Kürşat Başar; kendisine Ferhat Göçer, Nükhet Duru, Candan Erçetin gibi ünlü müzisyenlerin eşlik ettiği 'Kaldığımız Yerden' isimli albümünü müzikseverlerle buluşturdu. Yazar, televizyon programcısı ve gazeteci de olan Başar, bu kadar işi aynı anda yapabilmesinin sırrını çalışmak ve titizlik olarak açıklıyor.
Başar, Yeni çıkartığı albümünden yazarlığa ve kendisi hakkından merak edilen bir çok şeyi Zaman gazetesinden Ali Pektaş'a anlattı.
Müzik yolculuğunuza 'Kaldığımız Yerden' albümüyle devam ediyorsunuz? Albümde çok değerli sanatçılar var. Bu kadar ismi nasıl bir araya getirdiniz?
Şarkılar ortaya çıktıkça bunları kim söyler, kimin sesine daha uygun diye düşünerek buluyoruz. Biraz da onları davet etti. Şarkıları sevmeseler söylemezler. Bu isimlerle yıllardır dostluğa dayanan ilişkilerim var. Geçen albümde de öyle olmuştu. Bu benim için bir şans tabii ki. Hiçbiri hayır demedi. Heyecanla gelip bize katıldılar. İyi bir iş çıkacağına dair inançları olduğu için bizimle birlikte oldular. Büyük isimler bunlar. Doğal olarak riske girmek istemezler ve de vakit ayırmazlar.
Genelde bu tarz toplama albümlerde bir ya da iki şarkı hit olur. Ama bu albümde hepsi özel şarkılar. Neye göre seçtiniz?
Aslında bu dönemde albüm yapmak pek anlamlı değil. Herkes tekli yapıyor. Eğer bir ya da iki hit şarkı olsa neden insanlar gidip o albümü alsın? İnternetten sadece o şarkıları dinler. Biz de böyle olmasın diye bütün albümdeki şarkıların aynı kalitede olmasını istedik. Farklı tarzlarda bile olsa güzel olsun istedik. Tabiatım gereği biraz titiz bir insanım.
Yanınızda Zeynep Talu gibi önemli bir isim de var. Onu ilk kez şarkı söylerken görüyoruz…
Bizim şarkımız diye bir müzikal yapmıştık. Orada başlayan bir işbirliğimiz var. Zeynep daha sonra orkestraya prodüktör ve menajer olarak da dahil oldu. Şimdi de bu albümde şarkı söyleyerek sürpriz yaptı. Aslında kendi yazdığı şarkılardan oluşan bir albüm yapacak. Ama biz bunun ipucunu vermiş olduk.
Ülkemizdeki müziğin mevcut durumunu nasıl görüyorsunuz?
Son 10-15 yılın en büyük sıkıntısı yaratıcılığın azalmış olması. Yeni besteciler yetişmiyor. Son yıllarda besteci kimliği ile çıkan isimlerin çoğu besteci değil düzenlemeci. Genelde loplar üzerine kurulan elektronik müzik yapılıyor. Sesler daraldı, melodiler azaldı, duygu da gitti. Çok çabuk tüketilen şeyler ortaya çıkıyor. Hâlâ 90'lı yılların bestecilerinin eserlerini severek dinliyoruz. Maalesef herkeste kısa yönden zengin olma sevdası var.
SAHNEDE OLMAK ÇOK FARKLI
Yazarlık yalnızlık ister. Sahne ise göz teması. Sahnede olmak nasıl bir duygu?
Çok farklı. Televizyondan biraz deneyimim var. Ama orada sizi seyredenleri görmüyorsunuz. Sahnede direkt göz teması var. Anında tepki görüyorsunuz. İlk başladığımda çok stresli bir işti. Şimdi sahnede daha rahatım.
Yazar, müzisyen, radyocu, televizyon programcısı ve daha birçok şey. Bu kadar farklı işte nasıl iyi ürünler verebiliyorsunuz?
