Peygamber Efendimiz'in hayatını anlatan kitapların en güzellerini bir araya getirdik. Sonsuz Nur'dan İslam Peygamberi'ne; Çöle İnen Nur'dan Martin Lings'in eseri Hz. Muhammed'in Hayatı'na kadar unutulmaz siyer kitapları...
M. İLHAN ATILGAN:
O’nu anlatmakla güzelleşen kitaplar
Bütün üstün ahlâk değerlerini kendinde toplayan bir insanın hayatının bilinmesi ‘herkes’ için gereklidir. İşte bu düşünceyle, gösterdiği bütün mucizelerin, bütün semavî kitapların ve bütün şahitlerinin doğruluğunu tasdik ettikleri Peygamberimiz’in (sas) hayatını konu alan siyer ve siret kitaplarını okura hatırlatmak istedik. Bunun sadece ‘dinî’ bir gereklilik değil, aynı zamanda ahlâkî, medenî, ilmî ve edebî bir gereklilik olduğunu düşünüyoruz. Dosyamızda, bugün ülkemizde dolaşımda olan siyer kitaplarından bazılarını seçkin kalemler değerlendirdi. Muhammed Hamidullah’ın abidevî İslam Peygamber’ini Ali Bulaç; kendine özgü üslubuyla apayrı bir burçta duran Sonsuz Nur’u Ali Demirel; bir Batılı’nın kaleminden çıkmış en iyi siyer diyebileceğimiz Martin Lings’in kitabını Metin Karabaşoğlu; günümüzde herhalde en çok okunan siyerlerden biri olan Salih Suruç’un eserini Sadık Yalsızuçanlar değerlendirdi. Dikkat çekmek istediğimiz öteki kitaplar hakkında ise kısa değinilerle yetinmek zorunda kaldık. Bazı oryantalistlerin kaleme aldığı ve Efendimiz (sas) hakkında saygısızca ve bilgisizce ifadeleri barındıran kitapların bazılarını da okuru bilgilendirmek için dışarıda bırakmadık. Elbette bugün Türk okurunun ulaşmasının zor ya da imkansız olduğu Halebî’nin siretinden Moğoltayi’ninkine kadar pek çok siyer kitabından söz edilebilir. Onları ve Koelle, H. Grimme gibi başka oryantalistlerin kitaplarını meraklı okur arayıp bulacaktır. Bize düşen, okura neyi hatırlattığımızı düşünüp avunmak…
ALİ BULAÇ:
Siyer ve ‘İslam Peygamberi’
Peygamberler ve Hz. Peygamber’in hayatını anlatan kitapların telifi bir bakıma İslam yazılım geleneğinin ilk halkalarından üçüncüsünü teşkil eder. Birinci halkada Kur’an vahyinin önce vahiy katipleri tarafından çeşitli nesnelere yazılması, ardından tamamlanmış vahyin toplanması sonucunda ilk nüshanın çoğaltılması amacıyla iki kapak arasında, yani bir mushafta toplanması yer almaktadır. İkinci halkayı 23 yıllık tebliği sırasında Hz. Peygamber’in (sas) söyledikleri, yaptıkları ve huzurunda yapılanları sükut (ikrar) ile karşılaması teşkil eder. Her üç durumun ortak ifadesi “Hadis”tir. Başlangıçta Hz. Peygamber, Kur’an ile şahsi sözlerinin birbirine karışmaması amacıyla hadislerin yazılmasını yasaklamıştı, söz konusu tehlike geçtikten sonra “İlmi kaydedin.” buyurdu, böylelikle hadisler de yazıya geçirilmiş oldu. Üçüncü halka Hz. Peygamber’in irtihalinden hemen sonra hayatının kaleme alınması faaliyeti oluşturur. Kur’an’da haklarında verilen bilgiler referans alınarak sonraları buna diğer peygamberlerin hayatı eklenmiştir ki, literatürde bunun ismi “kıssalar”dır (Kısasü’l-enbiya).
Hz. Peygamber’in yapıp ettikleri ile hayatının adeta mercek altına alınıp yazılması “Siret ve siyer”in ana konusunu teşkil eder. İlk siyer çalışması İbn İshak’a aittir, Hicri 213’te vefat eden İbn Hişam’ın Siyeri (Es Siretü’n-Nebeviyye) bu konuda en çok şöhret bulan eserdir. Arkasından başka önemli siyer ve tabakat kitapları yazılmıştır. Mesela İbn Sa’d’ın Tabakat’ı bunlardan meşhur olanıdır. Hz. Peygamber’in hayatını ele alan eserlerin tam bir dökümünü yapmak hemen hemen mümkün değildir. Mübalağasız bunun binlerle ifade edilmesi mümkündür. İnsaf sahibi oryantalistlerin de itiraf ettiği gibi, tarihte hiçbir dini liderin hayatı Hz. Peygamber kadar ayrıntılı yazılmamış, kimse hakkında bu kadar eser telif edilmemiştir.
