Kaybettirme lüksü olmayanlar

Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Osman Şahin yeni köşe yazısını 'Kaybettirme lüksü olmayanlar' başlığıyla köşesine taşıdı.
Önceki yazıda kerim olarak yaratılan insanın, işledikleri büyük cinayetleri perdeleyerek vicdanlarını nasıl rahatlattıkları ve bu şekilde büyük zulümlere imza atabildikleri konusu üzerinde durmuştuk. Bu yazıda ise insanlığın en doğru ve şaşmaz rehberleri olan peygamberlerin bu meselelerin nasıl üzerinden nasıl gelebildikleri ile devam edelim…

 

Hazreti Yusuf (aleyhisselâm) kendilerine yaptıkları o kadar zulme rağmen, su kabı kardeşi Bünyamin’in yükleri arasında çıktığında kardeşlerinin ‘Eğer çalmışsa zaten daha önce onun kardeşi de çalmıştı’ demeleri karşısında kendisini frenliyor ve asla onların yaptıklarını ortaya dökerek daha da kaybedebilecekleri bir yola girmelerine izin vermiyor.

 

Çünkü, O kendisine kötülük yapanları dahi iman cephesi adına kazanmanın peşindedir ve yaşadığı şahsi ve bireysel hakların peşine düşerek bunun yok olmasına asla izin vermiyor:

 

“Yusuf (aleyhisselâm) onların bu haset dolu suçlamalarına karşılık içinden “Asıl kötü durumda olan sizlersiniz!” diye geçiriyor fakat bu düşüncesini dışa vurmuyor. Çünkü açıktan söylemesi, hatta mimikleriyle de olsa bu duygusunu belli etmesi uygun olmazdı.

 

Kendine yakışanı yapıyor ve kardeşlerinde bir tepki ve cepheleşme oluşturmuyor. Kelâm-ı nefsî dediğimiz bu tür iç konuşmalardan dolayı insan sorumlu olmaz, hesaba çekilmez. İçinden geçirip duygusunu dışa yansıtmaması, o anda hırsızlıkla itham edildiği hâlde bir tepki vermemesi Hazreti Yusuf’taki (aleyhisselâm) hazm-ı nefsi ve olgunluğu gösteriyor.

 

Yani olumsuz bir davranışa karşı içindeki duygularını ortaya koyarak daha ciddi olumsuzluklara sebebiyet vermiyor. Duygusunu davranışına yansıtıp onlara soğuk ve suçlayıcı davransaydı, kardeşleri suçluluk psikolojisiyle uzaklaşıp giderlerdi. Hatta dalalet ve küfre düşme riskleri bile söz konusu olabilirdi. Çünkü o günkü ortam buna müsaitti. Hâlbuki tevbe kapısı her zaman açıktır. Bir peygamber, insanları tevbe kapısından uzaklaştırmaz. Bilakis onları her fırsatta o kapıya yönlendirmeye çalışır.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)

 

Bu hareket tarzı peygamberlere yakışandır ve tarih boyunca bütün peygamberler ne kadar büyük olursa olsun kendi şahsi haklarından hep fedakarlıkta bulunarak insanların kurtuluşu için çalışmışlardır.

 

Onlar sahip oldukları hakların peşine düşerek insanların, her zaman açık olan tevbe kapısından uzaklaşmalarına asla izin vermemişlerdir. Onların davaları ve yaşam gayeleri hep insanları kazanarak Cenab-ı Hakk’ın kapısına yönlendirmek olmuştur.

 

Zaten, Hazret-i Yakup’un oğullarına karşı davranış ve tutumunda da aynı karakter ve hareket tarzı görülmektedir. Baba ve oğul (aleyhimüsselam) bu kardeşlerin kazanılması ve daha sonra onlar üzerinden büyük hizmetlerin hayata geçirilmesi adına vahyin ışığı altında aynı felsefe ile hareket etmişlerdir:

 

Aynı tedbirli ve olgun duruşu Hazreti Yakup’ta da görüyoruz. O da çocuklarının yıllar önce yaptıkları kötü plandan çektiği ve yıllarca Yusuf’una hasret yaşadığı hâlde çocuklarına cephe almadı, sürekli onları suçlayıp durmadı, onları tamamen yalnız bırakmadı ve onlarla ilgisini belli bir seviyede devam ettirdi. İki peygamber de bunu konum ve karakterlerinin gereği olarak yapıyordu fakat bir taraftan da onların bir gün pişman olup tevbe edeceklerini, sonrasında yararlı işler yapacaklarını ümit ediyorlardı.

