İktidarın medya üzerindeki ‘gölge elini’ ve Türk basınının içinde bulunduğu baskıcı ortamla ilgili açıklamalar yapan Pelin Batu, “Medya patronlarının kara bir listesi var. Adı geçen gazetecileri işe almıyorlar." ifadelerini kullandı.
Gazeteci- yazar Pelin Batu, Türkiye’nin muhalif ve entelektüel bir yüzü. Hükümete karşı sert açıklamalarının ardından Milliyet Gazetesi’ndeki işinden çıkarıldı, Habertürk’te uğrayacağı sansürü önceden hesaplayarak yeni bir programa başlamak istemedi.
İktidarın medya üzerindeki ‘gölge elini’ ve Türk basınının içinde bulunduğu baskıcı ortamı konuştuğumuz Batu, “Habertürk’te Fatih Saraç’ın Başbakan’dan sık sık telefon aldığını görünce müdahaleyi hissediyordum” diyor ve ekliyor: “Medya patronlarının kara bir listesi var. Adı geçen gazetecileri işe almıyorlar”
Türk medyasının son dönemdeki duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Gezi’den sonra iktidara yakın bilinen yayın organlarının itibar kaybı yaşadığı, sosyal medyanın daha güvenilir bir hal aldığı söylendi. Sizce medyadaki son durum nedir?
Türkiye’de bence birçok gazetenin hiçbir güvenilirliği kalmadı. Medya patronları işadamı oldukları için hükümetle aralarında bir danışıklı dövüş durumu var. Haliyle korkuyorlar. Otokontrol devreye giriyor ve yazarlarını işten atıyorlar. Sonuçta beni de attılar bu sebeplerle.
İHALE KAYBETME KORKUSU VAR
Bu insanlar ne gazetelerden, ne de televizyon kanallarından doğru dürüst para kazanmıyorlar. Öbür tarafta patronun ihale kaybetme korkusu iktidarın dediğini yapmalarına neden oluyor. Aslında bu iş adamlarının çoğu medya sektörüne girmek bile istemiyor. Adeta kucaklarında buluyorlar gazete ve TV kanallarını.
Ethem Sancak örneğindeki gibi mi?
Evet, kesinlikle. Resmen ‘Sen bu medya grubunu satın alacaksın kardeşim’ dayatması var. Medya grubunu alıyorlar, sonra büyükler ne servis ederse onu basıyorlar. Bunun adı da nasıl oluyorsa ‘gazetecilik’ oluyor. Gezi’de yerel basının 11 gazetesi aynı başlıkla çıktı. Türk gazeteciliğinin nereye geldiğine dair bir milattır bu.
AMAN YUKARIDAKİ KIZMASIN
Medyanın itibar kaybını patronların ödediği bir bedel olarak değerlendirir misiniz?
Bence bu bizim ödediğimiz bir bedel. Onların kâr meselesinden, arsızlıklarından dolayı ülkede güvenilecek bir medya kalmadı. Herkes para kaybından dolayı iktidara yanaşıyor ki yukarıdaki kızmasın. Belki Aydın Doğan çıkıp ‘Sizler yüzünden servetimi kaybettim’ açıklaması yapıyor ama insanlar da onlar yüzünden haber alma özgürlüklerini kaybetti.
DAVUTOĞLU'NU ELEŞTİRDİM DİYE MİLLİYET'TEN KOVULDUM
Milliyet’ten kovulma sürecinize gelelim. Beklediğiniz bir şey miydi?
Aslına bakarsanız son 1 yıldır her yazım için ‘Bu son olacak’ diyordum. O yüzden de bana müthiş bir özgürlük duygusu gelmişti. Hiç otosansür uygulamadan çok rahat bir şekilde yazdım. Kimse de bir şey demedi.Kısacası ben kovulmayı bekliyordum ama aslında bir o kadar da beklemiyordum. Neticede iki yıldır her istediğimi yazmışım demek ki ya birileri okumuyor ya da bir tane de göstermelik muhalif kişi orada dursun, diye düşünüyorlardı. ‘Bakın biz, ne kadar özgürlükçüyüz, değişik seslere yer veriyoruz’ diyebilmek için benim gibi isimleri çalıştırdıklarını zannediyordum.
AHMET DAVUTOĞLU ENVER PAŞA’YI ANDIRIYOR
Peki, bu durumu değiştiren neydi sizce? Neden işten çıkarıldınız?