Şu hususun altını çizmekte yarar var: Başka dinlerde ve özellikle Hıristiyanlıkta kurucu liderin hayatı ile İslam dininin Peygamber’i arasında temel bir fark söz konusudur. Dinin ana referans çerçevesi açısından, siyer kitapları bağlayıcı olmayan ‘yardımcı bilgi’ kaynakları hükmündedir. İki bağlayıcı kaynak, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’tir. Siyer kitapları bunların devamında açıklayıcı tarihi bilgiler verir. Bu açıdan Hıristiyanlıkta tamı tamına İncillere tekabül ederler. Bir analoji yapmak icap ederse, Hıristiyan teolojisi içinden Hz. İsa’nın bedeni bizzat vahiydir; İslamiyet’te Kur’an ona karşılıktır. Hadislerin Hıristiyanlıkta karşılığı yoktur. İnciller, Hz. İsa’nın göğe çekilmesinden çok sonra -30 ile 60 sene arası- Hz. İsa’nın gezip dolaştığı yerlerdeki şifahi bilgileri toplama esasına dayanırlar, üstelik Hz. İsa ilahi vahyi Aramice aldığı halde, İncil yazarları Hz. İsa hakkında topladıkları bilgileri Grekçe olarak kaleme aldılar. Başka bir ifadeyle İnciller, Hıristiyanlığın “Grekçe siyer kitapları” sayılırlar.
Her zaman diliminde yeni siyer kitaplarının yazılmış olması, üzerinde durulması gereken bir konudur. Denebilir ki, her yeni siyer, ilk bilgi kaynakları esas alınarak Hz. Peygamber’in hayatının ve kişiliğinin yapılmış farklı bir resmidir. Bu açıdan siyer edebiyatında siyercinin şahsi bilgi birikimi, aldığı eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve maddi durum, siyasi ve mezhebi görüşleri ile zamanı önemlidir. İlk siyer kitapları ile modern siyer kitapları arasında dikkat çekici mahiyette resim farkı var. Mesela modern siyerlerde Hz. Peygamber, neredeyse salt bir devlet adamı, politik başarılara imza atan bir lider, muzaffer bir askeri komutan ve bir toplum kurucu olarak tasvir edilir. Klasik siyerlerde ise onun daha insani, gündelik ve manevi hayatı ön planda bulunmaktadır.
Modern zamanlarda yazılmış en başarılı siyer kitabı hangisidir, diye sorulacak olursa, tartışmasız Prof. Muhammed Hamidullah’ın iki ciltlik İslam Peygamberi’dir derim. 20 yıllık sabırlı bir çalışmanın sonucu kaleme alınmış olan bu muhteşem eserin iki önemli özelliği var: Biri ilk kaynaklara dayanıyor olması; diğeri, müellifin eseri kaleme alırken, doğumundan irtihaline kadar Hz. Peygamber’in hayatında -Mekke, Medine, Taif vd.- takip ettiği güzergahları adım adım takip etmiş olmasıdır. Eser aynı zamanda olayların ve klasik bilgilerin bir kritiğini de yapar. Bu açıdan Hamidullah, naçizane kanaatime göre İbn İshak, İbn Hişam ve İbn Sa’da gibi bu sahanın önemli isimlerinden biridir.
METİN KARABAŞOĞLU:
Bir arayışın en parlak meyvesi
Sözlerimle Muhammed’i güzelleştirmedim, Muhammed’le sözlerimi güzelleştirdim” diyen şair, ne de güzel söylemiş! Peygamber aleyhissalâtu vesselamı tanıtmayı, anlatmayı murad edinip de güzelleşmeyen kitap yok. Onun hatırasını taşıyan, onun hayatını anlatan, onun sözlerini aktaran her kitap güzelleşiyor.
Yüzlercesini okuduğum bu güzel kitaplar içinde beni en ziyade etkileyenlerden biri, 2005 yılında 98 yaşında vefat eden İngiltereli Müslüman düşünür Martin Lings’in Muhammad: His Life Based on the Earliest Sources adlı kitabı. İlk olarak 1983 yılında yayımlanan kitap, bugün bütün dünyada en çok satan siyer kitapları arasında yer alıyor. Kitap, İlk Kaynaklara Göre Hz. Muhammed’in Hayatı başlığıyla ve Nazife Şişman’ın başarılı çevirisiyle Türkçeye de kazandırılmıştı. İlk çevirisinin üzerinden geçen yaklaşık yirmi yıl içinde yalnız Türkçede bir milyona yakın bir satış rakamına ulaşmış olsa gerek. Ama bir kitabı değerli kılan, satış rakamları değil. Martin Lings’in bu en önemli yadigârı da, satış başarısı veya çevrildiği dil sayısı ile değil, içeriği ve üslubu ile bir değer taşıyor.
Lings’in bu tek ciltlik siyerini baştan sona dört kez okudum. Her okuyuşumda yeni bir lezzet duydum ve daha önce farkına varmadığım ayrıntıları fark ettim. Bir kitabın gücü, bir açıdan, okuyanda ‘Bu kitabı tekrar okumalıyım’ duygusu uyandırmasında; kendisini tekrar tekrar okutabilmesindedir zaten. Peki, bunca siyer içinde Martin Lings’in kitabını ‘özel’ kılan nedir? Bu soruya cevap verirken, en başta, Lings’in kendi hayat serüvenine atıfta bulunmak gerekiyor.
