Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ukrayna'yı Rusya'nın doğal sınırları içinde bir parçası, iki ülkeyi "bir halk, tek bir bütün" olarak gördüğü uzun süredir biliniyor.
BBC'den Ece Göksedef'in haberine göre, Öyle ki, Ukrayna'nın bağımsızlığına giden yolda ilk adım olduğu için Sovyetler Birliği'nin içinde ayrı bir cumhuriyet olarak kurulmasına izin veren Vladimir Lenin'i bile eleştiriyor.
Putin, Ukrayna'nın Rus etki alanından çıkmasını hem ulusal hem kişisel bir aşağılanma, hem de stratejik bir kayıp olarak görüyor.
2014'te Kırım'ın ilhakının ardından Ukrayna'yla ilgili vizyonunu hiç gizlenmeyen Rusya lideri, Batı'nın da yaptırımlar uygulamaya başlamasıyla, ilk aşamada bölgede hiçbir ciddi adım atmadı. Donbas'taki ayrılıkçıları desteklemekle ve bölgedeki çatışmaların "Ukrayna'nın iç sorunu olduğunu" iddia etmekle yetindi.
Yedi yılın ardından, artık daha fazla beklemeyeceğinin; Ukrayna'ya yönelik farklı planlar yaptığının sinyalleri gelmeye başlamıştı.
Nisan 2021'de Donbas'ta ateşkes ihlalleri iyice arttı, keskin nişancılar Ukrayna askerlerini öldürdüğünde Ukrayna Savunma Bakanlığı bunun Ukrayna karşıtı tek eylem olmadığını# Rusya'nın tatbikat bahanesiyle Donbas yakınlarında sınıra asker takviyesi yaptığını duyurdu.
Ardından Kırım'daki Rus askerlerin sayısının arttığına dair haberler gelmeye başladı.
Ancak o dönem Ukrayna istihbaratından gelen bilgiler Rusya'nın Donbas içinde karışıklık çıkarmak üzere "provokasyon yapacağı" tahminiyle sınırlıydı.
12 Temmuz 2021'de ise Putin'in asıl niyetini açıkça yazdığı makalesi yayımlandı: 'Ruslar ve Ukraynalıların Tarihi Birliği Üzerine'/
Makalede Putin, Rusya'nın anavatanına dahil olan Ukrayna'nın Sovyetler Birliği dağılırken ayrı bir devlet statüsü aldığında "soyulduğunu" hissettiğini yazıyordu. "Ukrayna'nın gerçek egemenliği ancak Rusya'yla ortaklık kurarsa mümkün olur" diyordu.
Makalenin yayımlanmasından sadece birkaç ay sonra, 100 binin üzerinde askerini Ukrayna'nın doğu, güney ve kuzey sınırına göndermeye başlamış; bu birliklerin etrafında sahra hastaneleri inşa etmeye başlamıştı.
Yani Putin, makalesindeki görüşleri tüm dünyaya duyurduğunda, doğru zamanın yaklaştığını düşünüyordu.
Peki neden bunun doğru zaman olduğunu düşündü?
1 - Yaptırımlara yeterince hazırlanmıştıPutin'in Ukrayna'yı Rusya'nın bir parçası gibi gördüğünü açıkça yazdığı makalesi yayımlanmadan bir ay önce, 1 Haziran 2021'de, Moskova brüt uluslararası rezervlerinin 600,9 milyar dolara yükseldiğini duyurmuştu.
Bu miktar, Rusya tarihinde görülmüş en yüksek rezerv.
Putin, 2014'ten bu yana ülkenin rezervlerini artırmak ve olası bir yaptırıma karşı dolara bağımlılığını azaltmak için çalıştı. Merkez Bankası, döviz rezervlerinin 2020'de yüzde 7,5 ve 2021'de yüzde 1,2 arttığını duyurdu. Böylece 2015-2020 arası Rusya uluslararası rezervlerini neredeyse iki katına çıkardı.
