Samanyoluhaber.com yazarı Prof. Dr. Osman Şahin'in yazısı
PROF. DR.OSMAN ŞAHİN
MUCİZELER İNKAR EDİLEMEZ 11
Önceki yazıda, Kur’an’daki bazı ayetleri yanlış yorumladıkları için mucizeleri inkâr edenlerle ilgili örnekler gösterilmişti. Bu yazıda da konuya devam ederek, inadına ve ısrarla yapılan keyfi mucize taleplerinin mahiyeti ve bu taleplere cevap verilmesi durumunda o insanları bekleyen büyük fitneler ve tehlikeler üzerinde duracağız.
İsra sure-i celilesinde geçen “Bizi, âyetler (mucizeler) ve peygamber göndermekten alıkoyan şey, ancak öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semûd'a, açık bir mucize olarak o dişi deveyi vermiştik de ona zulmetmişlerdi (deveyi boğazlayarak kendilerine yazık etmişlerdi). Oysa biz, o mucizeleri ancak korkutmak için göndeririz.” (17/59) ve “Vaktiyle sana şöyle vahyettiğimizi hatırla: "Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır." (İsrâ gecesi) sana açıkça gösterdiğimiz o temâşâyı ve Kur'ân'da lanet edilen ağacı da, yalnız insanlara bir imtihan için yapmışızdır. Biz onları, korkutuyoruz, fakat bu onlara ancak büyük bir taşkınlıktan başka bir sonuç vermiyor.” (17/60) âyetleri de bazıları tarafından mucizeleri inkâr amacıyla kullanılmaktadır.
Halbuki, bu sure Miraç mucizesini haber vererek başlamaktadır. Burada da kafirlerin kendi arzularına göre ve istedikleri zamanda mucize talepleri söz konusudur. Ve bu tarzda yapılan mucize taleplerinin neticesinde, inkârları sebebiyle bunların başına Allah’ın azabının gelmesi söz konusudur. Bu tarz inadına ısrarla yapılan talepler neticesinde gelen mucizelere "âyât-ı mukteraha" denilmektedir:
“O âyetlerle (mucizelerle) peygamber göndermekten bizi hiçbir şey alıkoymuş değil, ancak onları öncekiler yalanlamış oldular. Ve bundan dolayı tamamen imha ve yok edildiler.
Ayetler, yani Allah'ın kudretine delalet eden alâmetler üç kısma ayrılır. (1) Bir kısmı her şeyi kapsar. "Her şeyde onun (Allah'ın) bir âyeti vardır ki, bir olduğuna delalet eden." limlerin düşüncesi bu âyettedir. (2) Bir kısmı gök gürültüsü, güneş tutulması gibi alışılagelmiş âyetlerdir. Cahillerin düşüncesi de bundadır. (3) Bir kısmı olağanüstüdür ki peygamberlerin mucizeleri, velilerin kerametleri bu çeşittendir.
Mucizeler arasında inadına istek ve ısrar edilen bir kısım vardır ki, bunlara "âyât-ı mukteraha" denilir. Bunlar, gösterildiği zaman (Peygambere) inanmayanlar, Semûd kavmi gibi köklerini kesecek bir azab ile derhal yok edilmişlerdir.
Buradaki belirli bir şeye delalet eden belirleme edatı "lâm-ı ahd" ile, işte bu cinsten "âyât-ı mukteraha"ya işarettir ki, Kureyş müşriklerinin inadına olarak istedikleri âyetler (mucizeler) demektir. Nitekim biraz sonra "Dediler ki: Biz sana asla inanmayız tâ ki bizim için şu yerden bir pınar akıtırsın." (İsrâ, 17/91) diye açıkça ifade edilecektir.
