“Onlara söyle, ancak Allah’ın lütfu ve rahmetiyle ferahlasınlar.” Yunus 10/58
M.ERTUĞRUL İNCEKUL
“Onlara söyle, ancak Allah’ın lütfu ve rahmetiyle ferahlasınlar.” Yunus 10/58
İnsan sayısınca anlayış, insan sayısınca yolcu, insan sayısınca hikaye var. Dün ağladığımıza bugün gülebiliyoruz. Dün mutlu olduğumuza bugün hüzünlenebiliyoruz. Mutluluk diye tanımladıklarımız bugün hüzün diye yer alıyor zihinlerimizde. Dünün iyileri kötü, dünün mazlumları bugün zalime dönüşebiliyor. Hayatın ve varlığın sırlı kitabının satır araları her yeni gün yeni şeyler söylüyorlar bize.
Dün telefonlarımıza gelen dost mesajları çokluk içinde önemsenmezken, bugün bir dost mesajı gelse mutlu oluyoruz. Dün bir araya gelmeler sıradanlığa kurban giderken, bugün sohbet-i canan çorak topraklardaki ırmaklar akan, bülbül sesli gül bahçesi kadar kıymetli geliyor. Dün önünden geçerken kafamızı kaldırıp bakmayı bile unuttuğumuz kolejlerimiz, üniversitelerimiz, hastanelerimiz, gazetemiz, evlerimiz, yurtlarımız, hazırlık dershanelerimiz bugün adeta hayal dünyamızdaki bir hayal kadar uzak geliyor bizlere...
Dün mü mutluyduk, bugün mü? Dün elimizde her imkan varken daha mı çok şikayet ediyorduk? Yoksa bugün bunca dar imkanlarla daha mı çok şükrediyoruz? Dün daha az dua ederken bugün acaba daha mı çok dua ediyoruz? Dün müesseselerimizi ziyaret bile etmeye üşenirken bugün acaba bir küçük yerimiz olsa daha çok kıymetini bilirdik mi diyoruz? Dün kütüphaneden elimizi uzatıp almaya tembellik ettiğimiz, her biri dünyaya ve ötelere pencere olan kitaplarımızın bugün acaba bize daha vefalı dostlar olduğunu anlayabildik mi? Dün illa görüşelim dediğimiz özellikle siyasi figürlerin bugün, millete hizmet için varsalar bir anlam ifade ediyorlar yoksa başa bela olmadan öteye gitmiyorlar, hakikatine erebildik mi? Dün vitrin, vizyon derken, asıl üretim yeri olan gönül tezgahlarının işletilmesi, canlı tutulması gerçeğini yeniden anlayabildik mi? Bina endeksli değil, insan endeksli bir hareket, topluluk olduğumuzu tekrar idrak edebildik mi acaba?
Sıradan insan hayatının mutluluğunu kendi dışındaki şeylere; mala, mülke, şana, şöhrete, kadın ve çocuklara, dostlara, cemiyete ve benzerine bağlar, dolayısıyla bunları kaybettiği yahut hayal kırıklığına uğradığı zaman, mutluluğunun temeli çöker, diyor A. Schopenhauer. İnsan aslında gerçek mutluluğu bir ömür arar. Küçük mutluluklar sonsuz mutluluğun yanında sadece küçük avanslardır. İnsanın kalbi sonsuzluğu arar ve bu sonsuzluk düşüncesi içerisinde diğer şeyler hayal kırıklığı olabilir. Epiktetos da "İnsanları huzursuz eden olaylar değil, olaylar hakkındaki görüşlerdir." der. Neye ne kadar değer verdiğimiz bizim mutluluğumuzu belirler. Olayları değerlendirme kriterlerimiz, bizi ne mutlu ediyor? Ne mutsuz ediyor perspektifimiz yeniden gözden geçirilmeli. Bizi mutsuz eden şeyler gerçekten sonsuzluk için bir değer ifade ediyor mu? Yoksa geçici heveslerimize bakan anlık duygular mı?
Evet insan kendini, ruhunu, zihnini, kalbini, duygularını devamlı bir abide gibi ikame ediyor. Her birilerimizin elinde bir bıçak kendi heykelimizi, abidemizi yeniden inşa ediyoruz. Kimilerimiz şahane bir abide ortaya koyarken, kimilerimiz ucubeler meydana getiriyoruz. Mutluluğa bir format atıp hayatı, sevdiklerimizi, değer verdiklerimizi, önem verdiklerimizi, mutluluğun tarifini gelin bir kez daha tanımlayalım, şekil verelim.