CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, kişinin açık rızası olmaksızın elde edilen ve arşivlenen kişisel verilerin imha edilmesi hakkında kanun teklifi verdi. Tanrıkulu, "1980 darbesinde Türkiye'de 1 milyon 683 bin kişinin, 28 Şubat sürecinde ise 6 milyon kişinin fişlendiği belirtilmektedir. Bugün yaşanan fişlemelerin bu anti demokratik dönemlerden hiçbir farkı yoktur." dedi.
Sezgin Tanrıkulu, teklifin gerekçesinde, Anayasa'nın 'Özel hayatın gizliliği' başlıklı 20. maddesine göre; "Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir." maddesini hatırlattı.
'Fişlemeler tarihe karışacak' iddiasıyla 12 Eylül 2010 tarihinde Anayasaya eklenen bu hükümlerin gerektirdiği söz konusu Kanun'un, aradan 3 yıl geçmesine rağmen çıkarılmadığı gibi idare hem hukuka aykırı fişlemeleri kullanmaya devam ettiğini, hem de her gün yeni bir fişleme iddiasıyla gündeme geldiği belirten CHP'li Tanrıkulu, "Anayasa'nın açık hükümlerine rağmen Devletin fişlemelere ve ellerindeki fişlere göre karar vermeye devam ettiği, bu konudaki genelge ve yönergelerin bile halen yürürlükte olduğu görülmektedir." dedi.
Tanrıkulu devamında, "Başlı başına bir insan hakları ihlali olan fişleme uygulamasıyla Türkiye'de birçok insanın ağır mağduriyetlere uğratıldığı bilinmektedir. Örneğin, yapılan güvenlik soruşturmasında babasının 20 yıl önce TSİP üyesi olduğu anlaşılan bir kişi astsubay okulundan atılmış, idare bu kişiye neden atıldığına dair bilgi vermeyi dahi kabul etmemiştir. 'Silahlı Kuvvetler İstihbarata Karşı Koyma, Koruyucu Güvenlik ve İşbirliği Yönergesi'ne göre yapıldığı belirtilen bu idari işlemle ilgili olarak yargı makamı da bir hukuka aykırılık bulmamıştır. İşin vahim tarafı 2010 Anayasa değişikliğinden sonra da benzer uygulamalara devam edilmesidir. Örneğin, öğrencilik yıllarında protesto eylemlerine katıldığı ve hasta bir tutuklunun affedilmesi için düzenlenen kampanyaya destek verdiği için fişlenen bir akademisyenin kardeşine gerekli tüm prosedürleri tamamladığı halde sadece bu yüzden özel güvenlik görevlisi sertifikası verilmemiştir. İdare Mahkemesi ise Anayasaya değişikliğiyle fişlemenin yasaklanmış olmasına rağmen halen yürürlükte olan Özel Güvenlik Genelgesi'ndeki 'somut delillerle ispat edilmemekle birlikte, istihbari anlamda alınan duyum ve görüşlerle sakıncalı olabilecek durumu olanları İl Güvenlik Komisyonu karara bağlar' kuralı gereğince, davayı reddetmiştir." ifadelerini kullandı.
TÜRK CEZA KANUNU MADDELERİNİ HATIRLATTI
Bir hukuk devleti olan Türkiye'de idarenin şu anda açıkça suç işlediğine vurgu yapan Sezgin Tanrıkulu, Türk Ceza Kanununun "Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verilir. Kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydeden kimse, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır." şeklindeki 135. maddesine işaret etti.
Tanrıkulu, ayrıca, 138. maddeye göre, "Kanunların belirlediği sürelerin geçmiş olmasına karşın verileri sistem içinde yok etmekle yükümlü olanlara görevlerini yerine getirmediklerinde altı aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir." hükmünü hatırlatarak, şöyle dedi:
Türkiye'nin 1954 yılında onayladığı, Anayasanın 90. Maddesi gereğince kanun hükmünde olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8 inci maddesinde, herkesin özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkı olduğu belirtilmektedir.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin verdiği birçok kararda, bir kişinin özel hayatıyla ilgili verilerin saklanmasının 8. Maddenin ihlal edilmesi anlamına geldiğine hükmedilmiştir.