Ben Davutoğlu yazılarım yüzünden olduğunu düşünüyorum. Son birkaç aydır özellikle Ortadoğu’daki kepazeliklerden dolayı ben Davutoğlu'na takmıştım. Yazılarımda da kendisini sık sık eleştiriyordum .
Ama sizin kovulma döneminizde henüz başbakan olmamıştı…
Evet, hatta ben kovulduktan 2 hafta sonra başbakan oldu.
Perşembenin gelişi çarşambadan belli oldu yani…
Öyle görünüyor. Davutoğlu'yla şahsi bir meselem yok. Ama dış politika dediğiniz, ben doğduğumdan beri bizim evimizde tartışılan bir durumdur. Rahmetli babam Davutoğlu’nun dış politikasını çok başarısız buluyordu. Etrafımızda kelleler kesilirken Ortadoğu’yu bir video oyunu izler gibi izliyoruz. İster istemez nedenlerinden biri de biziz. Bunu da biliyoruz ama sanki odada dev bir fil var ve bizler o dev file karşı sessiz, korkak kalıyoruz. Ayrıca Davutoğlu’nun Pantürkizm üzerine hayalleri ve Enver Paşa’yı andıran tavırları çok ilginç. Kendisi bütün Türki cumhuriyetler birleşecek, Osmanlı yeniden gelecek hayalleri kuruyordu. ‘Stratejik Derinlik’ isimli kitabında bulabilirsiniz bu hayallere dair söylemlerini. Son aylarda IŞİD’in de patlak vermesiyle yazılarımda sık sık eleştirdim kendisini ancak onların eleştiriye tahammülleri yok. Sadece etraflarında onları poh pohlayacak ve ‘Padişahım çok yaşa!’ diyecek insanlara ihtiyaçları var.
DARBE DÖNEMi GAZETECiLiĞi BiLE BUNDAN İYİDİR
Bahsettiğiniz havuz medya son dönemde fazlasıyla yıldızlaştırıldı. Türkiye'de muhalif basının bu kadar susturulduğu dönemler olmuş muydu sizce?
Bence kesinlikle yoktu. Geçenlerde Oya Baydar’la konuştuk. Şöyle bir cümle kurdu: ‘Darbe döneminde bile gazetecilik bundan daha iyiydi!’ Kesinlikle katılıyorum. Darbe dönemi ve askeri dikta korkunç bir şey elbette ama o dönemin gazeteciliği bile bundan daha özgür, düşünebiliyor musunuz? Çetin Emeç ve benzer görüşteki isimler, istedikleri gibi gazete çıkarmışlar. Evet, belli dönemlerde sansür olmuş ancak o sansüre rağmen seslerini çıkarmışlar.
EMİR BÜYÜK YERDEN SAZAK NE YAPSIN?
Sizce Derya Sazak Milliyet’te devam etseydi, siz de devam ediyor olur muydunuz?
Derya Sazak gazeteyi bambaşka bir boyuta taşımayı düşünüyordu. ‘Medyada gençler ve kadınlar olmalı’ diyordu. O kalsaydı, bir süre daha devam ederdik ama yukarıdan sürekli telefon gelip ‘O gazeteciyi işe al, şu kadar para ver’ gibi uyarılar geldiğinde genel yayın yönetmeni ne yapsın?
PATRON OTOSANSÜR UYGULUYOR
Sizi istemeyen medya patronu muydu, hükümet miydi? Kişisel fikriniz nedir?
Açıkçası bilmiyorum. Ama kraldan çok kralcıların olduğu bir dönemdeyiz. Hükümetten siyasi figürlerin benden çok memnun olmadıklarını zaten biliyordum. Ancak artık onların telefon edip ‘Bu kızı işten çıkar’ demesine gerek kalmıyor. Medya patronu otosansürü kendine uygulayıp, ‘Bu bizim canımızı sıkabilir, kovalım gitsin’ diyor. Zaten başka herhangi bir gazetede olsaydım, mesela Habertürk'te devam etseydim de pekala bu durum başıma gelebilirdi.
FATİH SARAÇ’LA ERDOĞAN’IN YAKIN İLİŞKİLERİ OLDUĞU ÇOK BELLİYDİ
Habertürk'te herhangi bir sansür vakasıyla karşılaştınız mı?