2014'teki ilk yaptırımların ardından bu rezervin miktarı 250 milyar dolardı. Ardından Rusya Merkez Bankası, 500 milyar dolarlık hedef koyduklarını ve bu limiti görmeden "rahat etmeyeceklerini" açıklamıştı.
Ham petrol ve doğal gaz fiyatlarındaki artıştan elde edilen kâr değerlendirildi
Bloomberg'in haberine göre bu hedef kapsamında ham petrol fiyatı için yaklaşık 42 dolarlık bir üst taban belirlendi; fiyat bu barajı aştığında elde edilen ekstra gelir, oluşturulan bağımsız "varlık fonuna" aktarıldı ve burada saklandı ya da değerlendirildi.
Ukrayna sınırında gerilimin yıllar sonra yeniden başladığı Nisan 2021'de ham petrolün varil fiyatı 66 dolara yükselmişti.
Rusya, bu esnada dünyadaki en büyük altın müşterisi konumuna yükseldi zira dövize bağımlılığını azaltmak için dolar bazlı rezervlerini satarak altına yatırıyordu. Ocak 2021'de Merkez Bankası'nın altın rezervi miktarı, tarihinde ilk kez dolar rezervlerini aşmıştı.
Bu da aslında 2015'ten bu yana sürdürülen uzun vadeli bir planlamanın ürünüydü. Öyle ki beş sene önce ABD doları oranı yüzde 40 olan Rusya Merkez Bankası, rezervlerinin bugün yalnızca yüzde 16'sını dolarda tutuyor.
Aynı sırada euro varlıkları da dolar varlıklarını aştı, örneğin Çin'le yapılan ticaret büyük oranda euroyla yapılmaya başladı.
Bu ortamda işgalin ardından - henüz ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği yeni yaptırım açıklamamışken - Rus rublesinin değerini yüzde 6 oranında düştü.
Bloomberg ve Washington Post'un yaptığı analiz haberlere göre, yeni yaptırımlarda birlikte yaklaşık 60 milyar dolarlık dış borç yükü artacak ve muhtemelen ruble daha da değer kaybedecek. İşte bu noktada, Merkez Bankası elindeki rezervlerle piyasaya müdahale edebilecek. İşgalin ilk gecesinde 11,8 milyar dolarlık bir müdahalede bulundu bile.
Rusya, son sekiz yılda petrol fiyatlarındaki artışla birlikte bu işgale hazırlanmış ve bir "savunma ekonomisi" yaratmış gibi görünüyor. Son aylarda Avrupa'nın doğal gaz ihtiyacının artması, Rusya'nın ihtiyaç olan gazı -yeterli teknik altyapı olmasına rağmen- iletmeyi reddetmesi de doğal gaz fiyatlarının daha da artmasına yol açtı. Bu da Rusya'nın elini sadece stratejik değil; ekonomik anlamda da güçlendirdi.
Ve ekonomisi yaptırımlara karşı daha da korumalı hale geldi. Yani yaptırımların Rusya ekonomisine etkisinin bir süre kısıtlı kalacağına emin olduğu bir ortamda, Putin Ukrayna işgalini başlattı.
Capital Economics'in yaptığı analize göre Rus ekonomisinin büyümesi yaptırımlarla birlikte yavaşlayacak ama şimdilik güçlü bir konumda; bu da bölgenin geri kalanının yüksek enerji fiyatları ve yüksek enflasyondan Rusya'dan daha fazla etkilenebileceğini gösteriyor.
2 - Doğal gaz ihtiyacının en yüksek olduğu kış aylarını seçti
Rusya'yı asıl etkileyecek olan yaptırım ise, Ukrayna'nın da talep ettiği, bir uluslararası ödemeler ağı olan SWIFT sisteminden çıkarılması olacak.
