OBAMA'NIN VİZYONU VE TÜRKİYE

George W. Bush zamanında Washington'un dünyanın üzerine geçirmek istediği dar elbiseye aldığı cevaptan biliyoruz;
ABD her istediğini gerçekleştiremiyor, her niyetini hayata geçiremiyor... Türkiye 1 Mart (2003) tezkeresine “Hayır” dedikten sonra ABD'nin bölgedeki işleri rast gitmedi; Bush'un arkasına sığınarak Amerika'dan bir 'yeni Roma' çıkartmak isteyenlerin global planları suya düştü. Bugün Bush'un yerinde Barack Hussein Obama oturuyor, o da dünyayı belli bir yöne doğru yürütmek hevesinde. Mısır'ın başkenti Kahire'de yaptığı konuşmayla yalnız bu bölgeye değil Batı'ya ve kendi ülkesi Amerika'ya da çok kapsamlı mesajlar verdi. Verdi de, Obama'nın her istediğinin gerçekleşeceği üzerine herhalde kimse iddiaya girmez. Gücü yetmediği için yapamaz... Dedikleri yapılırsa çıkarları bozulacak odaklar yaptırtmazlar... “İllâ yapacağım” diye ısrar ettiğinde başına bir şeyler gelebilir... Yine de o konuşmayı dinleyen veya okuyan bizlerin dikkati bir soru üzerinde odaklanmalı: Obama Kahire konuşmasında çerçevesini çizdiği vizyonu gerçekleştirebilirse iyi mi, yoksa kötü mü olur? Demokrasinin merkezî değer haline dönüştüğü, savaş yerine barışın egemen olduğu, kadın-erkek eşitliğinin sağlandığı, nükleer silâhlardan arındırılmış, şiddetin dışlandığı, her görüşün ifade edilip dinlendiği bir dünya idealine kim hangi gerekçeyle itiraz edebilir? Tek itiraz noktası, “Biz bu tür lâfları çok duyduk” türü bir bıkkınlık olabilir. Konuşmasının bir yerinde “Yalnızca lâf üretmek halklarımızın ihtiyaçlarını karşılamaz; ancak ileriki yıllarda biz cesaretle davranabilirsek bu ihtiyaçlar karşılanabilir” demesi gösteriyor ki, Obama da bu bıkkınlığın farkında. Cesaretle atılmasını beklediği adımlar, bütün halkların birlikte atacağı adımlar olabilir. Kahire'de çerçevesi çizilen vizyonun bize bakan yüzünü gözden kaçırmamalıyız: Obama'nın konuşmasına yansıyan vizyon özellikle Türkiye için fırsatlar içeriyor. Biz zaten demokrat bir ülkeyiz ve halkımız ülke demokrasisinin daha da olgunlaşmasını bekliyor. Bölgemize barış gelmesi, tehdit unsuru olan etrafımızdaki nükleer silâhların yok edilmesi, kimsenin şiddetle sonuç alamaması Türkiye'nin kaynaklarını kurutan gereksiz harcamaların sona ermesi de demek... Güvenlik öncelikli olmayan bir dünyaya aktarabileceğimiz fikirlerimiz, satabileceğimiz ürünlerimiz var bizim... Daha da önemlisi şu: Kahire konuşması öncesinden başlayarak Türkiye'nin girdiği yol ile Obama'nın vizyonu esasen örtüşüyor; ülkeyi tehdit eden şiddeti sonra erdirme yolunda gösterilen çabaların herkes farkında. Kendi içimizde barışı temin etme arayışlarımız ve demokrasimizi daha sağlam temellere oturtma kararlılığımız sürüyor. Obama vizyonunun sınırlarını çizerken sanki 'yarınki Türkiye'yi zihninde canlandırmış... Böyle ortamlarda hep bir tedirginlik yaşanır: Çizilen vizyondan rahatsızlık duyacak çevrelerin tepkisi... Geçmişte o tepki Katolik bir ABD başkanını (John Fitzgerald Kennedy) ve başkan adayını (Robert Kennedy) ortadan kaldıracak boyuta ulaştığı için haklı bir tedirginliktir bu. Türkiye buna rağmen vizyona desteğini kendisini o vizyon aynasında yeniden tanımlayarak göstermelidir. Daha demokratik, barıştan yana, insanlarının temel hak ve özgürlüklerini bütün boyutlarıyla kullanabildiği, kadınlara eşit davranılan bir ülke olma arzusu yerindedir. Sağdan-soldan gelen itirazlar Obama'nın konuşmasında belirlediği çerçeveden bizde de rahatsızlık duyanlar olduğunu ortaya koydu. 'Din' vurgusunu fazla bulduklarını çekinmeden yazıp söylüyorlar. Oysa yarının dünyası, bizdeki bazıları istemese bile, insanların dinlerini bütün kısıtlamalardan uzak yaşabilecekleri bir dünya olacak. İktidar partisi, muhalefet partileri, hatta devletin hassas birimleri Obama'nın konuşmasını mercek altına alıp incelemeli ve ülkemizin yararına olabilecek değişimleri şimdiden planlamalıdırlar.
07 Haziran 2009 08:51
DİĞER HABERLER