'Kendisinden ve gafletinden gafil'

“Eğer nefsime hitaben okuduklarımı sen anlamışsan, Kur’an’ın beyanının mânâ cihetindeki i’caz (mucizelik) nurlarından bir Lem’ayı kavramışsın demektir. Zira bu mesele, Kur’an’ın lebâleb mânâlarla dolu i’caz deryasının sızıntılarından bir sızıntıdır.”
Safvet Senih / samanyoluhaber.com
KENDiSİNDEN  VE  GAFLETİNDEN  GÂFİL

Mesnevi-i Nuriye’de, On Üçüncü Risale olan “Kur’an yıldızlarının nurlarından bir NUR” var. Arapça yazılan bu Risale Barla’da Risale-i Nur’un birinci katibi Şamlı Hafız Tevfik’e Üstad Bediüzzaman Hazretleri tarafından yazdırılmış ve bizzat Üstad tarafından tashih edilmiş müstakil bir eser olarak, Necmeddin Şahiner’in Barla’daki araştırmaları sırasında ortaya çıkmıştır. Ümit Şimşek ve bir heyet tarafından tercüme edilmiştir.

Bu mübarek eserin İkinci İ’lemi’nde deniliyor ki:
“Kur’an’ın ummânından kalbime akan feyizden sen de yudumlamak istersen, nefsime hitabımı gören bir kalble dinle:
“Ey kendisinden ve gafletinden gâfil nefis!
“GAFLET, KÜFRAN ve  KÜFÜR, silsile hâlinde takip eden nihayetsiz muzaaf muhaller üzerine kuruludur. Zira sen birşeye –bilhassa hayat sahibi ise- baktığın zaman ve sonra da onu tek bir ilah olan  Allah Teâlaya isnad etmediğin (Allah yaratmıştır demediğin) takdirde, toprağın, havanın ve suyun cüzleri adedince, hatta zerreler ve mürekkebâtı adedince, hatta İlâhî tecelliler adedince ilâhları kabul etmek gibi acip muhalleri (imkânsızlıkları) kabul etmen lâzım gelir. (…)   

“Toprağın cüzleri sayısınca ilahlar kabul etme mecburiyetine gelince: Elbette bilirsin ki, toprağın hangi cüz’üne bakacak olsan, hangi nebat ve ağaç, hangi çiçek ve meyve olursa olsun hepsinin mesulüne elverişli olduğunu görürsün. Eğer bu hakikatı aynelyakîn görmek istersen, o toprağı saksıya doldur; sonra ona İNCİR  çekirdeğini ek, tâ ki, meyveli bir incir ağacına dönüşsün. Sonra onu çıkar, onun yerine NAR  çekirdeğini ek. Ondan sonra ELMA   çekirdeği ek. Bütün meyveli ağaçları  o saksıya yerleştirinceye kadar böylece devam et. Halbuki, o ağaçlar arasında, muntazam cihazlar ve mevzun (ölçülü, âhenkli) teşekkülleri itibariyle pek çok farklılıklar görmüşsündür. Mesela İNCİR  çekirdeğinde yerleşmiş bulunan kaderî  makine, nebatattan ŞEKER işleyen bir fabrika gibi çalışıyorsa, NAR  çekirdeğinde yerleştirilmiş bulunan kudret makinesi de İPEK  dokuyan bir makine gibi  çalışır. İşte bunlar gibi, diğerlerini bunlara kıyas et.

“Daha sonra, MEYVE çekirdekleri yerine, dünyada ne kadar ÇİÇEK tohumu varsa, hepsini birbiri ardınca ek. Öyle ki, bu saksıdaki toprağa ölü ve camid olarak girip sonra oradan canlanmış, sümbüllenmiş ve çiçek açmış olarak çıkmayan hiçbir ZERRE kalmasın.

“Şimdi, ey saksı sahibi! Eğer senin gafletin maddiyyunun (maddecilerin) mezhebinden hasıl oluyorsa, gafletini devam ettirmen için, elbette ve katiyen sana gerekir ki, senin şu saksının içinde, ağaçlar adedince mânevî fabrikaların ve çiçekler adedince makinelerin bulunduğunu kabul edesin. Eğer tabiat merci olsa, toprağın herbir cüzünde, hatta herbir zerresinde, tabiatın nihayetsiz MATBAALAR bulundurması lazım gelir. Çekirdek ve tohumlar ise, maddede birbirinin misli, teşekkülde birbirine benzer, şekilde birbirine yakın şeylerdir ki, zerre kadar bir pamuk parçasına benzeyen o şeylerden, yığınla ipek, çuha, yün ve benzeri kumaşlar örülür. ‘Sizi tek bir nefisten yarattı.’ (Nisa Suresi, 4/1) ve ‘Hareket eden her canlıyı sudan yarattı.’ (Nur Suresi, 24/25) gibi âyetler ise işaret ediyor ki: Sizin yaratıldığınız madde birdir, sizin gibi terkip edilmiş değildir, ondan çok daha küçüktür. Böyle bir şey ise, içinden sizi çıkaracak bir masdar ve sanatlı bir şekilde yapılışınız için menşe olamaz. Çünkü kendisinden bir sanat  eseri çıkan şey, o sanat eserinin kendisi kadar veya ondan daha büyük olmalıdır. Halbuki, o tohum ve çekirdeklerin her biri basitliğiyle beraber ipleri kaderin mühendisliğiyle biçilmiş bir cetvel gibi ve küçüklüğüyle beraber aslî mahiyetinin bütün vücudî düsturlarını içinde barındıracak şekilde icad ediliyor ve ağaç dallarının ve bitki âzâsının incecik nihayetlerinde ve gayet nazik hudutlarında ibdâ ediliyor. İşte şu icad ve ibdâ, en doğru sözlü birer şahid olarak bildirirler ki, bütün bunları böylece yaratan Zât, gökleri ve arzı yaratan ve kudretine nisbetle zerrelerle güneşler eşit olan Zâttan başkası olamaz. (…)

“Şimdi de saksındaki toprağı boşalt ve bu defa başka toprakla doldur. Daha evvel yaptıklarını bu toprak için de tekrarla. Sonra toprağını yenile, aynı muameleleri tekrarla. Nihayet dünyanın bütün toprağını bitirinceye kadar böylece devam et. Yeryüzündeki seyahatin sırasında her neviden, pek kesretli ve dağınık toprak efradıyla karşılaştığın için, filcümle toprakların çoğunun yüzünde muamelenin bilfiil cereyan etmesi her ölçek toprakta muamelenin eşit şekilde cereyan edeceğine şahitlik edecektir. 

“Daha sonra da havaya, suya, ışığa dön; bunları da saksının ölçeğiyle tart. Neticede hepsinde yine bire bir aynı çıkacaktır.
“Eğer nefsime hitaben okuduklarımı sen anlamışsan, Kur’an’ın beyanının mânâ cihetindeki i’caz (mucizelik) nurlarından bir Lem’ayı kavramışsın  demektir.  Zira bu mesele, Kur’an’ın lebâleb mânâlarla dolu i’caz deryasının sızıntılarından bir sızıntıdır.”

Üstadımızın bu derin tefekkür ve tefeyyüzlerinden sızan eserleri mütalaa ve müzakere etmek bizler için en büyük bahtiyarlıktır…

01 Kasım 2018 11:21
DİĞER HABERLER