Habertürk’teki programım tam Gezi döneminde yaz tatiline girmişti. Ben eylülde aynı programa devam edecektim. Görüşme için gittiğimde Bana ‘Dış politika programı yapar mısınız’ diye sordular. Ben de ‘Yaparım ama siz benim yaptığım programı yayınlamak istemezsiniz’ dedim. Çünkü ben dış politika programı yaparsam çok eleştirel bir program olur. Haliyle onlar da öyle bir program istemezlerdi.
Kiminle yapmıştınız bu konuşmayı?
Fatih Saraç'la.
Dinlemeler ortaya çıktıktan sonra karşılıklı diyaloğunuz olan Fatih Saraç’a karşı bakış açınız değişti mi?
Benim için yeni bir şey değildi. Odanın ortasındaki o malum fili ben hep görüyordum. Dinlemeler sadece bunları kanıtladı.
ALT YAZIYA TENEZZÜL EDİYORLAR
Mesela, Habertürk'te Kılıçdaroğlu'nun da katıldığı bir programa çıkmıştık. O sırada Fatih Saraç da oradaydı ve dönemin başbakanı Erdoğan'dan program boyunca sürekli kendisine telefon geliyordu. Hepimiz de görüyorduk Saraç'ın Başbakan’la konuşmalarını. Alt yazılara karışan Başbakan her şeyi yapabilir zaten.
Yani hiç şaşırmadınız?
Hem de hiç! Ben, Saraç'ı hayatımda iki defa gördüm. Ama aldığım intiba Erdoğan'la çok yakın ilişkileri olduğu yönündeydi. Beni şaşırtan ülkede bu kadar problem varken, alt yazıya müdahale etmeye tenezzül etmeleri.
DEMiRÖREN AĞLARKEN ÜZÜLDÜM AMA BEN KORKMUYORUM
Medyanın içinde bulunduğu baskı ortamı size kendiliğinden istifa etmeyi hiç düşündürdü mü?
Hayır, çünkü ne olursa olsun en azından orada ya da burada bir kalem var ve onu bırakmamalıyım. Dinlemelerde Demirören'in ağlamalarını duyduğumda çok üzülmüştüm. Ama ben korkmuyorum! O gazete olmaz başkası olur ama bir şekilde düşündüklerimi söyleme gibi bir hastalığım var. Ve buna devam edeceğim. Benim Arnavut damarım var. Benim önümü kapamaya çalışır, işten kovar, sansürleseler ben daha güçlenerek geri dönerim.
Milliyet’ten ayrılırken veda yazınızda gökkuşağına bir gönderme yapıyor, ‘Ben bütün renkleri yansıtmak istedim’ diyordunuz. Ancak büyük bir çoğunluk tarafından eleştirilen ve çok ‘beyaz’ olarak tanımlanan bir isim oldunuz. Kamuoyu tarafından aynı şefkatle kucaklanabildiniz, anlaşılabildiniz mi sizce?
Açıkcası bunu hiç önemsemiyorum. Benim çok temel bir derdim var: Kendimi ifade etmek. Yıllardır gazetecilik yapıyor, tiyatroda oynuyor, şiir yazıyorum.
Bugüne dek çok ölüm tehdidi de aldım ama kendimi ifade etmekten asla vazgeçmedim. Bu seviyesizlik midemi bulandırıyor ama ne olursa olsun hâlâ kendimi çok şanslı hissediyorum.
Çünkü düşüncelerimi ifade edebildiğim sizin gibi yayın organları var. Konuştukça, yazdıkça çoğalacağımıza inanıyorum.
OKAN BAYÜLGEN’iN GEZi AÇIKLAMASI VALiDEBAĞ’DA ÇÜRÜTÜLDÜ
Azınlık psikolojisinin verdiği yalnızlık bazen insanı çok karamsar bir boyuta sürükler ama kırılma noktaları da vardır. Mesela çevre meselelerinde bu kırılmalar çok yaşanıyor. 15-16 yıldır HES’ler, nükleer santraller gibi bir sürü duruma karşı ayaklanmalara katıldım. İçimden hep şöyle derdim: ‘Bunu yapan belirli azınlık hiç değişmiyor!’ Ama artık şunu gördüm insanlar, Validebağ korusu gibi konularda anında haklarını aramak için örgütleniyorlar. Okan Bayülgen, ‘Gezi Parkı olayları, yaz aylarında olmasaydı kimse böyle sokağa dökülmezdi’ dedi ama bakın Validebağ protestosu bunun tam tersini kanıtladı.
Gezi'den sonra toplumsal reflekslerimiz hassaslaştı mı acaba? Artık daha kolay mı örgütlenir olduk?
