Samanyoluhaber yazarı Prof. Dr. Osman Şahin, geçen hafta başladığı "Güzel söz ve kötü söz" serisinin ikinci yazısını kaleme aldı.
Güzel söz ve kötü söz
PROF. DR. OSMAN ŞAHİN | Samanyoluhaber
Kur’an’da güzel söz ve kötü söz ile ilgili çok güzel benzetmeler yapılmaktadır. “Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir ki Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Düşünüp ders çıkarsınlar diye Allah insanlara böyle temsiller getirir. Kötü söz ise, gövdesi toprağın üstünden kolayca çıkarılabilen, kökleşip yerleşmeyen değersiz bir ağaca benzer (14/24-26).
Fethullah Gülen Hocaefendi “Hizmet Mevsimleri ve Himmet Meyveleri” başlıklı Bamteli’nde konuyu şöyle ele almaktadırlar: ““Kelime”yi, ağzınızdan çıkan bir söz, davranış olarak ortaya koyduğunuz bir tavır, arkada bıraktığınız bir eser, sebebiyet verdiğiniz olumlu veya olumsuz bir şey şeklinde şümullü anlamak lazım. “Habis kelime”nin misali, yeryüzünün derinliklerine doğru kök salmadığından sürekli oynayıp duran, değişik fırtınalar karşısında savrulan ve hatta devrilen ağaç gibidir. Yeryüzünde onun için hiç karar yoktur. Güzel kelimenin misali ise, tertemiz, kendisine güve musallat olmamış, küfe maruz kalmamış, yerin derinliklerine doğru kök salmış, sabit kadem, dimdik, yukarılara doğru ser çekmiş bir ağaç gibidir.
Madem mü’min de bir Allah kelimesidir; o da işte öyle güzel bir ağaç gibi olmalı ve her mevsimde o mevsime göre bir kısım meyveler vermelidir. Öbür tarafta Cenâb-ı Hakk’ın inayet elinin damlayı derya, zerreyi güneş yapıp iade etmesi için burada her mevsimi en iyi şekilde değerlendirmelidir.”
Hizmet-i imaniye ve Kur’an’iyeyi ayet-i kerimede ifade edilen güzel söz, bunun karşısında yer alıp mücadele veren şer akımlarını ise kötü söz kapsamında ele almak mümkündür. Hizmet kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş her mevsimde ürün veren meyvedar bir ağaç gibidir. Zaman zaman yaşanan fırtınalar, belalar ve musibetler karşısında yer yer sarsılmalar yaşasa da temelleri çok sağlam olduğundan yıkılmaz ve hiçbir şey onu meyve vermekten alıkoyamaz.
Buna mukabil, hakla kıyasıya mücadele içerisinde olan ve onu yok etmek için çalışan her türlü yapı ise köksüz bir ağaç gibidir. Bazen, hak karşısında zahiren galip görünseler de netice itibarıyla her zaman kaybetmeye ve yok olmaya mahkumdurlar.
Güzel örneklerle Kur’an hakikatlerinin gösterilip temsil edilmesine çok ihtiyaç vardır…
Üstad Hazretleri 20. Söz’de Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın ta’lîm-i esmâ hakikatine mufassalan mazhariyetini, hak ve hakikat olan ilimlerin ve fenlerin doğru hedeflerini, hem dünyevî hem de uhrevî kemâlâtı ve saadetleri açık bir şekilde gösterdiğini ve yaptığı teşviklerle beşeri onlara sevk etmekte olduğuna dikkat çektikten sonra çok önemli bir tespit yapmaktadırlar: “ Elbette nev-i beşer, âhir vakitte ulûm ve fünûna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir. !''
Hem o Kur’ân-ı Mu’cizü’l Beyân, cezâlet ve belâgat-ı Kur’âniye’yi mükerreren ileri sürdüğünden remzen anlattırıyor ki: “Ulûm ve fünûnun en parlağı olan belâgat (maksadı en veciz şekilde ve hiç karışıklığa meydan vermeden anlatma) ve cezâlet (bolluk ve zenginlik), bütün envâıyla âhir zamanda en merğub bir sûret alacaktır. Hattâ insanlar, kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icrâ ettirmek için en keskin silâhını, cezâlet-i beyandan ve en mukavemetsûz kuvvetini, belâgat-ı edâdan alacaktır.”
İlim ve ilmin en parlak cihetleri olan belâgat ve cezâlet noktasında hiçbir beyanın yetişemeyeceği Kur’an-ı Mu’cizü’l Beyan’ın elmas hakikatleri perdesiz ve tam bir şekilde insanlara ulaşabildiği takdirde, insanların birçoğu bu hakikatleri kabul edip teslim olacaklardır.
Bugün Kur’an’i hakikatlerin insanlara gösterilmesine ve buna engel olma adına bütün Dünya’da yanlış temsiller üzerinden meydana getirilen yanlış algıların ortadan kaldırılmasına çok ciddi bir ihtiyaç bulunmaktadır.
İmrendiricilik oluşturmak birdenbire olacak bir şey değildir…
Hocaefendi’nin bir hususi sohbetinde, Hizmet Hareketi’nin, insanlığın problemlerinin çözümü adına bir alternatif olmasının önemi ele alınmaktadır: “Son zamanlarda ayrıştırma, ırkçılık ve buna rağmen entegrasyon mevzuu üzerinde çok ciddi duruluyor. Mesela, Amerika’daki farklı milletlerden insanların hepsi kendisini Amerikalı hissediyor. Zamanla bu iş olgunlaşır ve bizim arkadaşlarımız da bulundukları yerlere kendileri kalarak, adapte olurlar. Dünyanın farklı yerlerinden gelen insanlar kendi anlayışlarını da buralara getirmişler. Bu anlayışların birçoğuna yerelde antipati var. Bu konuda hizmet hareketi ciddi bir alternatif olabilir.
Tarihin hiçbir döneminde tüm dünya hakka, hakikate tamamen uyanmamıştır. Ama, kutsala saygı bazı dönemlerde hâkim olmuştur. Bu adamlar dört beş yıl kırar geçirirler ama yaptıkları hiçbir şey kalıcı olmaz. Biz yerimizde tam durmalıyız ve hiçbir çıkar gözetmeden yolumuza devam etmeliyiz. Zaten hizmet erlerinin şiârı bu değil midir?
Bu işin güzelliğinin dünyaya gösterilmesi ütopik bir sistem ister. İster geniş dairede, isterse dar dairede buna ihtiyaç var. Kuran da bu “güzel misal” meselesini nazara veriyor. Diğer taraftan, imrendiricilik oluşturmak birdenbire olacak bir şey değildir.”
Buna muvaffak olabilmek için sahip olduğumuz değerlerin tam olarak ve taviz vermeden yaşanmasına ve Hizmet prensiplerine uygun olarak hareket edilmesine çok ciddi ihtiyaç bulunmaktadır.
İnşaAllah bir sonraki yazıda devam edelim.