Orta Afrika'nın ortasında bulunan Çad'dan yansıyan tablo ibretlerle dolu ve Türkiye'yi gururlandırıyor..
Dünyanın en fakir ülkesi Çad'a yolu düşen yazarımız Arif Özutku, milletimizi gururlandıracak izlenimlerini anlattı. Dil farklılıklarına rağmen hiç bir iletişim zorluğu çekmediklerini anlatan Arif Özutku, Çad’lı insanlarla sadece gözlerle ve tebessümlerle iletişim kurduklarını ifade edip, "Sevgi ve iyi niyetle karşılıklı bakışıp, tebessüm ederek çok güzel anlaşabilecekleri hakikatini bizler de unutmuşuz." sözleriyle sitemini dile getiriyor.
Tercümanlar vasıtasıyla kendileriyle konuştuklarını belirten Yazar Utku, “Biz siz Türkleri çok seviyoruz zira sizler hem Müslüman, hem beyaz, hem de modern insanlarsınız. ‘’ diyorlardı. Bu söylemiş oldukları hususiyetlerle bir nevi İslam âleminde gelecekte millet olarak ifa edeceğimiz önemli rollerle de alakalı sahip olduğumuz farklı alt yapılara da işaret ediyordu." dedi.
Osmanlı ile birlikte oluşan kalplerindeki Türkiye sevgisinin 2001 yılından itibaren Türk liseleriyle pekiştiğini söyleyen Özutku, "Selam verdiğinizde sizin selamınızı alan Çad’ lılar selamınızı aldıktan sonra Türk’sünüz değil mi? diyerek karşılık veriyorlar." şeklinde etkileyici bir anektodu paylaşıyor..
Ülkede faaliyet gösteren Türk okullarının gurur verici olduğunu belirten yazarımız, geçen yıl faaliyete geçen ve bölge halkı tarafından “Ultra modern” tabiriyle adlandırılan yeni okul binasının ilginç ve bir o kadar da anlamlı hikayesini "Düzceli kanser hastası seksen iki yaşındaki Ahmet Güner amca bu okulun inşası adına hiç bir fedakârlıktan kaçınmamış ve okulu bitirdiği gün de vefat etmiş. Duası “Okulun bittiğini görmeden Allah’ım canımı alma” imiş ve Allah cc duasına karşılık vermiş. Okulun bittiği gün açılış fotoğraflarını gördükten sonra dar-ülbekaya iltihak etmiş. Doktoru arkasından ‘Bu rahatsızlığa rağmen oldukça uzun yaşadı.’ demiş. Ahmet amcanın o yaştaki hizmet şuuru hepimize örnek olacak kadar güzel. Allah mekanını cennet etsin." sözleriyle anlatıyor.
Arif Özutku, TUSKON’un programına katılmış olan ve Türkiye ile çalışmaya hevesli olan pek çok Çad’lı iş adamının da olduğunu söyleyip, "Bir tanesi bizlere şöyle dedi: “Fransa burada, Çin burada siz neredesiniz? Ben de sizin gibi bir Türk’üm ama siyah bir Türk’üm. Sizleri bekliyoruz” ifadelerini kullandı ve işadamları için büyük fırsatlar barındırdığını belirtti.
İşte "Gözleriyle Konuşan İnsanların Ülkesi: ÇAD" başlıklı çarpıcı yazının tamamı:
Konuşma organı olarak sadece dilin, anlaşma vasıtası olarak da sadece kelimelerin kullanıldığını düşünüyorsanız insanların birbirlerine hiç bir şey söylemeden, muhatabının gözlerine bakarak gönlündeki bütün duyguları aktarabildikleri Çad'a o ana kadar hiç gitmemişsiniz demektir.
Daha önceden Çad’a gitmediğimiz için bizde bu hakikati bilmiyorduk. On iki arkadaşımla beraber toplamda dört günü N'Djamena da geçirmek için yola çıktığımızda en büyük meselemizin onlar İngilizce bizler de Fransızca bilmediğimiz için iletişim problemi olacağını düşünmüştük. Ama yanılmışız. Zira insanlar birbirinin dilinden anlamadığı halde birbirine beslediği sevgi ve iyi niyetle karşılıklı bakışıp, tebessüm ederek çok güzel anlaşabilecekleri hakikatini bizler de unutmuşuz. Tam dört gün başkentin sokaklarında gezerken, pazarlarında alış veriş yaparken, civar köyleri ziyaret edip,insanlarıyla tanışırken Çad’lı kardeşlerimizle sadece gözlerimizle konuştuk ve tebessümlerimizle anlaştık.
