MUCİZELERİ VE BÜYÜKLERİ KABUL EDEMEME -2
İnsanlık tarihi boyunca yüz binden fazla peygamber gelmiş ve onlar eliyle, peygamberliklerine delil veya onlara tabi olanların imanlarına takviye olarak mucizeler gösterilmiştir.
On dokuzuncu asrın sonlarında ve yirminci asrın başlarında, modernitenin şoku karşısında sarsılarak yollarını şaşıranlara, Zahid el-Kevserî Makâlât’ta, Elmalılı Hamdi Yazır Hak Dini Kuran Dili’nde, Mustafa Sabri Efendi Mevkıfu'l-akli ve'l-ilmi ve'l-âlemi min Rabbi'l-âlemin’de ve Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Risale-i Nurlarda çok geniş ve doyurucu cevaplar vermişlerdir.
Bunlar hem modernitenin yol açtığı problemleri ortaya koymuşlar hem de mucizeleri anlayamayan ve inkâr edenlerin tutarsızlıklarını göstererek bunları delillerle çürütmüşlerdir. Ama maalesef, günümüzün en büyük bir problemi, bu eserlerin hakkıyla bilinmeyişi ve bunlardan yeterince istifade edilmemesidir.
Ayrıca, Fethullah Gülen Hocaefendi “İnancın Gölgesinde” adlı eserde
“Mucizeler İnkâr Edilemez” başlığı altında mucizeler hakkında yapılan itirazlara derli toplu çok güzel cevaplar vermektedirler. Bir taraftan mucizelerin anlaşılması için önemli bilgiler verilirken bir taraftan da akılları bu konularda zorlananların anlamalarına yardımcı olacak deliller getirilmektedir.
Bu enfes tespitleri paylaşarak konumuza devam edelim…
1. Akıllı bir insanın, anlayamadığı şeyleri “Aklım almıyor" diye inkâr etmesi değil, onlar üzerinde düşünüp değerlendirmesi ve araştırması beklenir:
"Aklım almıyor." diye düşünmemek veya bunu bir düşünce hâline getirmek, akıl ve ilim adına bir cinayettir. Baştan aklın veya bazı akılların almadığı nice keşifler, icatlar ve teknik buluşlar, hep düşünme kavgası vermekle elde edilmiştir…
"Aklım almıyor." demek, insan için mazeret olamaz. Aksine, biz düşünüyoruz ve aklımız O Zât'ın (SAV) böyle mucizeleri pek rahat gösterebileceğini gayet iyi anlıyor. Düşünüyoruz da, kendinden şeref şudur olan hiçbir sözünde yalanın bulunmadığı O Zât'ın (SAV) mucizelerinde de aldatma olmayacağını kabul etmenin dışında bir yol göremiyoruz; göremiyor, O'nu ve mucizelerini yalanlayamayanların "sihir" deyip geçmelerinden daha çok, bilhassa bugün çeşitli tevillerle zihinleri bulandırmaya çalışanların inkârcı tavırlarına ve "almayan" akıllarına şaşıyoruz...”
2. Bir şeyi ispat etmek için ortaya delilleri koymak yeterlidir, ama inkâr etmek için bütün ihtimalleri çürütmeye ihtiyaç vardır:
“Mucizeleri inkâr etmek, bir bakıma Allah'ın varlığını, Kur'ân'ın Allah Kelâmı olduğunu ve O Zât'ın (SAV) peygamberliğini inkâr etmek demektir ki, aslında böyle bir inkâr, aklı da, düşünceyi de çok çok aşar. Zira bu hakikatler için bir delil kâfi olduğu hâlde, binler delil vardır; oysa, inkârcının elinde inkârını haklı çıkaracak tek bir delil yoktur ve esasen olamaz da. Onun delil saydığı, olsa olsa gözünü Güneş'e kapamakla etrafında oluşturduğu karanlıktır; ya da mumunu söndürüp karanlığa boğduğu ruh ve gönül odacığıdır.
On binlerce nebi, milyonlarca evliyâ ve milyarlarca mü'minin karşısında, pamuk ipliğinden ve örümceğin ağından çok daha zayıf, dayanıksız ve hiç mesabesindeki "hayır"ıyla inkârcının durumu, dibi olmayan kovayla kuyudan su çekmeye çalışanın ya da girdiği muntazam, ölçülü sanat ve mimarî harikası bir sarayda, hikmet icabı ortaya bırakılmış muvazenesiz bir taşa bakıp, "Bu sarayda hiçbir nizam ve intizam yok, her şey rastgele." diyen veya binler kapısı açık bulunan bir sarayın kapalı tek kapısını görünce "Bu saraya girilmez." hükmünü veren zavallı bedbahtın durumundan farksızdır.”
