Samanyoluhaber.com yazarı Prof. Dr. Osman Şahin 'Himmet Kahramanlarını Bekleyen Tehlikeler 3' yazısının üçüncüsünü kaleme aldı
PROF. DR. OSMAN ŞAHİN
Himmet Kahramanlarını Bekleyen Tehlikeler 3
Bu zulüm dönemi içerisinde Hizmet insanları hem maddi hem de manevi büyük imtihanlara maruz kalmışlardır. Mallarını, makamlarını, her türlü konforlarını ve imkânlarını kaybetmelerinden daha ağır sınavlara tabi tutulmuşlardır.
Hizmet kurumlarını, evlerini, yurtlarını, okullarını, etüt merkezlerini ve insanlara hizmetlerin gitmesinde birer vesile olan çok imkânlar da ellerinden alınmıştır. Bu büyük kayıplar karşısında da Hizmet insanlarının Cenab-ı Hakk’a tam bir teslimiyet içerisinde, O’ndan hoşnutluklarını ve razılıklarını muhafaza etmeleri zarureti vardır.
Süreçte çok büyük miktarlarda servetlerini ve daha birçok imkânlarını kaybeden mütevelli olan bazı esnafların dillendirdikleri gibi “O verdi, O aldı” sözlerinde bu hakikatin ifadesini görüyoruz. O (CC) mülkünde dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahip ve her işinde çok hikmetler, maslahatlar, açık ve gizli birçok güzellikler bulunan tam adalet sahibi ve tam rahmet sahibi bir hâkimi mutlaktır. Bu hakikat 18.Söz’de “Her şey ya bizzat güzeldir ya da neticeleri itibarıyla güzeldir” sözleriyle ifade edilmektedir. Bu büyük sınavlardan bir tanesi de Hizmet insanlarının aileleriyle, eşleriyle ve çocuklarıyla olan imtihanlarıdır.
Birçok aile bu süreçte parçalanmış ve aile fertleri maddi ve manevi birbirlerinden uzak düşmüşlerdir. Maddi uzaklıklara tahammül mümkün olsa da yaşanan manevi kayıplar ve uzaklaşmalara tahammül etmek zorlardan zor bir meseledir.
Bunlar karşısında da malın, mülkün, eşlerin ve evlatların hakiki sahibinin onlar olmayıp Allah olduğu ve O’nun bu kulları ile münasebetlerinde de tek hak sahibi olduğunu ve onlarla olan muamelesinde asla haksızlık yapmadığını ve bu icraatlarında da muhakkak manada adalet, hikmet ve rahmet bulunduğu şuuru ile hareket etmek ve asla ondan şikayetçi olmamak ve burada dahi rıza göstermek çok önemlidir ve bu bir zarurettir.
Haşa, “ben senin yoluna hizmet ettim, sen ise benden aile fertlerimi aldın, onları korumadın, onlara sahip çıkmadın” veya yapılan hizmetlerin ve gidilen yolun doğruluğu hakkında şüphelere düşüp “eğer bu yol doğru olsaydı bizler de bu hallere düşmezdik” gibi düşüncelere kapılarak ebedi hüsran, hasret ve kayıpla sonuçlanacak bir yola girilmemelidir.
Aksi takdirde, “Öyle insanlar vardır ki Allah’a, sırf bir hesaba binaen, imanla küfrün arasında bir yerde ibadet eder. Şayet umduğu faydayı elde ederse onunla huzur bulup sevinir, eğer bir sıkıntı ve imtihana mâruz kalırsa yüzüstü dönüverir. Dünyayı da âhireti de kaybeder. İşte besbelli olan hüsran budur.” (22/11) ayet-i kerimesinde tehdit edilerek haber verilen akıbetten kurtulmak mümkün olmayacaktır.
İnsanların hidayetleri ve ıslahları ancak Allah’ın yaratmasıyla ve istemesiyle mümkündür. Burada, kullarının cüz’i iradeleri şart-ı adi olarak hesaba katılmakta ve onların tercihlerine bağlı olarak takdirler yapılmakta ve asla bir haksızlık ve adaletsizlik yapılmamaktadır.
Yakınlıklarımız sebebiyle karşılıklı haklar ve sorumluluklar söz konusu olsa da herkes bağımsız bir birey ve kul olarak imtihan vermektedir.
Hazret-i Adem’in oğlu Kabil, Hazret-i Nuh’un hanımı ve oğlu ve Hazret-i Lut’un hanımının bu imtihanda kaybedenlerden olmaları örneklerinde görüldüğü gibi, bu hususta peygamber hanımları ve oğulları bile bir ayrıcalığa sahip bulunmamakta ve onlar da bu imtihana tabi tutulmaktadırlar.