-Hem Müslüman, Hem Beyaz, Hem De Modern-
Bizleri ilk gördüğünde tipik beyaz adam refleksi ile önce endişeyle bakan o gözler sıcacık bir "Selamun Aleyküm" sözünü bizlerden işitince bir anda sevinçle parlıyor, eller edilen tebessümle kalplerin üzerine gidip aynı sıcaklıkla verilen selamlar alınıyordu. Tercümanlar vasıtasıyla kendileriyle konuştuğumuzda ise “Biz siz Türkleri çok seviyoruz zira sizler hem Müslüman, hem beyaz, hem de modern insanlarsınız. ‘’ diyorlardı. Bu söylemiş oldukları hususiyetlerle bir nevi İslam âleminde gelecekte millet olarak ifa edeceğimiz önemli rollerle de alakalı sahip olduğumuz farklı alt yapılara da işaret ediyordu.
Ülke yıllarca Fransız sömürgesi olarak kalmış. Başkent N'Djamena 1973’e kadar bu ülkeyi zorla zapt eden ve kendisine bağlı yerel birliklerle direnişçilere büyük katliamlar yapan “Lamy” nin adıyla anılıyormuş. Çad iliklerine kadar sömürülmüş. Sömürgecilik mantığına Kazakistan'da kaldığım dönemde Rusların Sovyetler zamanında sergilediği yanlı tavırlardan alışkın olduğum halde Çad’da Fransız stilini görünce biraz kanıksadım. Bu yıkılası anlayış burada biraz farklı işlemiş, Fransız’da bir başka mana kazanmış. Ruslar Türki cumhuriyetlerden ve diğer eski Sovyet memleketlerinden bir kısım zenginlikleri o dönemlerde alıp götürürken kesinlikle tamamını almamış ve o bölgenin bir kısım yapılarını imar etmeyi ihmal etmemiş, mesela okullar yapmış, çocuklarını okutmuş, yollar yapmış, ulaşımı sağlamış, fabrikalar kurup istihdam oluşturmuş. Sahip olduğu zenginliği o cumhuriyetten alıp götürürken bir kısmını da bırakmış. Ama Fransızlar sömürmüş oldukları memleketlerde bir çivi çakıp, küçücük bir hizmeti o bölge halkına göstermemişler. Bu özelliğiyle sömürüde kesinlikle yakalanmayacak bir seviyesizliğe ulaşmışlar.
Çad’ da gezerken Fransız’ın bu bencil özelliğini hemen görmeniz mümkün olabiliyor. 2008’e kadar Çad’ın toplam asfalt karayolu beş kilometreymiş. Aynı tarihte biten iç savaşın etkisiyle istikrara kavuşan ülke o günden sonra bugüne kadar kendi kaynaklarıyla bin kilometre yola ulaşmış. Başkentte sadece iki devlet hastanesi var. Bir tanesi 2008’den sonra yapılmış. Yeni binalar dikilmiş, okullar açılmış. Türkiye'nin yaklaşık bir buçuk katı büyüklüğünde olan bu ülkeye bu yollar ve binalar hala yetmiyor ama rahatlamasına yetiyor.
Orta Afrika'nın ortasında bulunan Çad Habeşistan’a kadar gelen Osmanlı ile teşriki mesaide bulunmuş. Bu kısa beraberlik kalplerde büyük bir sevginin oluşması için yetmiş. 2001’den itibaren ülkede faaliyet gösteren Türk Liseleri milletimize olan bu mevcut sevgiyi pekiştirmiş. Selam verdiğinizde sizin selamınızı alan Çad’ lılar selamınızı aldıktan sonra Türk’sünüz değil mi? diyerek karşılık veriyorlar.