 

Çünkü ne de olsa peygamber hanesinde yetişmişlerdi ve diğer insanlara göre daha avantajlı bir konumda bulunuyorlardı. Dolayısıyla gelecekte görecekleri misyon hatırına onlara katlanmak, olumsuz tavırlarını hazm-ı nefs ile karşılamak gerekiyordu.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)

 

Bu noktada, Hizmet insanlarının durduğu yer de farklı değildir. Çünkü onlar da bu yola çıkarken aynı felsefeyle yola çıkmışlar ve insanları hep hak yola ulaştırma davası ve azmiyle çalışmışlardır. İnsanları kaybetmeyi değil kazanmayı hedeflemişlerdir ve bu yolda da çok büyük imtihanlara tabi tutulmuşlardır.

 

Şüphesiz ki peygamberler eliyle ortaya konan böyle bir yol ve çizgiyi koruyup devam ettirebilmek hiç de kolay değildir. Günümüzde buna muvaffak olabileceklerin ancak peygamber varisleri ve ahir zamanda sahabe mesleğini kendilerine yol edinmişlerden başka olamayacağı da ortadadır:

 

“Hazm-ı nefs etmek, yani olumsuz söz ve davranışları olgunlukla karşılamak, sevilmeyen tavırlara aynısıyla karşılık vermemek oldukça zor bir iştir. Bu, insanda ciddi bir karakterin oturmuş olmasına bağlıdır.

 

Bu zorluğundan dolayıdır ki Allah nazarında böyle bir duruşun çok büyük kıymeti vardır. Allah olgun davrananların, kötülükleri iyilikle savmaya çalışanların bu yönlerine kıymet üstü kıymet bahşeder. Ötede bu kıymetleri büyük mükâfatlarla ödüllendirir.

 

Öyleyse insanların olumsuz davranışlarına maruz kalınca, işin hem dünyevî hem de uhrevî yönünü hesap ederek olgunlukla karşılık vermek gerekir. Böylece hem muhataplar uzaklaştırılmamış, soğutulmamış hem de Allah’ın sevdiği, razı olduğu bir özellik ortaya konarak ahirete yatırım yapılmış olur. Hazreti Yakup, evlatlarının, Hazreti Yusuf da kardeşlerinin ahiretini düşünerek, onlar adına bu yatırımı yapıyorlardı.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)

 

HERKESİ AYNI KEFEYE KOYMA VE SÜREÇ

 

Burada ele aldığımız ayetten önceki ve sonraki bazı ayetlerden de anlaşıldığı üzere kardeşlerin hepsi Yusuf’u (aleyhisselâm) öldürme ya da kuyuya atma planlarında aynı fikirde değillerdi:

 

Bazı rivayetlerde en büyükleri olduğu ifade edilen kardeşin, öldürme planına itiraz edip kuyuya atma fikrini verdiğini Kur’ân’dan öğreniyoruz. Onun dışında da insaflı olan vardı mutlaka. Fakat onlar da cerbeze yapan, kafaları karıştıran, akılları çelen birkaç çığırtkanın tesirinde kalarak seslerini çıkaramamış, fikirlerini açıklayamamış olabilirler. Onlar öyle çığırtkanlardı ki babalarını bile açıktan suçlayabiliyorlardı.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)

 

Muhakkak ki, günümüzde yaşanan zulüm sürecine karşı sessiz kalan insanları da aynı kefeye koymamak lazımdır. Değişik saiklerin, faktörlerin etkisiyle bu zulümlere ortak olanlar da vardır:

 

Dolayısıyla, Kur’ân’ın da verdiği bir kısım ipuçlarına binaen, kardeşlerin hepsini aynı kefeye koymamak gerekir. Ama aynı zamanda şu gerçeği de görmek icap eder: Demek ki hakkın, hakikatin, doğrunun farkında olanlar, onları tasdik edenler, yapılan kara propagandanın tesirinde kalarak sessiz kalabiliyorlar. Haklı oldukları hâlde ezilen, dışlanan, haksız yere suçlanan insanların yanında duramıyorlar.

 

Canlarının, konumlarının, aile fertlerinin tehlikeye maruz kalmasından korkarak mazluma destek olma cesareti gösteremiyorlar. Ne var ki, haksızlık karşısında sessiz durmanın da kendine göre bir vebali vardır. Allah Resulü’nün beyanlarına göre, kötülüklere karşı el ve dil ile mücadele etmek gerekir. Bunlara gücü yetmeyen, en azından kalbiyle buğz etmelidir. Bu da imanın en zayıf derecesidir. İmkânı olduğu hâlde eliyle diliyle kötülüklere karşı koymayanlar mesul olurlar.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)
18 Nisan 2025 12:45
DİĞER HABERLER