3. Nefsin terbiyesi ve kulluk ile meydana gelen manevi haller ve yükselmeleri, her şeyi maddede görenlerin anlamaları veya bunların ölçüleriyle bu manevi halleri ölçmek mümkün değildir:
“Miraç, Efendimiz'in (SAV)kulluğunun meyvesidir. Kim nefsini terbiye etse, hemen ruhunun terakki edip, yükselmeye başladığını görür. İki sene riyazet ve tezkiye-i nefste bulunun; sizler de hemen yukarılara doğru urûç ettiğinizi farkedersiniz. Ehlullahta çok görülen bu vâkıalar ruhun kadirşinaslığı, kalb ve hissin anlayış ve âşinalığıyla anlaşılıp anlatılabilir. Tatmayan, görmeyen, hissetmeyen hiçbir şey anlayıp bilemez. Bu bir hallüsinasyon olsa, o zaman meyhanedeki, puthanedeki adamda da olması gerekir. Kendini, ibadete vermenin neticesinde Allah'ın bir ihsanı olarak tecellî eden şeylerdir bunlar. Fakat bu yükselme ve irtifayı fizikle ölçmeye kalkmak, ukbâya, ötelere, verâya ait meseleleri dünya ölçüleriyle ölçüp tartmaya benzer. Arpa veya un çuvalı tartan terazi ile altın ve elmasın tartıldığı görülmüş şey midir?”
4. Diğer peygamberlere verilen mucizelerin varlığı, Efendimize de (SAV) mucizeler verildiğine delildir:
“Efendimiz'den (SAV) önce gelip geçmiş peygamberler de mucize göstermiş olup, bunlar Yahudi ve Hıristiyanlarca kabul edilmektedir. O hâlde, benzer hâdiselerin bir başka peygamberde tekerrürü için bir mâni yoktur. Medeniyet ve teknikte devrim yaptıklarını kabullendiğimiz insanların anlayışlarına göre -biz de öyle kabul ediyoruz- Hz. İsa'nın semalara yükselmesi, Tur'da Hz. Musa'nın Allah ile konuşması mümkün olduğu hâlde, bir başka kul için aynı veya benzeri mucizelerin gerçekleşmesi niçin mümkün olmasın?”
5. Her şeyi ilimlerle açıklamak ve ilimlerin açıklayamadığı şeyleri “efsane” deyip geçmek ilimleri efsaneleştirmektir. Halen, ilmin açıklayamadığı şeylerin varlığı açıklayabildiklerinden çok daha fazladır:
“Hz. dem, Havva ve Hz. İsa'nın yaratılmaları, sebepleri kanunları aşan bir mevzu ve ilmî ölçülerle izah edilemeyecek birer mucizedir. İlim ve sebeplerle izahını yapamadığımız hâdiselerde, Allah ve Resûlü'nün izahına teslim olmaktan başka bir çıkış yolu var mı? dem de Havva da annesiz babasız, Hz. İsa ise babasız dünyaya geldiler. Hz. dem'in (AS) yaratılışında ne sperm var, ne de yumurtalık. Yeryüzünün çeşitli elementlerinden toplanmış ve yerin mayasından bir protein çorbası yapılarak iskeleti meydana getirilmiş; Hz. Havva da, bir nokta-i nazara göre ondan alınan bir parça ve bir mayadan halkedilmiş; bu, mucizeden başka bir şey değildir.”
6. Sıradan dediğimiz gözümüzün önünde gerçekleşen işler bile dikkatle ele alındığında açıklanamayan çok şeyler vardır. Aslında bu sıradan işler bile mucizeler gibi harikulade şeylerdir. Bunların görülmesinin önündeki engelleri ortadan kaldıracak bir bakış açısının kazanılmasına ihtiyaç vardır:
“Bir insanın annesiz-babasız dünyaya gelmesi harika da, basit, mikroskobik ve âdi, hakir bir damla suyun esrarlı bir yolculuktan sonra edindiği yumurtalık hücresinin arkadaşlığıyla, ruh ve hayat sahibi, gören, düşünen, bilen, konuşan 100 trilyon hücrelik bir insan hâline gelmesi harika değil mi?
Ne var ki, biz alışıp ünsiyet ettiğimiz ve gözümüze ülfet perdesi çektiğimiz için böylesi harikulâdelikleri sıradan vâkıalar olarak görüyoruz. Düşünüp değerlendirme mekanizmamızı hep sebep-sonuç münasebetlerine ve kanunların tesirlerine göre ayarladığımız için, her duyup-gördüğümüzü ve çevremizde olup biten her şeyi bu mekanizmaya adapte etmeye çalışıyoruz. Öyleyse, bize düşen, her şeyden önce fikrî bir ameliyat geçirmektir.”