Lings, modern zamanların her Batılı gencin yaşadığı hayat sürecini yaşamış. Hıristiyan inancının en azından ‘ritüel’ düzeninde yaşandığı bir ailede geçen çocukluk, gençlikle birlikte gelen şüpheler, ateizme düşüş ve onun da sorulara cevap, dertlere deva, içerideki o derin boşluk ve anlamsızlık duygusuna çare olamayışı karşısında tutunacak sağlam bir din arayışı, ve sonra İslâm... Yirmili yaşlarda böylece İslâm’ı seçen Martin Lings, diğer adıyla Ebubekir Siraceddin’in Oxford Üniversitesi’nde hem İngiliz dili ve edebiyatı, hem de Arap dili ve edebiyatı eğitimini aldığını, on iki yıl Kahire Üniversitesi’nde özellikle Shakespeare üzerinde yoğunlaşmak üzere İngiliz edebiyatı üzerine dersler verdiğini, British Museum’un Doğu Elyazmaları bölümünün uzun yıllar müdürlüğünü yaptığını da belirtelim. Edebiyat ve İslâmî metinler üzerine bu uzmanlığının yanı sıra, ‘şair’ olduğunu da. Diğer taraftan, Mağribli sûfî Ahmed el-Alevî’nin rahle-i tedrisinde tasavvuf terbiyesi almış olduğuna da...
Hz. Muhammed’in Hayatı, Lings’in hepsi aynı ana gövdeye hayat suyu taşıyan bu köklerinin en parlak ‘meyvesi’ niteliğinde. Hakikat arayıcısı, muhtedi, araştırmacı, edebiyat uzmanı, şair, sûfî kimlikleri bir potada birleşerek, Lings’in bu değerli kitabına özgün rengini ve üslubunu kazandırıyor.
Kitap, bir Batılının yazmış olması itibarıyla, Batılıların ve Batılılaşmış Doğulu ruhların algı ve ihtiyacına denk düşen bir kurguya sahip. Bölümlerin mümkün mertebe kısa tutulması; “Çöl” başlıklı sekizinci bölümde olduğu gibi, dünyanın faniliği gerçeğinin müthiş bir ustalıkla metnin içine yerleştirilmesi; sahabilerin ihtida süreçlerinin, nazil olan âyetler ve yaşanan enfüsî sorgulamalar eşliğinde başarılı bir sûrette yansıtılması, bu sırdan olsa gerek. Diğer taraftan, Lings’in kitabı, bir taraftan bir araştırmacının titiz ve sahih malzeme seçimini; ve aynı zamanda, bir edebiyatçının bu malzemeyi ustalıkla işleyebilme yeteneğini yansıtıyor.
Bütün bu özellikleriyle Martin Lings’in Hz. Muhammed’in Hayatı adlı eserinin, Türkçede de herkesin, ama özellikle de ‘Batılı’ eğitim almış insanların muhakkak okuması gereken bir siyer olduğuna inanıyorum. Benim görebildiğim kadarıyla, kitap, tek ciltte bu kadar geniş malzemeyi bu kadar incelikle ve bu kadar rahat bir dille sunabilme bakımından, müstesna bir değere sahip.
Lings’in siyerini bugüne kadar okumamış olan varsa, çok gecikmeden okumalı. Kitap, hem Peygamber aleyhissalâtu vesselamın hayatını öğrenme ve anlamamızı sağlıyor, hem de ‘modernizm’e boyun eğmeden zamane ruhlara onu anlatmanın yolunu kavramamızı...
SADIK YALSIZUÇANLAR:
İnsanlık O’nu anlamak zorunda!
Salih Suruç’un siyer ödüllü Kainatın Efendisi/Peygamberimizin Hayatı’nı ilk okuduğumda, Aziz Mahmud Hüdayi’nin Hz. Muhammed’in Zuhuru adlı görkemli eseri ile Risale-i Nur’un Ondokuzuncu Söz ve Ondokuzuncu Mektub’unda velayet ve nübüvvet sırları anlatılan Efendimiz’in Nuru üzerinden kozmik bir varoluş hikayesiyle karşı karşıya kaldığımı hissetmiştim.
Efendimiz’e ilişkin ilk bilgilerim, bir Kadirî dervişi olan merhum Hayriye halamın okuduğu Yunus naatları ve anlattığı menkıbe ve mucizelerdi. Diplerden gelen ve ümmi bir zihnin arılığı içinden akan bu duyarlığın ve bilgilerin sonradan okudukça ne denli temiz ve doğru olduğunu fark etmeye başladım. Bediüzzaman’ın o muhteşem kaleminden Efendimiz’in nurunun hakikatini ve Nebi olarak sırrını okumak bambaşka bir şeydi.