-Ahmet Amca Ruhun Şad Olsun-
Ülkede faaliyet gösteren Türk Okulları gurur veriyor. Geçen sene yeni binasına taşınan okulumuz bölge insanı tarafından “Ultra modern” okul diye nitelendiriliyor. Hakikaten Türkiye'deki emsallerden farkı olmayan yeni okul binası kapısında dalgalandırdığı bayrağımızla bu ilim yuvası göğsümüzü kabartıyor. Okulun ilginç bir hikâyesi var. Düzceli kanser hastası seksen iki yaşındaki Ahmet Güner amca bu okulun inşası adına hiç bir fedakârlıktan kaçınmamış ve okulu bitirdiği gün de vefat etmiş. Duası “Okulun bittiğini görmeden Allah’ım canımı alma” imiş ve Allah cc duasına karşılık vermiş. Okulun bittiği gün açılış fotoğraflarını gördükten sonra dar-ülbekaya iltihak etmiş. Doktoru arkasından ‘Bu rahatsızlığa rağmen oldukça uzun yaşadı.’ demiş. Ahmet amcanın o yaştaki hizmet şuuru hepimize örnek olacak kadar güzel. Allah mekanını cennet etsin.
-Okulun Bahçesinde Gezinen Ceylan-
Okulumuzda evimizdeymiş gibi rahat ediyoruz. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün resmi Çad Cumhurbaşkanı İdriss Deby İnto ile beraber okulun salonlarında beraber sergileniyor. Öğretmen arkadaşlarımız yürüyen melekler gibi. Türkiye'den binlerce kilometre uzaklıkta büyük bir özveriyle öğrencilerine bir şeyler öğretmek için çırpınıyorlar. Her biri Çad’daki varlık gayesine matuf özveriyle koşturuyorlar. Okulun bahçesinde bir yavru geyik öğrencilerle beraber teneffüslerde geziniyor.
Çad’da elektrik önemli bir problem. Elektriğin var olduğu zaman neredeyse hiç yok gibi, herkes jeneratör kullanıyor. Pek çok mahallede ve köyde susuzluk problemi hala var. Bu sebeple buradaki kısa birlikteliğimizi ebedi bir ticarete dönüştürmek üzere Manavgat'tan yola çıkmadan önce yetkili bir firma ile görüşüp köyün bir tanesinde kuyu açtırmak istediğimizi söylemiştik. Sağ olsunlar biz gelmeden açmışlar. Arkadaşlarımızla kuyumuzun açıldığı köye doğru hareket ediyoruz. Başkentten kırk kilometre kadar çıktıktan sonra şoförümüz insan ve hayvanların kullanmış olduğu bir patika yola doğru ana yoldan saparak devam ediyor. Savananın ortasında irili ufaklı köyleri geçerek yola devam ediyoruz. Anayoldan on kilometre kadar içerilere gittikten sonra topraktan ve sazdan evlerden yapılmış bir köyün meydanında duruyoruz.
Kadınlar açılan kuyumuzun başında çamaşır yıkayıp, testilerini dolduruyorlar. Geleceğimizden haberdar edilmişler. Yüzlerde birden tebessümler oluşuyor. Doğu Anadolu'da düğünlerde çekilen zılgıtlar benzeri seslerle bizleri selamlıyorlar. Bu onlarda hoş geldiniz demekmiş. Birden köyün meydanına kadın erkek çocuk yüzlerce insan toplanıyor. Bize gülen ve parıldayan gözlerle bakıyorlar. Toplamda köyde altı yüz kişi yaşıyor. Yaklaşık elli hane var. Yıl 2014 köylerine su geliyor. Bu ana kadar sularını komşu köyden alıyorlarmış. Belki iki köy arasında mesafe beş kilometre, belki daha fazla. Mutlular çünkü artık kadınlar bir güğüm su için bu kadar yürümeyecekler.
Neredeyse her ailenin on çocuğu var. Çocuklar belki de ilk kez beyaz insan görüyorlar. Merakla bize bakıyorlar. Yanlarına doğru gittiğimizde ilk kez gördükleri bu insan tipinden korkup kaçıyorlar. Yüz on yaşında bir ihtiyar var köyde bizim geldiğimizi duymuş ama yürüyemediği için meydana gelememiş. Biz yanına gidiyoruz. Neredeyse bütün yaşlılar gibi o da kataraktlı. Konuşurken doğal rengini kaybetmiş gözleri bize doğru bakıp ağlamaya başlıyor.
