Kimse tehlikenin farkında değil!

Gazeteci-Yazar Tarık Toros'un yeni yazısı Tr724.com'da yayınlandı.


NE SAKAL KALACAK NE DE SAÇ! 

Altemur Kılıç, 92 yaşında vefat etmiş. Allah rahmet etsin. Habertürk yıllarında editör-yazar münasebetimiz olmuştu. Teknolojiye yatkındı. Yazılarını Word dosyasında yazar, mailine ekler yollardı.

Habertürk, o yıllarda başta işsiz gazeteciler olmak üzere hayli geniş bir yelpazede pek çok isme kucak açtı. Cengiz Çandar’dan Can Ataklı’ya… Korkut Özal’dan Soner Yalçın’a, Yaşar Nuri Öztürk’e, Yıldırım Aktuna’ya kadar yığınla isim geldi program yaptı, köşe yazdı, özgürce kendini ifade etti.

Ahmet Taşgetiren, dönemin başbakanının telkiniyle Yenişafak’tan kovulunca onu da davet etmiştik. Teklifi bizzat götürdüm, telifi karşılığında sitede yazacaktı. Kabul etti, anons ettik, sonra bir bahaneyle vazgeçti. Perihan Mağden’e de ulaşmıştık, kitap çalışması olduğu için teşekkür etmişti.

Özgür platform hayali

Ufuk Güldemir’in Habertürk çatısı altında bir de hayali vardı: O dönem pıtrak gibi çoğalan ve bir süre sonra maddi olanaksızlıklardan kapanan haber sitelerine platform olmak istiyordu. Açık ofiste bir masa, bilgisayar ve güçlü internet bağlantısı sağlayıp hayatiyetlerini sürdürmelerini amaçlıyordu. Kısmen hayata geçirdi ama arkasını getiremedi.

Yine… Güç birliği yapmak için belli başlı internet siteleri ile görüştü. Fikrini, Cemil Barlas (haberx) ve Nevzat Basım (nethaber) ile de paylaşmıştı. Ne çare, benim de olduğum Habertürk kafesindeki dörtlü görüşmenin arkası gelmemişti.

Esasen bu mümkün değildi. Bağımsız yayınlar, bir çatı altına girdiğinde bağımsızlıkları erimeye başlar. Ev sahipliği yapan irade, bir süre sonra tüm yayınları kontrol etmek ister. Bu kaçınılmazdır. Onun çatısı altında onu rahatsız edecek bir yayına imza atamazsın.

Medya tarassut altında

15 sene sonra bugün, ülkede olan budur esasen. Medya, bir iki gazete ve internet sitesi müstesna, tek merkezden, müthiş ve amansız bir kontrol ve tarassut altında. Habere imza atarken, “Ankara’yı rahatsız eder miyim” kaygısı had safhada. Hatta… Bırakın rahatsız etmeyi, “Ankara’yı mutlu etme” güdüsüyle hareket ediyorlar.

Son ByLock olayı bunun tipik bir izdüşümüdür. Hürriyet’teki manşetin sahibi olan muhabir İsmail Saymaz, Medyatava’ya, “Biz bu haberi sadece ByLock ile Fetö arasındaki kuvvetli delil olarak gördük ve bu amaçla yaptık. Bu haberin işlevi budur” dedi.

O halde soru şu: Bu haberin “kuvvetli bir delil” olduğunu düşünmeseniz, bilakis iddiaları çökerteceğini görseydiniz, yine basar mıydınız? Esasen, herkese açık legal mesajlaşma uygulamasını kullanmak örgüt üyeliği olamayacağı gibi, illegal yöntemle ele geçirilmiş kerameti kendinden menkul mesajlar da delil olmaz. Kaldı ki, sorgulayan nerede?

Vatandaş bilme hakkından mahrum

Sadece bu bile Türk medyasının içinde bulunduğu hali göstermesi açısından yeterlidir. Türk halkı, darbe soruşturmasında üzerinde uzlaşılan failin lehindeki delilleri öğrenme ve bilme hakkından mahrumdur.

Hukuk zaten bakmıyor. Gazetecilik, savcıların paradigmalarını desteklemeyen bilgi, belge, açıklama ve iddialara kapalı. Öyle ki, haber toplantısında kuşkularını dile getiren gazeteciler bile kendi amirleri tarafından itham edilir oldu.

Dünya darbe öyküsünü kabul etmedi

Ankara’da büyük telaş var. Çünkü dünya, darbe öyküsünü kabul etmedi. Sadece Amerikan veya İngiliz basını değil, Rus, Fransız, Alman, hatta Katar medyası bile Türkiye’de olan biteni büyük soru işaretleriyle duyuruyor. Geçen El Cezire’de, Türkiye’deki Kürt medyasına dönük kapatma ve baskılar, yarım saatlik bir haber programda eleştirildi.

Telaş şundan: Tozlar kalktıkça, darbenin darbe gibi olmadığı, hatta bilinip fırsata çevirildiği, bunu yalnızca bir gruba havale etmenin imkansız olduğu anlaşılmaya başladı. Üstüne olağanüstü hal gerekçesiyle insanlık suçları da eklenince, kameralar önünde rezil olma dönemi evresine geçildi. OHAL’e örnek gösterilen Fransa’nın Dışişleri Bakanı, Ankara’da Türk Dışişleri Bakanı ile ortak basın toplantısında “Sizinki farklı, bizim ülkemizde yargı bağımsız” deyiverdi.

Hoş, atı alan Üsküdar’ı geçti. Ve tüm bunlar, solcusu, sağcısı, sosyal demokratı, devrimcisi, milliyetçisi, milli görüşçüsü siyasal İslamcısı, Alevisi, Sünnisi, Kürdü, Türkü vesaire… Herkesin gözü önünde oldu. Cemaat husumetinden kimsenin sesi çıkmadı.

‘Hele şu temizlik bitsin’

İktidara oy veren yüzde 50’nin karşısındaki yüzde 50’lik bu güruhun kafa sesi şöyle diyor: “İktidarlar gelir geçer, devlet yıkılırsa yeniden kurulur, hele şu temizlik bir bitsin hele.”

Bunların halini de en iyi şu fıkra anlatıyor: Eski tarihte, meşhur filozof tecrübelerini toparlamış, “kurallar kitabı” yazıyor. Sonlara doğru nereden estiyse şöyle bir tespit yapmış; “Sakalı bir tutamdan uzun olan ahmaktır.” Tabi hemen kendininki hatırına gelmiş. Avuçlamış, bir tutamdan uzun. Masasındaki muma doğru eğilip tutamdan taşan kısmı yakayım demiş. Sakal ucundan tutuştuğu gibi, toptan kül olmuş. Saçını, yüzünü de yakmış. Canını zor kurtaran filozof, bu salak tespitinin altına şu dipnotu düşmüş; “Bittecrübe sabit.”

Milyonlara varan kendi vatandaşını ötekileştirip ateşe atarak, kalanı muhafaza edebileceğini düşünen eblehlerin ruh hali, daha iyi anlatılamazdı. Ne sakal kalacak, ne de saç!
27 Ekim 2016 17:53
DİĞER HABERLER