'Nice ayetler vardır ki...'

Cenab-ı Hak buyuruyor ki, “Kur’an sadece bütün insanlar için bir derstir, evrensel bir mesajdır... Göklerde ve yerde Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini gösteren nice âyetler ve deliller vardır ki, insanlar yanından geçip gittikleri halde yüzlerini çevirdiklerinden farkına varmazlar.” (Yusuf Suresi, 12/104-105)
Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan diyor ki:
“Sinemada görmüştüm. Amerika’dan gelmiş bir turist kâfilesi Lauvre Müzesi’ni geziyorlardı. Tabloların önünden koşar adım halinde geçiyor, onları bir rüya gibi sisli ve mübhem güya görüyorlardı.
“Güya onların sanat sırlarını keşfediyor, güya onlardan bir şey görüp anlıyorlardı.
“Bu turist kafilesi, o ziyareti belki beş dakikada bitirdi; otobüslere binip oradan ayrıldılar.
“Eh Lauvre’u görmüşlerdi. Amerika’da bol bol övünebilirlerdi.
“Halbuki bir tablonun önünde senelerce oturup öncelemek belki kâfi değildi.
“Her zerresi mucize olan bu kainatı ben de o turisiler gibi gaflet içinde gezdim.
“Ne gördüm, ne anladım. Az sonra rehberimiz boruyu öttürecek: ‘Haydi otobüslere!...’

M. Fethullah Gülen Hocaefendi, o canlı şaheser sanat harikaları hakkında teşbihlerle şunları anlatıyor:
“Bu kainat, büyük-küçük, canlı-cansız, rengârenk sanat eserleriyle süslenmiş, bitip tükenme bilmeyen manzaraları resmi geçidi ve bir meşher mâhiyetinde herkesi seyir ve tenezzühe sevk edecek bir câzibedarlık içinde hazırlanmış görünüyor.

“Bu güzel manzaralar, bu fevkalâde süs ve ihtişamlar, bir sel gibi akıp giden hâdiseler üzerinde bir fiiller merceği ile dalgalanan isimlere şahit oluyor ve maşukuna kavuşma aşkıyla koşan âşıklar gibi, bu çakıp çakıp göz kırpmaların, parlayıp parlayıp işaret etmelerin arkasına düşüyor ve kendimizi bir mübhemiyet arz eden sıfatlar dairesinin önünde buluyoruz. Şaşkın, yorgun  ve alabildiğine arzulu... Kalbe açılan menfezlerle zâtî durumları takibe çalışıyoruz. Bir yükseliş içinde cereyan eden bu yolculuk, eşya ve hâdiselerden, insan ve kainata münasebetten başlar, yaratılışın sırrını kavrama noktasına yükselince her şeyin ne kadar güzel ve yerli yerinde olduğu insana inkişaf eder. Şimdi Yaratıcı’nın maksadı mevzuunda bir şeyler söylerken, bu idrak ve inkişafı da bir avam anlayışı içinde takip edelim: Mesela, bir sanatkâr düşünelim ki, bu sanatkârın mâhir olduğu yönlerden bir tanesi güzel yazı yazma olsun. Bu mehâretiyle objektifi aşıyor, sübjektife baş kaldırıyor ve inşâ gücüyle kendini gösteriyor. Düşünelim ki, bu sanatkâr aynı zamanda fevkalâde, en sert mermerlere âdeta canlılık getiriyor, dudağına tebessüm, yanağına gamze hak ettiği suretlerle ayrı bir mahâret izhar ediyor.

“Hüns-ü hat (güzel yazı yazma) yönüyle alkışlanan sanatkârımız, heykeltraşlığı ile ilgili hakkında yazılan methiye ve mersiyeleri dinleyedursun, biz üçüncü bir kabiliyetini daha kurcalayalım: Meselâ, sanat dehâmız aynı zamanda mâhir bir dülger olsun. Cevize ruhunu aksettiren, gürgene ölümsüzlük  kazandıran, abanozu sanat ruhuyla dirilten üstün bir dülger… Sanat ve sanatkârdan anlayan eller, alkışlayıp dursun meharetlerini, biz başka bir yöne daha bakalım: Mesela, aynı zâtın mükemmel bir ressam olduğunu düşünelim. Fırçasının geçtiği yerlerde en güzel motifler, en şâhâne kombinezonlar sıralansın dursun. Daha bir sürü sanat sıralayabiliriz ki, her ilâve edilen yeni sanat, sanat-dehâmız ayrı bir yönüne vuzuh kazandırmakta  ve onu o yönüyle tanımamıza yardımcı olmaktadır. 

“Şimdi böyle bir sanatkâr kabiliyetleriyle  kendini gösterdikten sonra onu bilmememiz mümkün olmayacağı gibi, bazı sanatlârını izhâr etmemesiyle de tam ve eksiksiz tanımaya erilemeycektir.

“Bu itibarla her istidat, kendinde bulunan gizli kabiliyetleri izhar etmek ister. Tohumdaki hayat düğümünün zuhuru, spermin var olma kavgasındaki aşk ve heyecanı, rutubet habbeciklerinin yağmur olmak için bin bir güçlüklere katlanmaları, hep bu görme ve gösterme şevkiyle katlanılan şeylerden değil mi?

“Bunlar, bizlerde ve bütün varlıklarda bir zaafın, bir arzunun, önüne geçilmez bir iştiyakın ifadesidir ki aslından aksetmiş, gölgeleri bu türlü ızdırapların dışında da zaten düşünemeyiz. Ama asıl Sanatkâra gelince, o Kendi sanatlarında eksiklik ifade eden bu türlü ârızalardan münezzehtir. Muhakkak ki, aslın ne cilvesi, ne cilveyi tertip edicisi, gölgedeki gibi olmayacaktır.

“Evet bütün kevnü mekanları dolduran rengârenk ve çeşit çeşit dalgalanmalar bize bin bir isimden haber vermekte ve her isim bir sanat âbidesi üzerinde aydınlatıcı bir nur gibi hünerli bir Zâtın sıfatlarını tanıtmaya rehberlik yapmakta ve o gizli Zâtın mesajlarıyla kalbimizi uyarmaktadır.

“Büyük Sanatkâr güzelliğin envâı ile güzelliğini, nizam ve âhengin şiirimsi keyfiyetleriyle irade ve kuvvetini kalbin en gizli arzularına kadar her şeyi vermesi ile rahmet ve şefkatini ve daha bunlar gibi binlerce işiyle, binlerce ünvanını gösterip kendini binlere tam tanıttırmak hem eksiksiz ve tam tanıttırmak istiyor.

“Diğer bir tabirle, geniş ilmindeki ilmî mâhiyetlerii hâricî vücutlarda sahneye sürüp kudret ve iradesinin cilvesini gösteriyor. Bir diğer ifadesiyle ise, en hârika sanat eserini şuurlu varlıkların idrak prizmasından geçirerek, zeminden semaya kadar bir hayret ve sermestlik, bir idrak ve takdir velvelesi uyarak istiyor.

“Demek mâhir, hem binlerce fende mâhir bir sanatkâr, sanatlarıyla hârika istidat ve kabiliyetlerini gösterdiği gibi –en yüce mânası ile- bu kainatın Sahibi de, kendi sanat şanını da göstermek için bu muhteşem kâinat sarayını yaratmış…”

İşte biz bu azametli be ihtişamlı sanatlar karşısında derin derin tefekkür edip Aziz Sanatkârını gerçekten gücümüz yettiğince takdir etmek mecburiyetindeyiz. 
Safvet Senih
01 Eylül 2017 12:12
DİĞER HABERLER