ABDULLAH AYMAZ
Mardin’in Derik kazasında doğan M. Fehmi Acat dedesinin müderris, kendisinin de İmam-Hatip Lisesi mezunu olması itibariyle zulmen atıldığı hapishanede yirmi aya yakın Cuma hutbesi okumuş, sonra bunları kitaplaştırmıştır. Şartları tam olmadığı için hapiste Cuma Namazı kılınmaz diyenler çıkabilir. Peki, bugün hapis dışında kılınan bütün cumaların şartları tam mı? Bu münakaşa asırlar önce başlamış ve “zuhr-i âhir” ile çözülmeye çalışılmıştır. Onun için biz de bu hususta cumanın farzından sonra, dört rekat cumanın son sünneti, dört rekat zuhr-i âhir ve iki rekat vaktin sünneti olarak kılınacak on rekatlık bir namaz ile o problemin çözülebileceği kanaatini taşıyoruz… Yeter ki, Cuma’yı terk etmeyelim.
Yazar diyor ki: “İmam ben olunca, hutbe dualarını toparlayıp yazdım. Her hafta yeni bir hutbe yazmaya kendimi zorladım. Bir zulmün cenderesinde bulunuyorduk. Hutbelerde genel itibariyle zulümlere endeksli konular oluyordu. Dışarıdan haber alma imkanlarımız kısıtlıydı. Koğuşa gelen bir gazeteden arkadaşlarımızla ilgili haberler görünce onları alıp dinler tarihinde ve İslâm tarihinde yaşanan bazı hadiselerle özdeşleştiriyorduk. Bu, dertdaşlarımızla daha iyi dertleşmemizi sağlıyordu. Davamızın hakkaniyetine dair imanımızı tazelememize vesile oluyordu. Cenab-ı Hakk’ın lütuflarının daha bir farkına varıp motive oluyorduk.
“Özellikle bizim dünyamıza çok uzak bir isim olan Emin Çölaşan beyefendinin yaşatılan zulümleri anlatan makaleleri bana çok yardımcı oldu. Onun yazılarında anlattığı zulümler birkaç hutbenin ana konusunu oluşturdu. Ona vefa borcumu ödeyeceğime söz verdim.
“Ramazan Bayramı hutbesi olarak ‘Toplanma Yeri’ başlıklı hutbeyi yan yana bulunduğumuz dokuz koğuşla paylaştık. Aylar sonu bir koğuş değişikliğinde bir arkadaş bir hutbeyi çok beğendiğini, kâğıda yazıp eşine verdiğini, onların da bayanlarla toplanıp ağlaşarak okuduklarını söyleyince çok duygulandım. Duygu yüklü metinler olduğu için tüm hutbeler, dinleyenler tarafından okunurken, muhataplar gözyaşları ile yıkanıyordu.”
Bir cüzî misal verecek olursak: “Güçlü bir iktidar ve saltanata sahip olan Halife Yezid de bu terbiyeden nasibini almış gaddarlardan birisiydi. Ehl-i Beyt’e yıllar yılı uyguladığı zulümlerin kendisini güçlendirdiğini zannetmiş, iktidarı güçlendikçe pervasızlaşmış her türlü kirli planı hiç çekinmeden uygulamış, kamuoyunu elinde tutmak gayesiyle yıllarca camilerde hutbeler okutmuş, ancak bunlar onu uğrayacağı kötü sondan kurtaramamıştı. Av esnâsında bir hayvanın hamlesinden ürken atından düşmüş, ayağının eğere takılı kalmasıyla, metrelerce sürüklenmiş, yer yüzünde kasıla kasıla, kibir âbidesi hâlinde yürüyen bedeni paramparça olmuş; ne saltanatı, ne güçlü ordusu, ne de yardımcıları ona destek olabilmişti.”
Bu ve benzeri konuları ele alıp işleyen yazar, gerçekten hapiste üzerine düşeni yapmaya çalışmış, sonra da bunları neşrederek, o mekânlardan ve oralarda yaşananlardan bizleri haberdar etmiştir. Kendisini tebrik eder bu samimi gayretleri için de teşekkür ederiz.