Samanyoluhaber.com yazarı M. Ertuğrul İncekul'un yazısı
M. Ertuğrul İncekul
Öncelikle kavramları netleştirelim. Muhafazakâr olmak yeniliklere kapalı olmak demek değildir. Muhafazakâr olmak değerlerine, inancına bağlı olmak ve onu dış etkenlerden korumaya çalışmaktır dersek yanlış olmaz. Yobaz ve bağnaz olmakla karıştırılmamalıdır. Yobaz ve bağnaz olan bir düşünce sahibi liberal de olsa, muhafazakâr da olsa geri kafalıdır, yeniliklere, yeni düşüncelere karşı defansif ve agresiftir. Genel anlamda kendi düşüncesinde olmayanları dinlemez, düşünmez ve büyük oranda farklı fikirlere kapalıdır. Zihin kilidi hep devrededir. Ama muhafazakârlık anlayışını bence Fazlurrahman güzel özetliyor “bize aydınlanmış bir muhafazakârlık gerekir.”
Düşünme biçimlerimizi ise genelde yetiştiğimiz kültür ortamı, çevre ve coğrafya belirler. Zihniyetimizin oluşmasında aldığımız eğitim, ailemizin tutumu, yaşadığımız ülke, okuduğumuz kitaplar, arkadaş çevremiz, korkularımız gibi pek çok etkenle düşüncelerimiz ve düşünce biçimimiz oluşur. Bu düşünce biçimi liberal olabileceği gibi, konservatif de olabilir. Bunların yüzdesi her insanın düşünce oluşum geçmişine göre farklılık arz eder. Ama şu bir gerçek ki dünyaya, olaylara bu bakış açımız ve düşünce gözlüğümüzle bakarız, anlamlandırırız, yorumlarız ve nihayet hükümler veririz. Bazen aynı olay ve yaşananlara birbirine, taban tabana zıt yorum ve görüşlerin sebebi, tam da düşünme biçimimiz ve yorum farkımızdır.
2013 yılında John R. Hibbing ve Kevin B. Smith tarafından kaleme alınan Predisposed ( Eğilimler) kitabında: Pek çok insanın içinde gömülü olan ve büyük ölçüde bilinçli düşünce alanının dışında faaliyet gösteren güçler, bizi liberal veya muhafazakar siyasi inançlara yöneltiyor. Biyolojimiz bizi dünyayı farklı şekillerde görmeye ve anlamaya yatkın kılar; her zaman akıl yürütmeye ve gerçekleri dikkatle değerlendirmeye değil. Bu yatkınlıklar, insanlık tarihine damgasını vuran siyasi ve ideolojik çatışmaların önemli bir kısmından sorumludur.
Scientific Academy 2021 Ocak sayısında yayınlanan makaleye göre: Nebraska-Lincoln Üniversitesi ve Rice Üniversitesi'nden üç siyaset bilimciden oluşan yazarlar, liberaller ve muhafazakarlar arasındaki farklar derin ve hatta aşılamaz görünüyorsa, bunun nedeninin kişilik özellikleri ve biyolojik yatkınlıklardan kaynaklandığını savundu. Genel olarak bakıldığında, araştırmalar muhafazakarların güvenliği, öngörülebilirliği ve otoriteyi liberallere göre daha fazla arzuladığını ve liberallerin yenilik, nüans ve karmaşıklık konusunda daha rahat olduklarını gösteriyor. Yani bir Cumhuriyetçi veya bir Demokratın beyin algılama biçimi farklı.
Hâlâ gelişmekte olan politik sinirbilim alanı, farklı ideolojik görüşlere sahip insanlar arasındaki temel yapısal ve işlevsel beyin farklılıklarını tanımlamanın ötesine geçerek, belirli bilişsel süreçlerin politik düşüncemizin ve karar alma mekanizmamızın altında neler yattığına dair daha incelikli araştırmalara doğru ilerlemeye başladı. Bilinçsiz ve körü körüne partizanlık sadece oyumuzu etkilemez; hafızamızı, akıl yürütmemizi ve hatta hakikat algımızı etkiliyor. Bunu bilmek hepimizi sihirli bir şekilde bir araya getirmeyecek, ancak araştırmacılar bilinçsiz partizanlığın beynimizi nasıl etkilediğini anlamaya devam etmenin en azından onun en kötü etkilerine karşı koymamıza izin verebileceğini umuyor. Yani şu hükmü hatırlayalım; Çünkü tarafgirlik damarı ihlâsı kırar, hakikati değiştirir.
New York Üniversitesi'nde çalışan psikolog Jay Van Bavel ve Andrea Pereira, partizanlığın kimlik üzerindeki etkisini, hatta nöronlar düzeyine kadar anlamak, " insanların neden parti bağlılığını politikanın ve hatta gerçeğin üstünde tuttuğunu açıklamaya yardımcı oluyor " diyordu. Kısaca kimliklerimizi hem ebeveyn olmak gibi bireysel özelliklerimizden, hem de farklı coğrafyalara ait kültürel grup üyeliklerimizden alıyoruz. Bu bağlılıklar birçok sosyal hedefe hizmet eder: ait olma ihtiyacımızı, tamamlanma ve öngörülebilirlik arzumuzu besler ve ahlaki değerlerimizi destekler. Ve beynimiz diğer sosyal kimlik biçimlerinde olduğu gibi onları da temsil ediyor.
Diğer şeylerin yanı sıra partizan kimliği hafızayı bulanıklaştırır. 2013 yılında yapılan bir araştırmada, liberallerin George W. Bush'un Katrina Kasırgası'nın ardından tatilde kaldığını yanlış hatırlama olasılıkları daha yüksekti; muhafazakarların ise Barack Obama'nın İran cumhurbaşkanı ile el sıkışırken gördüklerini yanlış hatırlama olasılıkları daha yüksekti. Partizan kimliği aynı zamanda algılarımızı da şekillendiriyor.
Demokrasi kültüründen nasibi olmayan ülkelerde ve halkta bu bağnazlığı ve çağ dışılığı görebiliyoruz. Körü körüne bir yanlışın peşinde, zalim de olsa bir siyasi liderin peşinden gitmekten gocunmuyorlar. Popülizmin etkisi ve algı gücü de ayrı bir gerçeklik tabii ki. Menfaatçi ve pragmatist anlayış birçok değerin önüne geçiyor maalesef.
Beynimizin düşünce biçimine ideolojilerimiz de ciddi etki ediyor diyebiliriz. Bu anlamda evrensel, ufkumuzu genişleten, dünyaya at gözlüğü ile bakmayan ideolojiler, fikirler zihinlerimizi daha geliştirecek ve çok daha geniş açıdan hayatı ve insanı ele almamızı sağlayacaktır. Unutmayalım kazanılmışlık kuşağında yaşamıyoruz, her gün yeni tasrif ve öğrenmelerle kazanma kuşağındayız. Yaşlanma aslında zihinde başlar yani değişime açıklığını yitirir insan. Her gün varlık, içinde yaşadığımız dünya, hakikatler yepyeni yüzüyle, anlamıyla karşımıza çıkıyor. Hakikat yolcusu olmak ise yılmadan, yorulmadan peşinde olduğumuz hakikatin nazını çekmekten başka nedir ki?