İşte Salih Suruç, yılların emeği ve göz nuru ile yazdığı bu nefis siyeri ile, bize, ‘Adem su ile balçık arasındayken ben peygamberdim’ hadisinin o muazzam hakikatini sade bir dille anlattı. Yalnızca sade bir dille değil, aynı zamanda, Yüce Peygamber’in eşiğinin bir kölesi olarak, O’nun getirdiği ‘sonsuz nur’dan nasiplenmek için kapıda bekleyen bir mümin olarak. Yoksa Efendimiz’in eşsiz hayatını pek çok oryantalist vukufiyetle anlatmıştı daha önce. Ama bu, ‘olayın içinde olan’, orada bulunma, var olma hali içinde bulunan biri olarak anlatmaktır ki; insan kalbiyle bakmadığı zaman sadece akıl ve nakille ulaştıklarını aktarır, bu da bir feyiz vermez. Efendimiz’den söz etmek, O’nun hayatının sırlarını anlatmak, getirdiği hakikat’in ve yaşamında bu hakikatin tecellilerini aktarmak Hz. Ali’nin dediği gibi, ‘onun kölelerinden biri olmak’la mümkündür. Salih Suruç’un bir kanaviçe gibi örülmüş metni farklı yayınevlerince okura ulaştırıldı. Son olarak Timaş Yayınları’nca yayımlanan bu nefis kitabı, Fethullah Gülen’in Sonsuz Nur’u ile birlikte okumak yerinde olacaktır. Biri, Efendimiz’in hayatının bütün evrelerini bütün ayrıntılarıyla ve ihlasla anlatırken, diğeri Aziz Mahmud Hüdayi’nin, Alemin Zuhuru, Adem’in Zuhuru, Hz. Muhammed’in Zuhuru biçiminde üç aşamada kozmik bir sıralama halinde anlattığı ve Nur-ı Muhammedi arketipinin merkezde olduğu nurani gizleri saklar. Bediüzzaman, ‘kainatın Nur-ı Muhammedi’den yaratılmasını akla uzak görme’ diye başlayan bir Risale’sinde Selefî gelenekle irfanî gelenek arasındaki yorum farkına da gönderme yaparak daha çok irfanî geleneğin içinden Efendimiz’in hakikatini okur ki, her iki eser de bu zeminde değerlendirilmelidir. Salih Suruç’un siyeri, avamdan havassa her okur için kullanışlı, feyizli ve anlaşılır bir dile sahiptir. Bu bakımdan da dikkate değerdir.
Eserin sunumunda, “Günümüzde insanlığın asıl ızdırabı, kainatın efendisi Hz. Muhammed’i (asm) tam manası ile tanımamış, hakiki şahsiyetini bilememiş olmasından ve getirdiği, hayat bahşeden esaslara aşk ve şevk içinde kucak açmayışından gelmektedir. Dünyanın manevi sarsıntısı da, sıkıntısı da, anarşi ve huzursuzluk içinde bocalayışı da bundan doğmaktadır. Onu anlamadıkça sevmedikçe ve hayat bahşeden prensiplerini kendisine rehber edinmedikçe de insanlığın bu sıkıntı, sarsıntı ve buhrandan kurtulması mümkün değildir. İnsanlık onu anlamak zorundadır!” denmektedir ki, doğrudur.
ALİ DEMİREL:
Sonsuz Nur: Hep taze kalacak!..
Sonsuz Nur, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Üsküdar Valide Sultan Camii’nde 13 Ocak 1989-16 Mart 1990 tarihleri arasında 62 hafta boyunca devam eden vaazları yazıya dökülerek hazırlanmıştı.
Kitap, irticali konuşmalardan derlenmiş olmasına rağmen, en sağlam rivayetlerin müstakim bir dirayetle analiz ve sentez edilmesi, rivayetleri tahlillerdeki metodu ve isabetiyle benzerlerinden ayrılıyor. Bununla birlikte eserin sohbet üslubunda olması okuyucuya rahatlık, metne akıcılık kazandırıyor. Kitabın vaazlardan hazırlanmış olması, satır aralarında Hocaefendi’nin o bildik coşkusunu, Peygamber sevgisini, aşk ve hasretini açıkça görmeyi de sağlıyor.
Sonsuz Nur, yaygın ilmî anlamıyla bir siyer eseri değildir. Yani, bu eser baştan sona, safha safha, kronolojik olarak Peygamber Efendimiz’in (sas) hayatını anlatmıyor. Eserin bizce en önemli ayırt edici özelliği, bir siyer felsefesi niteliği taşıyor olması. Gülen, Peygamberimiz’in hayatıyla ilgili ayet ve hadisleri sadece aktarmakla kalmayıp günümüze bakan yönleriyle ele alıyor. Denebilir ki, Sonsuz Nur, günümüz hayatına ışık tutacak birçok dersi içermesiyle siyer kitapları arasında ayrıcalıklı bir yere sahip. Eser, hadiselerin psikolojik ve sosyolojik açılardan değerlendirilmesiyle de öne çıkıyor. Bunun yanı sıra, o dönemin şartlarını yetkinlikle okuyucunun zihnine yaklaştıran kitap, Asr-ı Saadet ile günümüz arasında köprüler kuruyor. Bir başka deyişle, eser, Peygamber Efendimiz’i asırlar öncesinde yaşamış tarihî bir şahsiyet şeklinde değil de, on dört asırdır hem gönüllerde hem de hayatımızın bütün karelerinde yaşayan, bugün de yaşatılması gereken bir Gaye İnsan olarak anlatıyor.
