"Başladığınız yere döndürdünüz ülkeyi. Neden mi? Çünkü imtihanı kaybettiniz. Her şeyi kendinizden bilip, Allah’ın lütfunu, inayetini unuttunuz. Ve Allah, “ben yaptım, ben ettim ben, ben, ben” dediğiniz her şeyi yine sizin elinizle yıkacak. Bu kadar kirliliğe göz yuman toplum da, bu kirliliğin altında kalacak."
Her şey ne de güzel başlamıştı. Umudu olmuştu ülkenin. Bir adam; beraberinde bir ekiple ortaya çıkmıştı. Belediye başkanlığında yaptıklarıyla umut olmuştu ülkeye.
Askeriyle, yargısıyla, bürokrasisiyle, medyasıyla, siyasetçileriyle ülkede terör estirenlere karşı çıkmıştı. Bizden biriydi. Bizim gibi yaşıyordu. Mahallemizdendi. Tanıdık, bildik “komşumuzdu”.
Birileri, bu umudun önüne geçmek istedi. Şiir okudu diye üç ay da olsa hapse atıldı. “Muhtar bile olamaz” dendi.
Zalimler plan yapsa da kader hükmünü icra edecekti, etti de. Önce Başbakan, sonra Cumhurbaşkanı oldu.
Çıraklık, kalfalık döneminde mahalleyi terk etmedi. AB, reformlar, demokratikleşme paketleri, sivilleşme, ekonomi, işsizlik, terör, çözüm, basın ve ifade özgürlüğü, askerî ve bürokratik vesayetle mücadele gibi birçok güzel işe imza attı, o ve arkadaşları.
O yürüdükçe kendisine destek verdik. 367 dediler, arkasında durduk. Partisi kapatılmak istendi, tepki koyduk. Birilerinin sıra dışı oyunlarını, oyumuzla bozduk.
Dünya imtihan yeriydi. Bizlerin desteği ile ilk imtihanlarını geçmeyi bildi. En büyük ve en zor imtihanı ise “ustalık” döneminde olacaktı. Kaçınılmazdı. “Zor yıllar” başladı. Zirvedeydi, en tepede. Zirvelerin rüzgârı “sert” olurdu. İmtihanı da bir o kadar çetin ve ağır. Makamla, zulümle, zalimlikle imtihan edilecekti.
(...)