17 yaşımdan beri çalışıyorum. Bunlar artık benim mesleğim dışında neredeyse hayatım gibi oldu. Yazmak ve müzik de çocukluk yıllarımda başladı. O dönemlerde bir heves gibiydi ama zaman içerisinde işlerimle de birleştirme imkanı buldum. Bütün bunları çok çalışma ve titiz olmakla izah edebilirim.
'Kafasında kırk tilki dolaşıyor, kırkının da kuyruğu birbirine değmiyor' hesabı, bu kadar farklı iş içinde kendi içinizde ayrımı nasıl yapabiliyorsunuz?
En zoru o. Bazen kendi kendime diyorum, hatta arkadaşlarım da bazen "Abi biraz rahat etsen" diyorlar. Çünkü her gün kalktığımda kafamda başka bir şey oluyor. Mesela sadece kitap yazıyor olsanız bittiğinde en azından bir-iki ay rahat edersiniz. Benim biri bitiyor sonra diğeri başlıyor, stres hiç geçmiyor. Bir de bunların hepsi sürekli bir sınav. Yazdığınız kitaplar, verdiğiniz konser… Sürekli göz önünde yapılan, herkesin size tepkisini rahatlıkla belirtebildiği işler.
KÖŞE YAZARLIĞI, MEMLEKET KURTARACAK BİR ŞEY DEĞİL
Asıl mesleğiniz yazarlık. Başka işlerle de uğraşırken zaman zaman yazıya ihanet ediyormuşsunuz gibi bir hisse kapılıyor musunuz?
Evet oluyor. Kitap yazmadığım zaman bir müddet sonra insanın içini kemiren bir duyguya dönüşüyor. Her kitaptan sonra artık bir daha yazamayacak mıyım diye korkuyorum.
Öncelik sıralamanızda yaptığınız hangi iş önde?
Yazı asıl işim. Küçük yaşlarda köşe yazarlığına başladım ama ille de köşe yazarı olacağım, şahane yazılar yazacağım gibi bir derdim yoktu. Sadece en iyisini yapmaya çalıştım. Benim için memleket kurtaracak bir şey değil köşe yazarlığı. Çok abartılacak bir şey değil. Kitap ve roman daha önemli. Çünkü o tarihe bırakılacak bir şey. Müzik çok sevdiğim bir şey olduğu halde enstrümantal çalmaya başladıktan sonra ilk başta hobi gibi devam ettim. Daha fazla eğilmeye çok fazla vaktim olmadı. Şimdi 4-5 yıldır gazetecilik ve televizyona ara verince müziğe daha fazla vakit ayırabiliyorum.
Ülkemizdeki siyasi durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eskiden beri koalisyon hükumetlerini savundum. Birçok arkadaş da bana karşı çıktı. Keşke bu kültür gelişebilse. Şu anda Türkiye'de 1970'lerde olduğu gibi toplum kutuplaşıyor ve giderek keskinleşiyor. Bizde hep dış mihraklar falan denip suçlu dışarıda aranır. Halbuki içeride huzur olsa dışarıdan yapılan müdahaleler o kadar fazla rahatsız edici olmaz.
Gazetecilerin tutuklanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Daha evvel Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Ahmet Şık'ın başına gelenler şimdi Hidayet Karaca, Can Dündar, Erdem Gül gibi isimlerin başına geliyor. Bunlar çok üzücü şeyler. 2020'lere giden Türkiye'de çok üzücü. Bunlar darbe hükumetleri zamanında beklenen şeyler. Olacak işler değil. Bir kere vatan hainliği ile insanların suçlanması çok saçma.
Ülkenin geleceği için umutlu musunuz?
Ben her zaman umutluyum. 70'li yılları yaşarken lise öğrencisiydim. O zamanlar daha umutsuzdum. O durumdan hiç çıkamayacağız sanıyordum. Sonra askeri idare geldi. Oradan hiç çıkamayacağız sandım. Ardından bir açılım dönemi geldi. Hayatımız böyle geçtiği için artık bunlar da geçecek diye düşünüyorum.
Cihan CİHAN