Sonsuz Nur’u öteki siyer kitaplarından ayıran bir başka özellik de, Peygamber Efendimiz’in sünnetinin dine ait hükümlerdeki yerini ve değerini anlatan bir bölümü üçüncü cilt olarak esere eklenmiş olması. Bilindiği gibi, oryantalist yaklaşımların İslam dünyasında etkisini göstermeye başlamasıyla Efendimiz’in sünnetiyle alakalı zihinlerde soru işaretleri meydana getirmeye yönelik çeşitli iddia ve iftiralar ortaya atılmış, âdeta dinimizin ikinci kaynağı olan sünnete savaş ilan edilmişti.
Sünnetin Tespiti ve Teşrî’deki Yeri adını taşıyan üçüncü cilt, günümüzün en önemli meselelerinden olan sünnet hakkında günümüz Müslümanları için bir kılavuzluk niteliği taşıyor. Çünkü sünnet bir yönüyle din demektir. Din ne derece önemli ise sünnet de o derece önemlidir. Kur’an-ı Kerim’in yanında, başlı başına müstakil bir hüküm kaynağı olarak sünnet, Kur’an-ı Kerim’in inmeye başladığı andan itibaren fonksiyonunu icrâya başlamış ve hep Kur’an’la içli dışlı olmuştur. Buna rağmen bazı oryantalistler, bu dupduru kaynağı kendilerince hep bulandırmaya çalışmışlardır. Ne acıdır ki, bir-iki asırdır Batı ve oryantalistler karşısında aşağılık duygusuna kapılan bazı Müslüman ilim adamları da meseleye böyle bir kompleks içinde yaklaşarak, kısmen oryantalistlerin oyununa gelmiş ve sünneti sorgulamaya kalkışmışlardır. İşte Hocaefendi, eserinde diğer siyer kitaplarında olmayan bu meseleye ayrı bir bölüm ayırıyor ve sünnetle alakalı ortaya atılan iddia ve iftiralara cevap veriyor.
Sonsuz Nur, insanlık için Efendimiz’i ve onun getirdiği ilahî mesajı anlatma metodu ve üslubuyla, tazeliğini daima koruyacak.
CAN BAHADIR YÜCE:
Şair kaleminden Peygamber
Necip Fazıl, Çöle İnene Nur’a bir alt başlık eklemiş: “Çöle ve bütün zaman ve mekâna”. Bu alt başlıkta, şairin kendi deyişiyle “baş eseri”nin ruhunu, yazılış sebebini okumak mümkün: Necip Fazıl, Efendimiz’in (sas) hayatını klasik bir siyer usulüyle değil bir sanat eseri olarak ortaya koyuyor ve daha çok olaylardan değil durumlardan el alarak anlatıyor. O En Güzel Hayat’ı “inanmış ve teslim olmuş sanat tavrıyla” dile getiren Çöle İnen Nur, unutulmaz bir sofra betimlemesiyle açılıyor: “Sofra… Etrafında Allah Resûllerinin dizildiği sofra… Ve bu sofrada başköşe… Sen!” Necip Fazıl’ın O ve Ben, Kafa Kâğıdı gibi kitaplarını anımsatan bu bölümün benzerlerine kitap boyunca rastlıyoruz. Allah Resulü’nün hayatından bir kesiti anlattığı pek çok yerde Necip Fazıl araya giriyor ve bir bakıma, nesrinin en billurlaşmış haliyle O’na (sas) yazılmış en güzel Türkçe metinlerden birini kaleme getiriyor. Çöle İnen Nur’da genel çizgileriyle Asr-ı Saadet var, Efendimiz’in peygamberlik vasıfları var, İslam’ın ilk yıllarına ait şaşırtıcı bilgiler var ama bütün bunların yanında Necip Fazıl’ın O’nu bulmakla sonuçlanan manevî yolculuğunun izdüşümleri var. “Çile” gibi, “O An” gibi Necip Fazıl literatürüne aşina olanların sık karşılaştığı terimlerin Çöle İnen Nur’da bölüm başlıkları olması bundan. Kitabın Abdülhakim Arvasi’ye ithafı da onun niçin Necip Fazıl’ın “baş eseri” olduğunu işin ehline anlatıyor zaten.
Çöle İnen Nur’u öteki siyer kitaplarından farklı kılan nedir? Şöyle diyebiliriz:
Kâinatın Efendisi’ne benzersiz bir edep, adını tek başına zikretmeyecek kadar sonsuz bir saygı içerdiği için,
Cumhuriyet öncesini bilmiyorum ama çağdaş Türk şiirinde bir şairin (hem de iyi bir şairin) kaleminden çıkan tek siyer olduğu için,
Okuyana “İnsanlığın Tâcı”, “Gaye İnsan”, “Ufuk Peygamber”, “Mahzun Peygamber” gibi yeni tamlamalar öğrettiği için,
Efendimiz’in hayatı defalarca yazılmasına karşın bu konuda “sınırı aşma” çabasında olduğu için,
Necip Fazıl bunun ilmî bir kitap olmadığını söylese de Allah Resulü’nün soyağcını az rastlanan bir şekilde aktardığı için,
Başka siyerlerde pek görülmeyen ayrıntılara yer verdiği için,
Sık sık ‘araya girip’ Neo-Platonculuktan tasavvufa, Budizm’den şiire kadar pek çok kavramı irdelemesine rağmen asıl konudan kopmadığı için,
Vakar, hüzün, fikir ve güzellik timsali Hz. Hatice’yi anlattığı yerde “Aşk” başlıklı bir bölüme de yer verdiği için,
Kıvrak dili, benzersiz teşbihleri için;
ve kuşkusuz samimiyeti için okunmalı Çöle İnen Nur.