Halbuki biz bu âyetleri ancak korkutmak için gönderiyoruz. Yani ey Muhammed! Sana gönderdiğimiz âyetleri azab ve yok etmek için değil, ahiret azabından korkutmak için gönderiyoruz. Bundan dolayı onların inat ederek istedikleri mucizelerin gönderilmemesi Allah'ın kudretine karşı bir engel bulunduğundan dolayı değil, Hz. Muhammed'in ümmeti hakkında Semûd kavmi gibi hepsinin kökünü kesecek bir azab Allah'ın maksadı olmadığından dolayıdır.” (Hak Dini, Kurân Dili)
İbn-i Abbas’tan (RA), bu âyetin inme nedeni hakkında yapılan rivayete göre, Mekkeli müşrikler Safa tepesinin altın yapılmasını ve ayrıca Mekke civarındaki dağların kaldırılarak oraların ekilebilir bir arazi haline getirilmesini istemişlerdir. Allah Rasûlü (SAV) bunu Allah’tan (CC) dileyince ona denildi ki; "İstersen yaparım. Fakat şu şartla: Eğer dinden çıkarlarsa önceki kavimler gibi onları da yok ederim." Bunun üzerine, Efendimiz “Ya Rabbi! bunu yapmanı istemem. Sabır dilerim" demişler ve bunun üzerine bu âyet indirilmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Nesaî, Hakim, Taberânî ve diğer muhaddisler)
Sonraki âyeti kerimede ise kafirlerin bu tarzda gösterilecek mucizeleri neden inkâr edecekleri Miraç mucizesi üzerinden açıklanmaktadır.
“Buna karşı belki bunlar, (daha sonra) Peygamberi yalanlamazlardı gibi bir ihtimalin hatıra gelmemesi için buyuruluyor ki; Hani hatırlarsın ya, biz sana: Hiç şüphe yok ki Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır demiştik. Yani ilmi ile insanları kuşatmıştır. "Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir." (17/55) buyurulduğu üzere hepsinin içini, dışını, önünü, sonunu tamamen bilir. Bundan dolayı istedikleri mucizeler gönderildiği takdirde, önceki insanlar gibi bunların da Peygambere inanmayacaklarını Allah bilir. Her insanın amelini veya kaderini boynuna bağlayan O'dur. Bir de onların Peygamberi yalanlayacakları şu delilden hareketle de anlaşılır:
Baksana: Biz, Mirac gecesi o sana gösterdiğimiz manzaraları, ancak insanları imtihan etmek için sana gösterdik. Rüyayı, bazıları Fetih Sûresi'nde gelecek olan Mekke fethi rüyası, bazıları da Bedir'de müşriklerin ileri gelenlerinden her birinin yıkılacakları yerleri gösteren Bedir'le ilgili rüyadır, demişlerdir. Fakat bu âyet, Mekke'de indiğinden dolayı Medine'de olan o rüyalarla yorumlanması uygun olamaz. Doğru olan görüş, âlimlerin çoğunun açıkladığına göre, bu gösterme ve görmenin, sûrenin başında geçen İsra âyetindeki "Ona âyetlerimizi göstermek için" görmesine işaret olmasıdır. Çünkü orada uzun uzadıya açıklandığı gibi bu olağanüstü Mirac olayı üzerine o müşrikler iman etmek şöyle dursun, iman edenlerden bazılarının bile dinden çıkması gibi büyük bir fitne olmuşlardı.” (Hak Dini, Kurân Dili)
Ayette rüya kelimesinin kullanılmasından dolayı bazılarının Miracın uykuda olduğunu iddia etmeleri ayrıca şöyle çürütülmektedir:
“Burada rüya olarak ifade edildiğinden dolayı Mirac'ın uykuda meydana gelen bir rüya olduğunu zannedenler olmuşsa da bu da doğru değildir. Çünkü uykuda görülen rüyada şuraya buraya gitmek, göklere çıkmak herkesin başına gelebilir. Ve açıkça biliniyor ki, böyle bir rüya gördüğünü söyleyen kimseye karşı çıkarak onun bu rüyasını kabul etmemekle de hücum edilmez. Eğer Mirac uykuda görülen bir rüyadan ibaret olsa idi, onun bir fitne yapılmasının anlamı olmazdı.
Doğrusu rüya aslında vezninde masdardır. Örfe göre uyku halinde görülen şeylere isim olmuşsa da aslında mânâsı, görmektir, görmek demektir. Bu âyette de bu esas mânâsı üzerine söylenmiştir. Ancak burada buna rü'yet (görmek) denilmeyip de rüya denilmesinin nüktesini düşünmek gerekir.
Bunda üç görüş vardır: Birincisi, bu görme geceleyin meydana gelmiş bir görmedir. İkincisi, bu anlatıldığı zaman müşrikler, sen bir rüya görmüşsün demişler. Üçüncüsü, Mirac hadislerinde görüldüğü üzere, o geceki görmeler arasında rüyadaki gibi örnek olarak gösterilmiş kısım da vardı. Mesela cennet ve cehennemi açıkça görürken içlerindeki bütün cennetlikleri ve cehennemlikleri de görmüştü. Halbuki bunların birçoğu henüz dünyaya bile gelmemiş olduklarından bunların, olmadan önce kendilerine benzeyen şekilleriyle görülmüş oldukları anlaşılır.