Bence tahammülümüz kalmadı artık. Karşı tarafın da bazı şeyleri insanların damarına basmak adına yaptığını düşünüyorum. Ağaç kesiyor, kestiğimiz ağacı dikiyoruz diyor. Ekolojik dengede yüz yıllık ağaçla yeni dikilen ağaç bir olur mu? O ağaçların çoğu büyümeden kuruyor zaten. Erdoğan'ın söylemlerine bakın. Kendi kendiyle çelişen mantıksız ifadeler. Açıklamalara bakarsak Türkiye'nin yüz ölçümünden fazla ağaç dikilmiş görünüyor! Bazen düşünüyorum da; Erdoğan'ın içeride gizli muhalif danışmanları var da, inadına onu rezil etmek için mi bu yanlış bilgileri veriyorlar kendisine acaba?
MEDYA PATRONLARININ BİZLERİ İŞE ALMAMALARINI EMREDEN KARA LİSTELERİ VAR
Ana akım medya kuruluşlarından birinden işten çıkarılmanız mimlenmiş bir Pelin Batu algısı oluşturmuş olabilir mi? Sizce gelecekte belirli gruplarda iş bulmanız imkansız mı artık?
Çok sevdiğim bir medya büyüğü bana şöyle dedi: “Bize bazı listeler geliyor ve ‘Burada yazılı isimleri işe almayın’ deniyor.” Kısacası kara listeleri var. Benim işe alınmamam önemli değil ancak bir süre sonra sistem bu şekilde yürümeyecek zaten.
Bu süreçte gazeteciler arasındaki mesleki dayanışma sizi hayal kırıklığına uğrattı mı?
Geçenlerde işten atılan bir gazeteci arkadaşımızın evindeki partideydik. Odaya şöyle bir göz gezdirdim. Şu anda alanında en iyi gazeteciler, köşe yazarları orada oturuyor ve hepsi de işsiz! Oysa Türk medyası bu insanlarla çok daha iyi olacaktı. O toplantıda hep beraber konuştuk ve şöyle denildi: “Biz gazeteciler birbirimize sahip çıkalım, birbirimizi bırakmayalım.” Tamam, sahip çıkalım birbirimize ama nerede yazacağız?
ÇOCUK KATİLİ OLARAK HATIRLANACAKLAR
Bakın biz Çin Seddi'ni yaptıran hükümdarı kitap yakan biri olarak hatırlıyoruz. Şu anda iktidar patlaması yaşayan hükümet de kendini ölümsüz padişah sanıyor ama tarih onları çocuk ve işçi öldüren, ağaç kesen bir iktidar olarak yazacak. Tarih onları ‘Ölü seviciler’ tabirini kullanan bakanlarıyla hatırlayacak!
CAN DÜNDAR’LA BEN SABAH ŞEKERi Mi OLALIM?
Can Dündar bir röportajında ‘Tek tek avlanmayı içimize sindirdik şimdi ağlamayalım’ diyordu. Kendi işten ayrılma sürecinin öz eleştirisini böyle yapmıştı. Sizin vicdanınız bu konuda ne diyor? Arkadaşlarınız işten çıkarılırken yeterince tepki verdiğinize inanıyor musunuz?
ALTERNATİF MEDYA PEŞİNDEYİZ
Hasan Cemal kovulduğunda onun için ‘Hoşça kal’ yazısı yazmıştım. Ve o gün ona veda yazısı yazan tek isim ben olmuştum. Tahir Yurtseven ve Can Dündar aynı dönemlerde işten çıkarılırken hepsiyle ilgili bir cümle ya da paragraf fark etmeksizin bir şeyler yazmıştım. Artı 1 TV sürecinde ise maddi imkansızlıklar, maaşların yatmaması ve sayısız yalan dolana rağmen birbirimize kenetlenmiştik. O altı ay boyunca inanılmaz bir özveri ve şevkle çalıştık. Biz de birbirimize aslında böyle sahip çıktık. Daha beş gün önce yine aynı grupla bir aradaydık. Hâlâ alternatif bir medya yaratma amacımız var. Daima üç-beş tane zengin iş adamının ağzının içine bakıp ‘Acaba bunlar cesaret eder de böyle bir yayın kuruluşu açar mı?’ diye bekleyemeyiz.