Necip Fazıl’ın bu kitapta geçmeyen bir cümlesi var. İnsanlığın İftihar Tablosu için hep, “O ki, o yüzden varız.” dermiş. Galiba “bütün zamana ve mekâna” inen Nur’un hakikatini pek az cümle bunun kadar iyi anlatabilir. Çöle İnen Nur, Türk şairlerinin yüz akıdır. Ve dilerim, öteki eserleri, yapıp ettikleri değil de özellikle bu, Necip Fazıl’ın kurtuluş bileti olur.
Bir Batılıdan en yeni siyer
Leopold Weis (Muhammed Esed) ve Martin Lings’in siyer kitapları bir tarafa, bir Batılının kaleminden okunmayı en çok hak eden eserlerin başında Karen Armstrong’un İslam Peygamberinin Biyografisi geliyor. Türkçede yayımlanmış, bir Batılının imzasını taşıyan en yeni siyer olma özelliği taşıyan kitabı Armstrong 1990 yılında, Salman Rüşdi krizi patlak verdiği dönemde yazmaya başlamış. İyi bir Katolik eğitiminden geçen yazarın 7 yıllık bir de Roma Katolik rahibeliği tecrübesi var. Özbekistan’da İslam medeniyetinden bugüne kalan eserleri gördükten sonra, “Bu eserleri meydana getiren bir din, bana anlatıldığı gibi olamaz.” diyerek, Batıda İslam hakkındaki önyargılardan rahatsız olduğu için Hazreti Peygamber’in hayatını araştırmaya başlamış Armstrong. İslam Peygamberinin Biyografisi İslam ve onun peygamberi hakkında Batı’da çizilen olumsuz imajın tarihini de sunuyor bir bakıma. Kitabın ikna ediciliği ve sağlam mantık örgüsü dikkat çekiyor. Özellikle 11 Eylül sonrası epey ses getiren kitap, bu dönemde 3 milyon satış rakamına ulaşmıştı. “Bu tehlikeli dönemde asıl ihtiyacımız olan şey, Hz. Muhammed’in yaşam öyküsüdür.” diyen Karen Armstrong’un hep İslam’ın bir barış dini olduğunu vurguladığı eser, kuşkusuz, Batı’da zedelenmiş İslam imajının itibar kazanmasında önemli pay sahibi. Türkçede Koridor Yayınları’nın Selim Yeniçeri çevirisiyle okura sunduğu İslam Peygamberinin Biyografisi, içerdiği bilgilerin orijinalliğiyle olmasa da ‘niyet’i ve ‘yorum’uyla okunmayı hak ediyor.
Bir oryantalistin iftiraları
Maxime Rodinson’ın Hazreti Muhammed kitabı 60’ların sonunda ve 70’li yıllarda, özellikle sol-aydın çevrelerde ilgi devşirmişti. Kitabı 1968’te Gün Yayınları basmış, Attilâ Tokatlı çevirisiyle. Rodinson’ın kitabı İslam’a cahilce ve oryantalistçe yaklaşan eserler iyi bir örnek. Yaklaşık 300 sayfalık kitapta, bilimsellik kisvesi altında doğruluğu kesin bazı bilgileri bile şüpheli gösteriyor Rodinson. Tarihselcilik tuzağına düşüyor ve İslam literatürüne uzaklığı ölçüsünde vahim hatalar yapıyor. Vahye ilham diyor, Kur’an-ı Kerim’in ‘şiir’ olduğunu iddia ediyor, bazı önemli hadiseleri “hiçbir değeri olmamakla” itham ediyor ve Hazreti Peygamber’in bilinçaltı üzerine kafa yorup güya bilimsel bir tavır sergiliyor! İlk iman eden sahabelerin durumunu ‘âsi gençlik psikolojisi’ diye tanımlamasına ne demeli? Rodinson, Bediüzzaman’ın deyişiyle, “Kâinata O’nun nuruyla” bakamıyor. Psikanalize, Delacroix’ya başvurmak siyeri sahih kılmak için yeterli olamaz. Rodinson’ın Hazreti Muhammed biyografisini, o en güzel hayata yaklaşmış fakat neye yaklaştığını fark edememiş bir talihsizin eseri olarak okuyabilirsiniz.
