubbe işi bitmiştir. Fakat İstanbul ne zaman bittiğini öğrenmek ister. Çünkü kitabe hazırlanacaktır. Bu sebeple bitiş tarihi başkente ulaştırılmadı, orada hattatlarca kitabe yazısı hazırlanmalı ve kitabe mahallinde mermere kazıtılmalıdır. Aynı emir 25 Cemaziyelahir 984 (19 Eylül 1576) tarihli vesikayla Mekke Kadısı ve Cidde Beyi'ne de veriliyor. İlgili son vesikalardan biri de 3 Ramazan 985'i (14 Kasım 1577) gösteriyor. Mekke Kadısı'na verilen emre göre, kubbelerin içi döşenmemiştir. Bu, namaz sırasında sıkıntıya yol açmaktadır. Seyyidler, ayan, eşraf ve hacılar buranın döşenmesini talep etmektedir. İstanbul da bu taleplere kayıtsız kalmaz ve mermer ile döşenmesini ister. Fakat talipler mermer olacaksa eskisi gibi kalsın der. İstanbul bu durumda kadıya münasibi neyse ona göre amel edilmesini emretmektedir. Nihayet tüm vesikalardan anlaşıldığı üzere inşaat 1590'da değil, II. Selim saltanatının son iki yılında başlamış, oğlu III. Murad'ın ilk iki senesinde bitirilmiştir. Ortalama 3,5 yıllık bir süreç. Kanunî devrinde yapılmadığı açık. Ancak planların onun zamanında Mimar Sinan tarafından hazırlanma ihtimali tümden yok değil. Mimarın ismi Mehmed veya Muhammed Çavuş. Revaklar mimarî yönden üst düzey değildir. Lakin bu onun tarihî önemini ortadan kaldırmaz. Niye yapıldığı meselesi açık değilse de tahminler genel itibarıyla bölgenin sıcağından hacıları koruma, Kâbe-i Muazzama'yı tehlikelere karşı açık hedeflikten kurtarma şeklinde sıralanabilir. Tavaf alanının belirlenmesi de sebeplerden biri diye zikredilebilir. Ve meseleye son nokta, kamuoyundaki tarihî eserlere yönelik algıyla ilgili. Birçok uzman toplumdaki Osmanlı eseri hassasiyetinin sadece Türkiye dışındaki ve hatta Arap âlemindekilerle sınırlı kalmaması gerektiğini söylüyor. Yine başta İstanbul'un merkezindeki asırları aşmış fakat kaderine terk edilmiş binlerce ecdad yadigârı esere sahip çıkılması ve korunması hususunun altını çiziyor.
23 Kasım 2011 08:15
DİĞER HABERLER