Türk Lirası, son iki yılda değerinin yüzde 40’ından fazlasını kaybetti ve şimdi de Türkiye’nin döviz rezervleri azalıyor. Yatırımcılar, bu durum karşısında Ankara’nın seçeneklerinin neler olduğunu değerlendiriyor.
T24’ün aktardığı Reuters’ın konuya dair haberine göre, 850 milyar dolarlık ekonominin potansiyel ihtiyaçları çok fazla. Türkiye, tam anlamıyla bir krize girmesi ve uluslararası borç alma kuruluşlarının kapısını kendisine kapaması durumunda analistlerin tahminine göre borçlarını ödeyebilmek için 40 ila 90 milyar dolar bulmak zorunda kalacak. Birçok ekonomist için bu gelişmekte olan piyasa krizlerine fazlasıyla uyan bir örnek.
Dış borcun yıllarca birikmesi ve ödemelerin dengesindeki aralığın giderek artması ile iç ve dış yatırımcıların duyduğu güvenin ortadan kalkması buluşunca para değer kaybetti, enflasyon yükseldi ve Merkez Bankası durumu kontrol etmek için faiz oranlarını artırdı. Faiz oranları ve döviz şokları da derin resesyon ve bankacılık sisteminde problemleri tetikledi. Firmalar ve haneler aldıkları borçları ödemekte zorlanır hâle geldi, bu da faiz oranlarını sürdürülemez ve dövizi daha da zayıflamaya açık hâle getirdi.
Yabancı yatırım durma noktasına geldiğinde ve nakit para tamponları ortadan kalktığında; Reuters’a göre Türkiye’nin ‘daha büyük ve uzun bir resesyona sebep olacak bir cari hesap fazlası oluşturmayacak’ birkaç seçeneği var. Dış yatırımcıların ihtimal dahilinde gördüğü bazı senaryolar şöyle:
1. Sermaye piyasaları karşısında zaman kazanmak
Ankara’nın borç alma maliyetleri arttı ancak henüz uluslarası sermaye piyasalarının dışında bırakılmaya yakın bile değil. Nispeten rahat bir borç/GSYH oranına sahip olması (Yıl sonunda yüzde 35’e tırmanması beklenen bu oran, gelişmekte olan çoğu piyasanınkinden daha az) sayesinde biraz nakit para elde edebilir ve harcadığı rezervlerin bazılarını yerine koyabilir.
2. Uluslararası Para Fonu (IMF)
Türkiye IMF’den yardım isteyebilir ancak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu fikre karşı. Türkiye son 50 senede yaklaşık 20 defa farklı seviyelerde yardım için IMF’nin kapısını çaldı. 2008’de sona eren son şartlı borç verme programı kapsamında uygulanan kemer sıkma politikaları Türkiye için hâlâ acı bir anı olarak duruyor.
Borç veren kurumların çok azı IMF kadar güçlü, güvenilir çek ve bakiyelere sahip ve yabancı yatırımcı için güvenli olabilir. Ancak Reuters’a konuşan Moody yöneticilerinden Yves Lemay, Erdoğan’ın IMF konusunda bir ‘U dönüşü’ yapmasının kolay veya pek mümkün olmayacağını söyledi.
3. Körfez’deki ‘arkadaşlardan’ biraz yardım
Ankara, ihtiyacı olan arkadaşlarına yardım eli uzatmasıyla bilinen Körfez ülkelerinden en çok Katar ile yakın. Geçen yaz Türkiye’nin yaşadığı döviz krizinin ardından Katar, Türk Lirası’na destek için ekonomik projeler ve yatırımları da kapsayan 15 milyon dolarlık bir destek paketi sözü vermişti. Paket, 3 milyar dolarlık döviz takasını da içeriyordu.
Kaynaklar, daha sonrasında yaptıkları açıklamalarda Doha ile yürütülen görüşmelerin bir yere varmadığını bildirdi ve Türkiye’nin finansal sıkıntıları tekrar başladığından bu yana da bir destek açıklaması yapılmadı. Katar’ın en büyük bankaları, Katar Ulusal Bankası ve Commercial Bank’ın Türkiye’de hisseleri var.
Körfez’deki diğer seçeneklerse sınırlı. Türk bankalarına büyük yatırımlar yapan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkiler Körfez krizinde Ankara’nın Doha’yı desteklemesinin ardından hasar gördü.
Bazı kişiler Avrupa Birliği ülkelerinin teker teker veya bir blok halinde Türkiye’ye bir yardım eli uzatabileceğini iddia etmişti. Ancak Yunanistan örneğinde olduğu gibi büyük yardımlar IMF programına bağlı olarak gerçekleştiriliyor ve büyük bir yardım için yeterince siyasi momentum yok.
Geriye sadece Rusya ve Çin kalıyor. İkisi de BRICS bankasının, -ya da yeni adıyla Yeni Gelişim Bankası’nın bir parçası. Ancak sadece 100 milyar dolarlık yetkili sermayeye sahipler ve bu bankalar kurtarma girişimlerine yardımcı olmak için tasarlanmadı.
4. Sermaye kontrolü
Hiçbir ülke sermaye kontrolleri uygulamak istemez ama birçoğu krizler sırasında uygular. Türkiye, geçen Mart ayında yerel bankaların yabancı bankalarla lira alım satımlarını kısa bir süre durdurmasıyla bu uygulamanın yakınından geçmişti.
Türkiye aynı zamanda dolar transferlerine ufak kısıtlamalar getirdi ama finans piyasalarının daha fazlasına ihtiyacı var gibi duruyor. Türk bankalarının dayanak varlıklarının değerine kıyasla hisse fiyatı Yunanistan’ın kriz döneminde olduğu kadar az.
Ancak böyle hamlelerin sonuçları vardır. Türkiye’nin büyük kontrol uygulamaları getirmesi yabancı yatırımcıları kaçırabilir; bu da hükümetin harcamayı daha da azaltmasına ve resesyonun daha da kötüleşmesine sebep olur.
5. Merkez Bankası hamlesi
Türkiye Rusya örneğini de takip edebilir. Rusya, 2014 yılında kendi finans krizini kontrol altına almak için “enflasyon hedef alma” politikaları uygulamıştı, Türkiye de bunları takip edebilir. Bu, birçok merkez bankaları tarafından kullanılan bir uygulama.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın benzer bir yol izleme kararı alması durumunda yön değiştirmesi (bazı oranları salı günü düşürdü) ve para politikasını sıkılaştırması gerekecek. Bunu yapmak için çok da kolay olmayan bir şey lazım: Ekonomik faaliyeti artırmak için borçlanma maliyetlerini düşüren Erdoğan’dan daha fazla kontrol almak.
Pictet Asset Management’ta kıdemli ekonomist olarak görev yapan Nikolay Markov, “Merkez Bankası bir ülkeyi kurtarmakta rol oynayan en önemli aktörlerden olmalı” diyor. Markov’a göre, mevcut krizle başa çıkmanın tek yolu enflasyonla mücadelede faizleri artırarak bağlılığını göstermeli. Faizleri artırmak, enflasyonu hedeflenen seviyelere indirebilir ve TL’deki değer kaybını zaptedebilir.
Türk Lirası bu yıl dolara karşı yüzde 12 değer kaybetti, enflasyon ise geçen yıl beklenmedik bir şekilde yüzde 19.5’e kadar yavaşladı.
Enflasyonun beklenmedik bir şekilde tekrar sıçraması durumunda merkez bankası faiz artışlarını kullanma ihtimalini yok saymadı, ancak salı günkü takas oranı kesintisi bu mesajı daha karışık hâle getirdi.