Kulaktan dolma bir siyer
R.V.C. Bodley’in kitabı Türkçede ilk baskısını 1949’da yapmış. Nebioğlu Yayınevi, Osman Nebioğlu çevirisi. Kapak: Münif Fehim. Eser, Hıristiyan Bodley’in Müslüman topluluklar arasında geçirdiği 17 yılın bir ürünü. Yazar, kitaba temel olan bilgilerini genellikle ‘kulaktan dolma’ biçimde edindiğini söylüyor. Bu da, örneğin Mirac hadisesini bile bir Arap dostunun anlatımıyla aktarmasına sebep oluyor. Denebilirse, Bodley’inki kişisel gözlemlerin zihinde şekillenmesiyle meydana gelmiş bir siyer. Bodley de birçok Batılı gibi, Allah Resulü’nün hayatına ve Kur’an mesajına tam olarak nüfuz edemiyor. Hazreti Peygamber’in mucizelerinin Kur’an’da yer almamasını bir eksiklik sayabiliyor örneğin. Kur’an-ı Hakîm’e ‘şairane ilham’ diyebiliyor. Bodley’in 1945’te kaleme aldığı Hazreti Muhammed adlı kitabın bugün için hükmü yoktur.
Kötü bir ‘roman-siyer’
Emile Dermenghem’in kitabını ilk Maarif Vekâleti 1930 yılında Reşat Nuri’nin çevirisiyle yayımlamış. Muhammed’in Hayatı adlı kitap ne yazık ki önyargılarla malûl. Dermenghem, kitabını bir roman biçiminde kurgulamış. Eser, Selmân-ı Farisi’yi bir hurma ağacında çalışırken tasvir eden bir sahne ile başlıyor. Tarafsızlık iddiası hastalığı Dermenghem’in kitabı için de geçerli. Tabii “ifratçılarla tefritçiler arasında kalma” iddiasına rağmen kitap hiç de tarafsız değil! Dermenghem, ehil olmadığı bir konuda İmam Buharî’yi eleştirme cüreti gösterebiliyor. Taberi’yi, İbn Hişam’ı temelsiz gerekçelerle iğnelerken İslam tarihi hakkında bir cehalet başyapıtı yazmış olan Caetani’yi övüyor. Kur’an’a ‘dar hudutlu’ diyen Dermenghem’in eseri, bugün tarihsel ve bilimsel hiçbir değer taşımıyor. (Maarif Vekâleti’nin 1930’da başka hiç siyer yokmuş gibi bu kitabı yayımlaması ayrıca tartışılmaya değmez mi?)
İyi niyetli ama sığ
Lord John Davenport’un Hazreti Muhammed ve Kur’an-ı Kerim adlı kitabı, Batı’daki olumlu İslam imajına katkı yapan bir kitap olarak bilinir. Allah Resulü ile ilgili bölümü topu topu 38 sayfa tutan kitap, İslam’ın kısa zamanda gerçekleştirdiği büyük dönüşümü tespit ve takdir etmekle beraber, bazı genelgeçer ve vahim yanlışlara düşmekten kurtulamıyor. Davenport da, cahiliye dönemindekiler gibi, Kur’an’a şiir diyenlerden. Hele Miraç hadisesini hiç anlamamış. İlmî ve ciddî değil, art niyetli olmasa da niteliksiz bir eser.
Peygamberimiz’in şemâili
Prof. Dr. Ali Yardım’ın Peygamberimiz’in Şemâili (Damla Yayınevi) adlı kitabı, günümüzde en çok dolaşımda olan şemâil kitaplarından biri. Prof. Yardım, bir buçuk senede yazmayı tasarladığı kitabı tam 22 senede yazabilmiş. 55 bölümden oluşan kitap tamamen O’nu öğretmek ve sevdirmek amacıyla kaleme alınmış. Kitabın bir kısmı, Tirmizî’nin Şemâil adlı eserinin tercümesinden oluşuyor. Ali Yardım, Kâinat Efendisi’ne saygıda kusur etmiyor. O kadar ki, ‘Hazreti’ sözcüğünü bile ‘Hz.’ şeklinde kısaltmaktan kaçınmış. Peygamberimiz’in yürüyüş tarzından oturup kalkışına, saç ve sakal bakımından giyim tarzına, ibadet hayatından ahlâkına kadar her şey bu kitapta var. Peygamberimiz’in Şemâili, sahasındaki en işlevsel kitaplardan biri.
Seçkin bir biyografi
Müslümanların Urduca konuştuğu Hint toprakları siyer kitapları bakımından bereketli bir yer. Hint’ten gelen siyer eserleri arasında Ebu’l-Hasen Ali en-Nedvî’nin Rahmet Peygamberi seçkin bir yere sahip. 1975-76 yıllarında kaleme alınan çalışma, ülkemizde İz Yayınları’nca, Prof. Dr. Abdülkerim Özaydın çevirisiyle yayımlanmıştı. Özgün adı es-Siretü’n-Nebeviyye olan eserinde Nedvî, oryantalistlerin görüşlerine itibar etmiyor. Nasslara dayanarak bir Peygamber portresi çiziyor. Kitabı okurken, herhangi bir lideri anlatmadığının farkında olan bir yazarın kaleminden çıktığını anlıyorsunuz. Nedvî, genellikle yorumlardan kaçınıyor, deyiş yerindeyse olayları konuşturuyor. İlahî mesaja herkesin ihtiyacı olduğu düşüncesiyle eser, gayr-ı Müslimleri de muhatap alıyor. Sağlam bir kaynakça, aydınlatıcı dipnotlar, akıcı bir üslup… Rahmet Peygamberi, 1999 yılında vefat eden Nedvî’den geriye kalan en değerli eser. Şimdi okunmayı bekliyor.