KORKUDAN REKLAM VEREMEDİLER
Türkiye'nin en zengin aileleri o dönem Artı 1'e korkularından sadece on bin lira reklam parası verebilmişlerdi. Bu adamlar için çerez parası bu. Bunlardan biri bize; ‘Haberleri sizden izliyorum, çok beğeniyorum. Artı 1 TV’yi sadece bir eğlence kanalı haline getirirseniz reklam veririm’ dedi. Şimdi bu Can Dündar'a söylenecek laf mı? Ne olacak bu eğlence kanalında, Can Dündar'la ben sabah şekeri mi olacaktık?
ARTI 1 TV’DE KOMÜN HAYATI YAŞAYACAKTIK
Sizce Artı 1 TV ütopyası gerçek olsaydı neler olurdu? Tamamen gazetecilere devredilmiş bir kanal Türk medyasında neleri değiştirecekti?
Biz galiba gerçekten çok naiffz. Birkaç ay boyunca bunun gerçek olabileceğine inandık. Çünkü kanal sahibi canlı yayında bunun sözünü vermişti. Eğer bu proje hayata geçseydi; farklı bir sistemin mümkün olduğunu gösterirdik ve diğer projelere ilham vermiş olurduk. ‘Medya patronlarına, siyasi partilere muhtaç değiliz’ algısını yerleştirirdik. Tamamen dürüst, çıkarsız ve doğru bildiğini söyleyen insanların yapacağı bir iş olacaktı. Devam etseydi bir sürü üstü kapatılmış davaları gün yüzüne çıkarabilecektik.
ŞİRKETLERDEN REKLAM İSTEDİM
O dönem bu proje gerçekleştiği takdirde ‘Reklam gelirlerini çalışanlara eşit dağıtacağız’ açıklamasını yapmıştınız. Kapitalizmin çarklarının işlemediği bir medya alanı yaratma peşinde miydiniz?
Evet. Hakikaten hep birlikte oturduk, bir yönetim kurulu oluşturduk ve çalışma planı belirledik. Ben ve diğer gazeteci arkadaşlarım bizzat gidip büyük şirketlerden reklam istedik. Bir ay içinde reklam gelirleri %70 arttı. Ama ne oldu? Reklam gelirleri artınca yukarıdakiler 'Biz öyle bir şey demedik' diyerek vazgeçtiler.
BİRİLERİ DÜĞMEYE BASTI
Oysa o dönem Artı1 TV yönetiminin gazetecilere bırakılacağına dair haberler medyada fazlasıyla yer almış, durum meşrulaşmıştı…
Elbette. Sadece bununla ilgili dev panolara reklamlar verdik. Röportajlar yaptık. Mayıs ayına kadar adeta bulutların üstünde uçuyordum. ‘Gittikçe büyüyeceğiz’ diye düşünüyordum ki zaten sürekli telefonlar geliyordu. 'Biz de sizinle çalışmak istiyoruz, para falan da istemeyiz’ diye. Kısacası tam bir komün hayatı olacaktı. Ama patron belki de başka tarafardan korkutuldu. Kim bilir belki birileri yukarıdan düğmeye bastı.
17 ARALIK’TAN SONRA TOPARLANIRLAR SANDIM
17 Aralık’tan sonra medyaya baskının arttığını düşünüyor musunuz? Korkunun hakim olduğu bir ortam oluştu mu sizce?
Garip bir şekilde 17 Aralık’a rağmen hâlâ korkusuzca davranıyorlar. Her türlü yolsuzluk ve hırsızlık haberlerini okumaya devam ediyoruz. Ben toparlanır, adımlarını dikkatli atarlar sanıyordum. Mesela ayakkabı kutusundan para çıkmaz da daha farklı stratejiler bulurlar diye tahmin etmiştim.
Sizce iktidara yakın medyanın size bakış açısı değişti mi? Son dönemde hakkınızda çıkan en basit haberlerde bile kullanılan üslup oldukça iğneleyici...
Ben yapılan bu haberlerin çok ciddiye alınacağını düşünmüyorum. Yazdıklarımla, çizdiklerimle hiçbir gruba yakın olmadığım aşikar. En son ‘45'likte boş masalara çaldılar’ diye haber yaptılar. 45'lik’te biz her ay bir vesile olsun, kendi aramızda eğlenelim diye Artı 1 ekibiyle böyle bir program yapıyoruz. Bu bizim dayanışmamıza da bir örnek aslında. DJ’lik yapıyor olmam konusunda belden aşağı vurdular. Sanki ayıp bir şey!
Dilara Tahmaz/BUGÜN