-Küçük Fedakarlıklar, Büyük Sevaplar-
Küçük fedakârlıkları bir araya getirip açtığımız bu basit kuyu altmış metreden su çıkarıyor. Köyün insanları gibi hayvanları da kana kana çıkan suyun oluşturduğu birikintiden su içiyorlar. İçimizden keşke şu ülkede susuz tek köy kalmasa diye geçiriyoruz. Su olmadan bir insan ne yapar diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Televizyonda seyrettiğim bir belgeselde Nijerli bir hanım toprak bir evin içerisinde “Her şeyim var şükürler olsun. Bir de suyumuz olsa, su olmadan hiçbir şey olmuyor” demişti bu sözler aklıma geliyor.
Başkentte sokaklar oldukça canlı. Hayat yolların kenarında kurulmuş kaldırımlarda geçiyor. Namazlar kaldırımlarda kılınıyor, satışlar kaldırımlarda yapılıyor. İnsanlar kaldırımlara yaydıkları yaygılarda yatıp öğlen uykusuna yatıyorlar. Büyük saçların üzerinde deve ve koyun kavurmaları pişiren insanları görüyoruz, egzotik meyveler alıcısına bu kaldırımlarda sunuluyor.
Afrika'nın pek çok yerinde olduğu gibi Çad’da düz arazi üzerine kurulmuş. Neredeyse küçücük bir tepeye bile rastlamıyorsunuz. Bu yüzden motosiklet önemli bir ulaşım aracı halini almış. Binaların önünde onlarca motosiklet park etmiş bekliyor. Pek çok yerde motosiklet tamircisi görmek mümkün.
Erkekler genelde açık ya da koyu ama tek renkli elbiseler giyerken kadınlar canlı ve cafcaflı renklerle bezenmiş elbiseleri tercih ediyorlar. Kadınlar da erkekler gibi motora binip şehrin içerisinde geziyorlar. Yönünüzü döndüğünüz her tarafta pek çok çocuk var . Erkekler birden fazla evlilik yapabiliyor. Bu yüzden her evin kapısında pek çocuk var. Büyük kız çocukları anne gibi küçük kardeşlerine bakıyorlar.
-Çin Her Yerde-
Çin Asya’yı ekonomik istila altına almak üzere derken çoktan Afrika’yı almış bile. Büyük ihalelere Çinliler giriyor. Enerji ve ulaşım sektörü tamamen Çin’e verilmiş. Binlerce Çinli Çad’a yerleşmiş. Afrika'nın diğer ülkelerinde de Çin'in büyük yatırımları var. Afrika’nın parlayan yıldız olacağı hakikatini diğer ülkeler söyleye dursun Çin çoktan fark edip eyleme geçmiş durumda. Çad’ın tek rafinerisi de onların.
Büyük Çad gölünün yüzde doksanlık kısmı kurumuş. Şu an kalan yüzde onluk kısmı bile çok büyük. Bu göl Afrika’nın en büyük göllerinden. Şu anki başkent N'Djamena de eskiden Büyük Çad Gölü'nün havzasında imiş. Ülkenin kuzey kesimi çöl iklimine sahip. Burada yapılan kazılarda yaklaşık yedi milyon sene öncesine ait olduğu söylenen en eski insan kafası bulunmuş. Kafatasını görmek için müzeye gidiyoruz. UNESCO geçici olarak Amerika’da sergilemek üzere kafatasını götürmüş ,göremiyoruz. Resimlerine bakıyoruz. Kafatası hiç de insanı andırmıyor tam bir goril ya da orangutan kafası. Kafatasının sergilendiği bölmenin altına çizilmiş temsili resimlere evrim teorisini anlatan yazılara yer verilmiş. Anlıyoruz ki kafatası evrimin bir kanıtı olarak bilim dünyasına sunulmuş. Evrimle alakalı yapılan çalışmalar esnasında pek çok düzmece delil sunulmuştu bu da onlardan biri olabilir diye düşünmeden edemiyoruz.
Çad dünyanın en fakir ülkelerinden olmakla beraber en pahalı ülkelerinden bir tanesi. Nereyse her şey ithal ediliyor ve çok pahalı. Limanı olmaması münasebetiyle komşu ülke olan Kamerun’a gelen ticari konteynırlar kara yoluyla Çad’a getiriliyor. Ama Kamerun’dan Çad’a gelen kamyonlar iki bin kilometrelik ara yola Türkiye'den gelen konteynır ücretinin dört katı bedel istiyorlar. Ayrıca Çad’a gelen konteynırlardan alınan gümrük vergilerde fiyata eklenince dünya standardının belki altı yedi kat üzerinde rakamlar karşımıza çıkıyor.