Peygamberlik dergâhına ithaf
Hint topraklarının İslam literatürüne armağan ettiği bir başka ölümsüz eser, Mevlânâ Şiblî Numânî’nin Son Peygamber Hz. Muhammed’i. 1914’te vefat eden Numânî’nin eserini Nedvî, “benzersiz” diye tanımlamıştı. Kitapta iki şey hemen göze çarpıyor: İlmî yetkinlik ve Peygamber aşkı. Son Peygamber Hz. Muhammed, bugüne dek yazılmış en iyi siyer kitaplarından biri olarak kabul ediliyor. Yazarının, son yıllarında geceli gündüzlü üzerinde çalıştığı eser, Numânî’nin vefatının ardından vasiyeti üzerine talebesi Seyyid Süleyman Nedvî tarafından dört cilt daha eklenerek tamamlanmış. Yusuf Karaca, kitabı Urduca aslından çevirerek (İz Yayınları) İngilizceden çevrilen baskısındaki kimi yanlışlıkları gidermiş. Eserin başında siyer ilmine dair aydınlatıcı bir bölüm ve sıkı bir siyer kitapları listesi var. Ayrıca Batıda yazılmış siyer kitaplarıyla ilgili eleştirel bir bölüm de bulunuyor. Son Peygamber Hz. Muhammed’in başında yer alan ithaf, yazarının niyetini ve çabasını en iyi biçimde anlatıyor: “Zavallı ve meteliksiz bir dilenci olan ben; samimi ve katıksız bağlılığımla, hürmet ve derin imanımın sermayesi olan bu eseri iki cihan sultanı Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in peygamberlik dergâhına ithaf ediyorum - Şiblî Numânî”.
Mahmud Şakir’in kaleminden
Mahmud Şakir’in siyeri Peygamberimizin Hayatı (Kahraman Yayınları), Türkçede 1994 yılında yayımlanmış. Riyad Üniversitesi Tarih Kürsüsü eski hocası olan Şakir, Efendimiz’in hayatını dört bölümde inceliyor. İlk bölümde peygamberlik müessesesi hakkında bilgiler var. İkinci bölüm Allah Resulü’nün (sas) yetiştiği şartları anlatıyor. Üçüncü bölümde Mekke’deki tebliğ dönemi ele alınıyor. Dördüncü bölümde ise Medine Dönemi ve ayrıntıları var. Ferit Aydın’ın çevirisiyle Türk okuruna ulaşan kitapta yazar, kronolojik bir sıra takip etmekte titizlik göstermediğini söylüyor. Bazı olayları naklederken araya girip yorumlar yapma ihtiyacı duyuyor. Kütüphanenizde bulunsun deriz.
İki ciltte risalet
Celaleddin Vatandaş’ın Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Hayatı ve İslam Daveti (Pınar Yayınları) adlı çalışması iki ciltten oluşuyor. İlk cilt risalet öncesiyle başlayıp Hicret’le sona eriyor. İkinci cilt ise Hicret’ten itibaren Allah Resulü’nün irtihaline kadar uzanıyor. İki cildi toplam bin sayfayı aşan eserde yazar, ilk elden kaynaklara ulaşmaya özen göstermiş. Celaleddin Vatandaş’ın siyerinde dikkat çeken bir başka özellik de, benzeri kitaplara rastlanmayacak ölçüde Kur’an ayetlerinden alıntı yapılmış olması. Eser, Abdülmuttalib’den, “O’na Muhammed ismini verdim; çünkü arştaki Allah’ın ve yerdeki insanların övgüsüne lâyık biri olmasını istiyorum.” alıntısıyla başlıyor. Her bölümün başında birer epigraf var. Kitabın başında yer alan Mekke haritası ve sonundaki ayrıntılı kronoloji eserin değerini arttırıyor kuşkusuz.
En ünlü siyer kitabı
İbn Hişam’ın eserinin siyer tarihinde önemi ve ünü vardır. Özgün adı es-Siret’ün-Nebeviyye olan kitabı Türk Tarih Kurumu Yayınları 1992’de Prof. Dr. İzzet Hasan ve Prof. Dr. Neşet Çağatay’ın çevirisiyle yayımlamış. İbn Hişam’ın eserine diyecek yok elbette ama çevirideki “Tanrı elçisi Muhammed” ifadeleri okuru çileden çıkarıyor. Türkçedeki perişan çevirisine rağmen İbn Hişam’ın eseri Hazreti Peygamber’in hayatını nakleden en sahih ve kapsamlı kaynaklardan biri.
Bir Diyanet eseri
Hatemü’l Enbiyâ Hazreti Muhammed ve Hayatı bir Diyanet İşleri siyeri. Ali Himmet Berki ve Osman Keskioğlu tarafından 1956 yılında hazırlanmış. Belki bir üslup harikası değil ama bu samimî ve temiz çalışma, bir siyer kitaplığı olan herkesin raflarında bulunmalı.
Mısırlı bir âlimin dilinden
Mısır’ın seçkin âlimlerinden Muhammed Hüseyin Heykel