7- Normal de olsa harikulade de olsa hepsinin kaynağı birdir:
“İster mucizeler olsun, ister âdiyat, ister sebep ve kanunlar, hemen hepsinin varıp dayandığı kaynak bir ve aynı değil midir? Asıl aynı, fasıl farklı; kaynak bir, usûl değişik; esas bir, tatbikat muhteliftir. Sonra, Hz. dem'in (AS) yaratılışı ile bizim yaratılışımız arasında esasen öyle çok fazla fark da yoktur. O, yeryüzündeki elementlerin bir araya getirilip, bir protein çorbası hâlinde balçık olarak iskeletinin kurulup, içine ruh üflenmesiyle mucizevî şekilde spermsiz yaratılmışsa, biz de sadece usûl farklılığı içinde, Allah'ın koyduğu kanun ve sebepler muvacehesinde, yine yeryüzünün elementlerini ihtiva eden gıdalardan vücut makinasında hâsıl olan spermin anne rahminde çeşitli tahavvülattan sonra iskelet hâline gelmesi ve bu iskelete ruhun üflenmesiyle yine bir mucize olarak yaratılmıyor muyuz? Asıl aynı, Yaratan aynı; fakat icraatta sadece belli sebep ve kanunların perdeliği var. İşte fark bu kadar!
Ruhun üflenmesi asıldır ve bunda herhangi bir farklılık yoktur. Değişen sadece cesede ait keyfiyettir. Bunun sebepler altında yapılmasını "normal" görüyor, sebepler üstü cereyan etmesine de "mucize" diyoruz.”
8- Zaman için izafiyet söz konusu olduğu gibi kuvvetler de izafidir. Yeni yeni keşfedilen 5. Ve 6. Kuvvetlerin varlığından bahsedilmektedir. Örneğin, müon (muon) adı verilen atom altı parçacıkların şu anda kabul edilen atom altı fizik teorisine uygun bir şekilde davranmadığı ve başka bir kuvvet etkisiyle hareket ettiğine dair delillere ulaşılmıştır ve bugüne kadar bu alanda bildiğimiz birçok şeyin değişeceği anlamına geliyor:
“Nasıl insanlar arasında kuvvet farklılıkları varsa, aynı şekilde, insan-üstü ve insan-altı varlıklar arasında da kuvvet ve kudret izafiyet farklılığı vardır. Meselâ, cinlerin ve meleklerin kuvvet daireleri belirli sahalarda bizden çok geniştir. Biz 100 kiloyu kaldıramazken, cinlerin tonlarla oynadığı.. ve dünyanın çekim denilen dengesiyle vazifeli meleklerin varlığı bir hakikattir. Bu bize göre mucizevî ve harikulâde bir hâdisedir. Melek ve cinlerin aynı anda çok değişik yerlerde bulunabilme keyfiyetleri de böyledir... Öte yandan, kuvvet ve kudretleri bizden çok daha aşağı varlıklar da vardır. Meselâ, 100 karıncanın bir araya gelip bir yılda yaptığı işi 1 insan 1 dakikada bozup yeniden yapabilir, bu da karıncalar için âdeta bir mucizedir.
İşte, bütün kudretlerin, bütün kuvvetlerin üstünde, kudreti için bir şeye, yetip yetmeme meselesinin olmadığı, dolayısıyla da bu kudret karşısında zerre ile kürenin aynı olduğu Allah (CC) vardır. Ve Allah için olağanüstülük söz konusu olmadığından, O kullarının eliyle dilerse bir şeyi bize göre 'mucize' olarak yaratır, dilerse âdiyattan bir iş olarak yaratır.”
9. Gördüklerimiz ve işittiklerimiz gibi, aklın da anlayıp idrak edebildiği alan sınırlıdır. Dolayısıyla, bu sahanın üstünde ve dışındaki şeyleri akıldan beklemek doğru değildir. Mucizeler gibi şeylerde de aklın ihtiyacı olan şey, bunların kesin ve doğrulukları sabit olan rivayetlerle gelip gelmedikleri hususudur:
“Akıl, kendi üstünde ve sahası dışında bir meselede ya inkâra gidecek ya da çaresiz boyun eğecektir. Meselâ, akıl Allah'ın Zâtı'nı asla kavrayamaz, Zât hakkında düşünemez, tanıma iddiasında bulunamaz; çünkü Zât, akla her gelen şeyin ötesinde hatta ötelerin de ötesindedir. Ona düşen, Zât'a iman edip, sıfât ve isimleriyle tecellîleri ve icraatı, tasarrufat ve eserleri üzerinde düşünmek ve mârifete ulaşmaya çalışmaktır. Yaratan'ın sanatı ve eseri olan akıl, Sanatkârı'nı kavrayamaz. Bu yüzden, mucizelerin asıl mahiyetlerinin, yani Allah'ın sebepler ötesi icraatının kavranması, ruhun kavranması kadar zordur. Dolayısıyla, yerleşmiş ve doğruluğu tescil edilmiş rivayet kanallarıyla gelen mucizeleri kabul etmek, en akıllıca yoldur.”
İnşallah sonraki yazıda, kaldığımız yerden devam edelim…