AİHM, Leander - İsviçre (26.03.1987), Kopp - İsviçre (25.03.1998), Amann - İsviçre (16.02.2000) davalarında, 'Bir kamu merciinin bir bireyin özel hayatıyla ilgili bilgileri saklaması, 8. Maddenin ihlalini oluşturur. Saklanan bilgilerin daha sonra kullanılıp kullanılmamasının buna bir etkisi bulunmaz' tespitinde bulunmuştur.
Rotaru - Romanya Davası'nda (04.05.2000), Romanya İstihbarat Servisi'nin başvuranın özel hayatı konusunda bilgileri tutup kullanması 'yasalara uygun' olmamış ve AİHS 8. Maddenin ihlal edildiğini tespit etmiştir.
Turek - Slovakya Davası'nda (14.02.2006) ise; başvuran, eski Çekoslovak komünist emniyet kuruluşu tarafından tutulan ve kendisini ajan olan gösteren dosya nedeniyle kamu görevinde çalışmak için gereken güvenlik soruşturmasından geçememiştir. AİHM, başvuranın özel hayatına saygı hakkının korunmasını talep edebileceği bir prosedür olmadığı için 8. Maddenin ihlal edildiğini, geçerli kurallar gizli iken ispat külfetinin başvuran üzerine bindirilmesinin, gerçekçi olmayan ve aşırı bir yükün başvurana yüklenmesi anlamına geldiğini tespit etmiştir."
BUGÜN YAŞANAN FİŞLEMELERİN BU ANTİ DEMOKRATİK DÖNEMLERDEN HİÇBİR FARKI YOKTUR
Görüldüğü gibi AİHM birçok kararında, idarenin tutuğu fişleme benzeri kayıtların AİHS 8. Madde kapsamında özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği hükmüne vardığını dile getiren CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, "Ne yazık ki, Türkiye'de Hükümet, bu hukuk kurallarının gereklerini yerine getirmediği gibi istihbarat ve güvenlik birimleri eliyle fişlemelere devam etmektedir. 1980 darbesinde Türkiye'de 1 milyon 683 bin kişinin, 28 Şubat sürecinde ise 6 milyon kişinin fişlendiği belirtilmektedir. Bugün yaşanan fişlemelerin bu anti demokratik dönemlerden hiçbir farkı yoktur. Ancak totaliter, faşist rejimlere görülebilecek uygulamalarla bugün muhalif siyasi görüşe sahip iş adamlarından akademisyenlere, bürokratlardan sıradan yurttaşa kadar herkes fişlenmektedir. Gezi eylemleri gibi protestolarda yaralanan göstericiler hakkında sağlık kuruluşları ayrı birer kayıt dosyası tutmakta, TÜİK kişileri dini görüşlerini açıklamaya zorlayacak derecede insan haklarına aykırı anketler düzenlemektedir." diye konuştu.
HIZLI VE ETKİN ŞEKİLDE RÜCU ETTİRİLMESİ HUKUK DEVLETİNİN VE İNSANLIK ONURUNUN GEREĞİDİR
Tanrıkulu teklifin gerekçesini şöyle tamamladı: "Sonuç olarak, tarafı olduğumuz uluslararası insan hakları sözleşmelerine ve Anayasaya göre kişileri fişlemek insan hakları ihlalidir, TCK 135. Maddeye göre ise suçtur. Hukuka aykırı fişleme suç olduğuna göre bunlara ait arşivlerin yok edilmesi, genelge yönerge ve bunlara dayanarak yapılacak tüm idari ve hukuki işlemlerin geçersiz sayılması gerekir. Söz konusu arşivleri imha etmeyen, bunlara dayanarak işlem yapan tüm idarecilerin ve görevlilerin cezalandırılması, Türkiye'nin AİHM tarafından bu nedenlerden dolayı tazminat ödemeye mahkûm edilmesi durumunda ise tazminatın bu kişilere hızlı ve etkin şekilde rücu ettirilmesi hukuk devletinin ve insanlık onurunun gereğidir. "
CİHAN