Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz, Norveç'in bağımsızlık mücadelesinde önemli bir isim olan ve "Ben, Türklerin Allah’ına iman ettim” diyen Henrik Wergeland'ı köşesine taşıdı.
1808’de doğmuş 1845’te vefat eden Henrik Werland, Norveç’in milli edibi, şairi ve düşünürüdür. 37 yaşında vefat etmişti ama 6 bin sayfa literatür yazmıştı. Norveç’e gittiğimde mezarını ziyaret etmiştim. O kabristanda bütün mezarlarda haç işareti varken onun mezarında hiç haç yoktu.
Wergeland, bizim Mehmet Akif Ersoy’umuz gibi Norveç’te değer verilen bir şahsiyet… Norveç’in İsveç’ten ayrılıp bağımsızlığını kazanmasında büyük emeği olduğu için, kendisi Norveç halkı tarafından Bağımsızlık ve Mücadele Kahramanı olarak kabul edilir. Mezarı bir anıt şeklinde… Anıtının ön tarafında “İnsanlığın özgürlük hakkı için verdiği mücadeleden dolayı bu anıt yapılmıştır.” diye bir yazı bulunmaktadır. Bilhassa o zamanın mağdurları olan Yahudî ve Çingenelerin haklarını korumuş kollamıştır. Onun için bu anıtı Yahudiler yaptırmışlardır.
Mehmet Akif’imiz bizim İstiklal Marşımızı yazdığı gibi Henrik Wergeland da Norveç’in Millî Marşını yazmıştır.
Henrik Wergeland üzerine doktora çalışması yapan Norveçli Tûne Hanımefendi, onun son mektuplarında “Ben, Türklerin Allah’ına iman ettim.” şeklinde bir ifadesinin bulunduğunu tesbit ediyor. Bu hanımefendi Wergeland’ın Mevlana Celâleddin Rumî’nin Mesnevisi’nden temsîlî hikayeleri (fabl şeklinde) aynen aktararak öğütler verdiğini, hatta Rum, Türk, Arap üç kişinin üzüm almak için anlaşamadıklarını, dillerini bilmedikleri için kendi lisanlarındaki üzüm kelimesini söyledikleri halde ihtilafa düştüklerini anlatan hikayeyi de aynen aktardığını söylüyor.
Henrik Wergeland’ın babası bir papaz… Kendisi de Hıristiyan ilahiyatı üzerine eğitim almış. Kız kardeşi olan Camila Colet meşhur bir yazar. Ayrıca Wergeland’ın Norveç’in eski paralarında resmi de var.
17 Mayıs tarihi Norveç’in Milli Bayramı olduğu için, her sene Devlet Büyükleri onun kabrinin başında toplanıyorlar.
İkinci Dünya Savaşından sonra Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “Leyle-i Kadir’de İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme” başlığı altında şu tesbitleri ortaya koyuyor:
Leyle-i Kadir’de kalbe gelen pek geniş ve uzun bir hakikate, pek kısaca bir işâret edeceğiz. Şöyle ki:
Nev-i beşer, bu son Harb-i Umûmî’nin eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdâdı ile ve merhametsiz tahribâtı ile; ve birtek düşmanın yüzünden yüzer mâsumu perişan etmesiyle; ve mağlûpların dehşetli me’yusiyetleriyle; ve gâliplerin dehşetli telâş ve hâkimiyetlerini muhâfaza ve büyük tahribâtlarını tâmir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azablarıyla; ve dünya hayatının bütün bütün fânî ve muvakkat olması ve medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğu umûma görünmesiyle; ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidâdâtın ve mahiyet-i insaniyesinin umûmî bir sûrette dehşetli yaralanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin, sert ve sağır olan tabiatın, Kur’ân’ın elmas kılıcı altında parçalanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyâset-i rûy-i zeminin pek çirkin, pek gaddarâne hakiki sûreti görünmesiyle; elbette ve elbette, hiç şüphe yok ki, Şimâlde, Garbda, Amerika’da emâreleri göründüğüne binâen, nev-i beşerin mâşuk-u mecâzîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakiki sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak; ve elbette, hiç şüphe yok ki, bin üç yüz altmış senede, her asırda üç yüz elli milyon şâkirdi bulunan; ve her hükmüne ve dâvâsına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan; ve her dakikada milyonlar hâfızların kalbinde kudsiyet ile bulunup, lisânlarıyla beşere ders veren; ve hiçbir kitapta emsâli bulunmayan bir tarzda, beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saâdet-i ebediyeyi müjde veren; ve bütün beşerin yaralarını tedâvi eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarîhan ve işâreten, on binler defa dâvâ edip haber veren; ve sarsılmaz katî delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccetleriyle, hayat-ı bâkiyeyi katiyetle müjde ve saâdet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyâmet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rûy-i zeminin geniş kıtaları ve büyük hükümetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün rûh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü, bu hakikat noktasında, katiyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz; ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.
(On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı’nın Zeyli)