-Ben Siyah Bir Türküm-
Elmanın tanesi bir dolar, portakal da öyle. Buradaki fiyatlarla Türkiye'deki fiyatları karşılaştırdık hemen hemen her kalemde büyük uçurumlar olduğunu gördük. Keşke bizim iş adamlarımız anlamsız bir inatla Türkiye’de kalıp ticaret yapmak için inat etmese, kalkıp buralara gelse. Kısa zamanda çok zengin olacağına şüphe yok. Üstelik TUSKON’un programına katılmış olan ve bizlerle çalışmaya hevesli olan pek çok Çad’lı iş adamı var. Bir tanesi bizlere şöyle dedi: “Fransa burada, Çin burada siz neredesiniz? Ben de sizin gibi bir Türk’üm ama siyah bir Türk’üm. Sizleri bekliyoruz”
Ülkede Fransızca hâkim dil ama herkes Fransızca bilmiyor. Halkın pek çoğu Çad Arapçası konuşuyor. Levhalara önce Fransızca sonra Arapça olarak yazılar nakşedilmiş. İngilizce hiç bilinmiyor desek yeridir. Çad’ da hizmet veren üç Türk Lisesinde toplamda beş yüz on öğrenci eğitim görüyor. Toplamda üç okulda on bir öğretmen arkadaş ülkede ülkemiz adına müspet bir havanın oluşmasına çoktan vesile olmuşlar. 2001’den beri faaliyet gösteren Türk Okulları vasıtasıyla Türkçe özellikle ülkenin elit tabakasında ilgi odağı haline gelmiş durumda.
Orta Afrika'da yaşanan Müslüman Hristiyan kavgasından kaçan Müslümanlar Çad’a sığınmış durumda. Şehir içinde belli bölgelerde pek çok çadır kent kurulmuş. Cehalet Hristiyan Afrikalılarda da diz boyu Müslümanların katledilmesi emrini veren papazların tazyikiyle masum halk kıyıma tabi tutulmuşlar. Kaçabilenler Çad’a sığınmışlar. Zaten kendi halkı sıkıntı içerisinde ama buna rağmen Çad bu insanlara kapılarını açmış sahip çıkmaya çalışıyor. Bizim burada olduğumuz dönemde Afrika devlet başkanları zirvesi Çad'da yapıldı. Bu zirveye krizden en çok etkilenen ülke olarak Çad ev sahipliği yaptı. Başkanlar tek mevzu için toplanmış: Orta Afrika’ da yaşanan soykırım.
Çad'ın kumlu ve kırmızı bir toprağı var. İlk gittiğimizde başta çokça tozuyor diye bize farklı görünmüştü. Ama arkadaşlar bu toprak bu coğrafyaya bir nimet Haziran yağmurları başlayınca yağışlar dört ay devam ediyor. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Sağanak yağışlar başlayınca bu toprak hemen suyu emiyor. Eğer toprak Türkiye’deki gibi olsaydı çok insan sel sularına kapılır ölür giderdi diyorlar.
-Bahtınız Doğacak Güneş Gibi Aydınlık Olsun Kardeşlerim-
Cumartesiyi pazara bağlayan gecenin ilk saatlerinde Çad’dan ayrıldık. Bu günün gecesi mevlit kandiliydi. Bu mübarek geceyi ülkemizde arkadaşlarımızla ve ailelerimizle idrak edecektik. Çad’lı kardeşlerimiz iki gün öncesinden kandil havasına girmişler ve camilerde hatim okumaya başlamışlardı. Okunan hatimler dışarıya mikrofonlarla verilmekteydi. Akşam namazından itibaren geç vakitlere kadar okunan Kur’anlar kulaklarımızın pasını siliyordu. Aynı mikrofonlardan kılınan namazları da duyabilmekteydik. Böyle mübarek bir gecenin sabahında buruk bir hüzünle Çad’dan ayrıldık. Sanki yıllardır birbirini tanıyan insanlar gibi bu güzel coğrafyayı sevmiş bu kısa zamanda bu beden rengi farklı ama ruh rengi bizimle birebir aynı olan insanlara ısınabilmiştik. Güneş doğmaya hazırlanırken uçağımız Çad semalarına yükselmeye başlamıştı. Aynı anda gönüllerimizden de “Bahtınız doğacak güneş gibi aydınlık olsun kardeşlerim” duaları bizimle beraber semaya yükseliyordu.