Öyle ise mânânın özeti şu olur: İsrâ gecesi sana gerçekten bizim gösterdiğimiz o Mirac görüşü âyetlerimizden en büyük bir âyet olduğu halde, biz onu inat ederek âyet (mucize) istemekte olan o insanlar için sırf bir fitne ve imtihan vesilesi yaptık. Gösterilen olağanüstü alâmetlere rağmen inanmadılar da inadına yalanladılar. Bundan dolayı Rabbinin bildiği gibi, bu imtihan ile de anlaşılır ki, hangi âyet gösterilse yalanlayacaklardır.” (Hak Dini, Kurân Dili)
İnancın Gölgesinde Mirac
Miraç hâdisesinin mahiyeti hakkında “İnancın Gölgesinde” yapılan şu hulasa da çok güzeldir:
“İsrâ sûresi 1. âyette, "Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, (Muhammed) kulunu, Mescid-i Haram'dan çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. O, muhakkak Semî'dir, Basîr'dir.")
Necm sûresi âyet 8-11'de ise "Sonra yaklaştı ve sarktı; iki yay aralığı kadar, belki daha da yakın. (Allah o anda) kuluna vahyedeceğini vahyetti. (Muhammed'in) gözüyle gördüğünü (gönlü) yalanlamadı." buyrularak, Miraç hâdisesine işaret edilmektedir. Ayrıca, hadis kitaplarında bu kudsî yolculuğun teferruatı zikredilmektedir.
Allah, ubûdiyetiyle mahiyetini inkişaf ettiren ve mübarek ruhu gibi cismi de letafet ve ulviyet kesbeden Resûlü'nü, lütfuyla huzuruna almış ve müşâhedesiyle nimetlendirmiştir. Kulluğunun bir semeresi ve neticesi olan Miraç yolculuğunda Efendimiz (SAV), kendisini çepeçevre saran kanun ve sebepleri aşarak, beşeriyete ait perdeleri geçip uzun mesafeleri bir hamlede kat'etmiş, yıldızları, sistemleri birer merdiven, birer basamak, birer atlama taşı gibi kullanıp, Rabbini görmeye mâni buudları geride bırakmış, cismen ve ruhen vardığı makamdan Cenâb-ı Hakk'ı müşâhede etmiştir. Peygamberlerle selâmlaşmış, melekleri görmüş, Cennet'i ve güzelliklerini, Cehennem'i ve azametini temâşâ etmiştir.
Ümmetine anlatacağı meseleleri ciddî bir itminan ve yakîn içinde anlatsın; gıyaben inandığımız şeyleri müşâhedesi olarak bize intikal ettirsin; hatta Allah'ı görsün ve görmeye dayalı olarak da "vardır" desin; melekûtu, melekleri, Cennet'i, Cehennem'i görsün ve bildirsin diye çıktığı Huzur'dan (CC) bir saatine bin yıllık dünya hayatının kâfi gelmediği Cennet'i temâşâ edip ve bir anlığına bin yıllık Cennet hayatının kâfi gelmeyeceği Cemalullah'la müşerref olduktan sonra; Kur'ân'a ait bütün meselelerinin hakikatlerini, temessül keyfiyetlerini, bütün ibadetlerin mânâ ve hikmetlerini anlamak, anlatmak ve risalet vazifesini tamamlayıp, ümmetini karanlıklardan kurtarıp nura çıkarma yolunda, Kendisine her türlü işkencenin yapıldığı bir anda, yeniden yeryüzüne dönmüştür. Dönerken de, mü'minlerin miracı olan namazı da hediye getirmiştir.”
Peygamberimiz'in Mucizeleri O'nun Nübüvvetinin ve Risaletinin ŞahitleridirMirac-ı Nebevi hakkında Hazret-i Bediüzzaman 31. Söz olan Mirac Risalesi’nde Miracın neden gerektiği, Miracın hakikatinin, hikmetinin, meyvelerinin ve faydalarının neler olduğunu aklı da ikna ederek delilleriyle ortaya koymakta ve Mirac ile alakalı akla gelen sorulara çok güzel cevaplar vermektedirler. Mirac ile ilgili sırları, en güzel bir şekilde anlatan Mirac Risalesine havale ederek konumuzu tamamlayalım…
İnşallah sonraki yazıda, diğer âyetlerle kaldığımız yerden devam edelim…