Türkiye on yıllardır Avrupa'ya mülteci gönderen bir ülke oldu. Samanyolu Haber yazarı, 80'li yıllarda gelenler ile yeni gelenler karşılaşınca ortaya çıkan sohbeti 'Gurbet Mektupları'nda yazdı
İskandinavya dönüşü şu an yaşadığım Paris’e adım atar atmaz, kendimi şehrin dışındaki evim yerine kent merkezinde buldum. Çünkü Londra’dan misafirlerim gelecek ve onlara işlerinde eşlik edecektim.
Zor olacaktı bu bana. Zira geceyi Stockholm’un soğuk yollarında, otobüslerde, uçakta geçirmiştim. Yarı uykulu idim anlayacağınız.
Misafirlerimle buluşacağım Paris’teki kuyumcu dostuma vardığımda yanında yaşlı biri bulunuyordu.
Selam faslından sonra fikirsel boyutta bir kaç kelam ettik. muhatabımın kimliği ve hayatını öğrendikçe bir anda bende uyku falan kalmadı.
Çünkü epey sıradışı bir hikayesi vardı.
Bu kişi 1980 ihtilali nedeniyle buralara kaçan ve buralarda ömrünü tüketmiş bir eski solcuydu. Halen de öyle.
Öncelikle bir heykeltraş olduğunu söyleyeyim. 70’li yıllarda Türkiye’de yayınevi işletmiş, sinema yapımcılığı yapmış. Yılmaz Güney’in meşhur Yol filmine yapımcı olmuş. Çirkin Kral’ın hapishaneden yurtdışına kaçırılışında da katkısı olmuş. Ona ölene kadar da Paris’te eşlik etmiş. 'Her daim birlikte idik' dedi.
“İŞKENCELERE RAĞMEN KİMSENİN ADINI VERMEDİM”
1974 tarihinde 19 yaşında iken girdiği cezaevinden 1978 tarihinde çıkmış.
Ben, ''inanılmaz zor bir şey bu yaşadığınız'' deyince, ''yoo ben bu yola çıkarken bunu göze almıştım, mücadele ettiğimiz adamlar yakalandığımızda bunları bizlere yapacaklardı elbet. Bu nedenle, işkence de görsem bunun vaveylasını hiç etmedim'' dedi.
Hatta verilen elektrik dizlerimdeki siyatik rahatsızlığına deva bile oldu, dedi ve güldü...
''İşkencenin dozunu ne kadar attırsalar da kimsenin ismini verip de başkalarını yakmadım'' dedi.
Bu da 4 yıllık mahpusluğunda oradan oraya sürülerek tam 9 Cezaevi görmesine neden olmuş.
Davası adına yaptığı fedakarlıklar ve meydan okumaları bir şekil medyaya yansıyınca adamımıza aşık olan genç bir kız cezaevine gelmiş, iyice tanıştıktan sonra da evlenmişler.
Gençliği tam bir fırtına gibi geçmiş.
Lübnan iç savaşı yıllarında bu ülkeye geçmiş. Güney Lübnan’da dünyanın her tarafından gelen solcu militanlarla birlikte İsrail askerlerine karşı kıyasıya çatışmışlar.
DAVA ADINA SOYGUNLAR
''Mücadelemiz adına çok soygun yaptık'' dedi.
Ya kapitalist sermayenin bel kemiği gördükleri bankaları ya da çok büyük sermaye sahiplerini soymuşlar. Mafyayı bile.
Bunu nasıl yaptıklarını da uzunca anlattı. Önce mafya babasının yanına bir arkadaşlarını sızdırmışlar. Bu, cüretkarlığı ile zorba babanın baş elemanı dahi olmuş. Ve en sonunda servet değerinde çalınmış paraları silahlı bir baskınla çalıvermişler. Kanun kaçağı adam kimseye bildirememiş dahi. Rakam çok yüksek olmasına rağmen uzun yıllar kimse duymamış bile.
O dönem yaptıklarından asla pişman olmadığını bugün icap etse yine seve seve yapacağını söyledi.
Militan geçmişiyle alakalı daha bir çok hatırasını dinlediğim bu insan birlikte Fransa’ya gelen arkadaşlarının ilk zamanlar bavullarını dahi açmadıklarını anlattı. Zira Türkiye’de işlerin tekrar yoluna koyulup döneceklerini hep umuyorlarmış.
''Ben gelir gelmez bavulumu açtım ve hayata atıldım, Uzun süre buralarda artık yaşayacağımızın farkındaydım'' dedi.
“En az 3 yıl sonra döneriz” beklentisi zamanla hepsinde ümitsizliğe dönüşmüş. Ve nihayet iş hayatının birçok dalında her biri bir işe atılmış.
Ben, ''nasıl onlar kapitalist mi oldu sonunda?'' diye provakatif bir soru sorduğumda o, ''ne yapalım buradaki hayat insanı kapitalizme zorluyor'' dedi.
Hizmet’i konuştuk
Üstteki konuşmaların öncesinde ve sonrasında laf lafı açmış tarih, din, sosyoloji neredeyse her alanda konuşmuştuk.
Verdiği örnekler üzerinden kimi tarihsel hatalarını düzeltmem hem de “dine bir kurgudur” düşüncesine itirazlarım kapsamında verdiğim cevaplardan sonra mesleğimi sorma ihtiyacı hissetti.
Kapatılan Süleyman Şah üniversitesinde Ortadoğu dersleri verdiğimi söylediğimde, ''Fethullah grubundan mısın?'' diye sordu.
Sohbetimizin devamı bu yönlü gelişti. Ezcümle kendisine, birileri hakkında onları kendilerinden tanımadıktan sonra hüküm vermenin sağlıklı olmayacağını ifade ettim.
Hele ki bağlılarının genelde Batı’dan Doğu’ya yayılmış eğitimli insanlardan oluşan bir hareketi kamuoyunda popüler hale gelmiş basit ithamlarla tanımlamanın en başta insanların kendi akıllarına saygısızlık olduğunu ifade ettim.
Bu ifadem üzerine daha yumuşak ve saygılı bir tavır sergiledi. Hizmet hareketini kendi görüşlerim üzerinden şöyle tarif ettim;
''Babaları, dedeleri kıyasıya kavga eden insanları manevi temelli bir dava etrafında bir araya getirmiş bir koalisyondur. Seküler ideolojilerin isyan ahlakı ile ön gördüğü değişimi “müspet hareket” ismini verdikleri, insanları hassas olduğu konularda tahrik etmeden dolayısıyla çatışmadan kaçındıkları bir metotla çözüm bulunacağına inanan bir anlayışa sahip'' dedim.
Kast ettiğime genel anlamda bir örnek olarak da milletin şu kadarı aptal diyen Aziz Nesil gibi değil de Konfüçyüs’ün “karanlığa hakaret edeceğine mum yak” sözüne uygun yola çıkmış, eğitim devrimiyle halkı dönüştürmeye çalışan bir yaklaşıma sahip dedim.
Sözlerime karşılık vermedi.
Ben de bunun üzerine kendisini sahip olduğu dava kararlılığını ve fedakarlığını takdir ettiğimi ifade ettim.
Sohbetimiz tatlı bir şekilde devam etti ve sonrasında tekrar görüşmek dileğiyle ayrıldık. Az sonra da misafirlerim geldi. Üzerimde ise artık uykusuzluk gibi yorgunluk da kalmamıştı..
Yapacak çok iş var ezcümle. Düşüncelerde, duygularda ezilmeden ve asla yorulmadan...