Hazret-i Nuh’un (AS) evladı ile alakalı talebinde Allah (CC) peygamberini uyarmakta ve “Kesin bilgin olmayan bir şeyi benden isteme” (11/45) demektedir. Buna mukabil peygamber de (AS) “Ya Rabbî, hakkında kesin bilgim olmayan şeyi istemekten Sana sığınırım…” (11/46) diyerek Allah’ın takdirine olan rızasını beyan ederek affını talep etmektedirler.
“Hal böyleyken öyle insanlar vardır ki hiçbir bilgiye, hiç bir delile ve hiç bir aydınlatıcı kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışır durur.” (22/8) ayet-i kerimesinde, yaşanan hadiselerde hakkında gerçek bir vahye, bilgiye ve delile sahip olmadan Allah hakkında yanlış düşüncelere ve zanlara kapılmanın yanlışlığına dikkat çekilmektedir.
Devam eden ayetlerde ise bu insanların hem bu dünyada hem de ahirette maruz kalacağı perişaniyet ve azap ifade edilerek, bu hale düşmelerinin kendi hata ve kusurları sebebiyle olduğu ve Allah’ın kullarına olan muamelesinde asla bir adaletsizlik olmayacağı beyan edilmektedir:
“Allah yolundan saptırmak için kibirle kabararak tartışmasını sürdürür. Onun hakkı, dünyada rüsvaylık olduğu gibi, kıyamet günü de ona can yakıcı azap tattıracağız. O vakit kendisine: “İşte bu, dünyada işlediklerinin cezasıdır. Yoksa Allah kullarına en ufak bir haksızlık bile yapmaz” denilir.” (22/9-10)
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, bu ifritten süreçte sahnelenen darbe bahane edilerek her türlü hizmet kurumlarına el konulup Hizmet insanlarına türlü türlü zulümler reva görülmesi karşısında Rabbe karşı gizli de olsa bir hoşnutsuzluk meydana gelebilir endişesiyle sürekli “Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, resûl olarak da Hazreti Muhammed’den (SAV) razı olduk” beyan-ı Nebevisini sürekli tekrar ettiklerine şahit olunmuştur.
Başa gelen ve yaşanan hadiseler karşısında mü’mince duruşun nasıl olması gerektiği ise şöyle resmedilmektedir: “Belanın en çetini, en zorlusu ve en amansızı başta enbiyaya, sonra da imanının derecesine göre diğer mü’minlere gelir. Mü’min hadiselere bakıp değerlendirirken “Niye böyle oluyor?” demez; onları gönül hoşnutluğuyla karşılar. Musibete maruz kalınca, her defasında “Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, resûl olarak da Hazreti Muhammed’den (SAV) razı olduk.” der: Allah’ım Rab olarak Sen’den razıyız!.. Rabbü’l-âlemîn Sensin. Rububiyetine bakan bütün tasarrufatına “elhamdülillah” diyoruz; el verir ki, bizi sapıklığa, küfre ve dalalete sürüklemeyesin!..
Bir münasebetle dendiği gibi; bazen dünyevî hâdiseler ve dünyalılar yol vermezler insana; bazen de başa gelenler, altından kalkılmayacak şekilde çetin cereyan eder. Ne var ki, Hak’tan fermanlı gönüller, görüp duydukları bu şeyler karşısında ne sarsılır, ne sendeler ne de tereddüde düşerler. Her hâdiseyi müteâl iradenin bir muamelesi kabul ederek, başa gelenleri imtihan sayar, imtihanları tevekkül ve teslimiyetle göğüsler, yol kesen töre bilmezlere insanlık dersi verirler.
Her hareket ve davranışlarını ötelerden gelen emirlere uyma inceliğiyle değerlendirir; bir gözleri kendi tavırlarında diğeri o müteâl kapının aralığında yürürler himmetlerini dağıtmadan yücelerden yüce hedeflerine doğru –Hak rızası olan o hedefe canlarımız kurban olsun– ve hayallerini bile her zaman pâk tutarlar ağyâr düşüncesinden. İşte bu çerçevedeki sadakat erlerinin sevda ölçüsünde tek bir dertleri vardır; o da, herkesin Allah’ı bulup O’na yönelmesi, değişik kulluklardan kurtulup sadece O’nun bendesi olması.”
(Muhalif Rüzgârlar ve Mümince Duruş)