Ancak bu yaptırımın hemen gelmesi beklenmiyor çünkü bu durumda Rusya, sattığı doğal gazın karşılığını alamayacak duruma gelecek. Bu da Rusya'yı çok zor durumda bırakacak olmakla birlikte, enerjide Rusya'ya bağımlı olan Almanya, İtalya gibi ülkeleri de kış mevsiminde ısınmadan mahrum bırakabilir.
Kış aylarında SWIFT yaptırımının uygulanmasının bir hayli zor olacağını ve Batı Avrupa ülkelerinin buna itiraz edeceğini öngören Rusya, işgal için özellikle kış aylarını tercih etmiş olabilir.
Moskova, Rusya'nın bahar ya da yaz aylarında SWIFT'ten çıkarılması durumunda kullanılmak üzere, uluslararası ödemeler için kendi sistemini yaratma konusunda ciddi adımlar attı.
Ancak bunun olup olmayacağı da henüz bilinmiyor. Çünkü İtalya ve Almanya başta olmak üzere bazı üye ülkeler SWIFT yaptırımına karşı çıktı ve AB yaptırımları arasına bu uygulama girmedi.
Avrupa'daki en önemli doğal gaz boru hatlarını gösteren harita
AB doğal gazının yüzde 40'ını Rusya'dan temin ediyor. İtalya'nın doğal gaz ihtiyacının yüzde 45'i; Almanya'nın doğal gaz ithalatının yüzde 35'i Rusya tarafından karşılanıyor. İngiltere ise doğal gaz tüketiminin yaklaşık yüzde 3'ünü Rusya'dan satın alıyor. Bu sebeple İngiltere için bu yaptırımı uygulamak daha kolay.
Doğal gaz fiyatlarının artması ve Avrupa ülkelerinin depolarının boşalması ise, Rusya'nın Ukrayna sınırına yığınak yaptığı son bahar aylarına dayanıyor.
Rusya doğal gazı Avrupa'ya Kuzey Akımı, Yamal-Europe ve Kardeşlik gibi bir kaç ana boru hattıyla yolluyor.
Bu doğal gaz bölgesel depolarda toplanıyor, sonra buradan kıtanın dört bir yanındaki farklı ülkelere dağılıyor.
Covid salgını döneminde Rusya'dan Avrupa'ya doğal gaz ihracatı toplam miktar olarak azaldı, çünkü bir çok işyeri kapandığı için talep azalmıştı.
Talep arttığında ise Rusya gaz akışını artırmadı. Bu da Avrupa çapında doğal gaz stoklarının erimesine, dolayısıyla da fiyatların yükselmesine yol açtı. Kış aylarında Avrupa genelinde doğal gaz stoku, son 10 yıllık ortalama stoklama kapasitesinin yüzde 75'i kadar.
Kış aylarının, Avrupa ülkelerinin doğal gaz ihtiyacı sebebiyle gerçekten etkili olabilecek yaptırımlardan uzak durmasının yanı sıra Rus ordusuna da olumlu bir etkisi oldu. Bu da; donan nehir ve göller üzerinden takviyelerin daha kolay yapılması oldu.
3 - NATO'nun içinde bölünmeler arttı, etki gücü zayıfladı
Sovyetler Birliği'nin yayılmacılığına karşı birleşen ülkelerin askeri ittifakı olan NATO, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bir "tehdit" kalmadığı halde genişlemeye devam etti. Bunu Sovyetler'den ayrılan ülkeleri de bünyesine alarak yapması, Rusya'dan tepkilere sebep olsa da 1990'lar ve 2000'lerde Moskova'nın bu kadar etki gücü yoktu.
Putin ise NATO'nun varlığını genişleyerek devam ettirmesine karşı bir adım atmak için iktidara geldiği 2000'den bu yana bekliyor; bunun mesajlarını da açıklamalarında veriyordu.
Ukrayna'nın NATO üyeliği de aslında 2002'den bu yana tartışılıyor.
Putin'in gücünü konsolide ettikten sonra NATO üyeliğine itiraz gerekçesiyle Ukrayna'yı işgal adımı; NATO'nun nispeten güçsüz olduğu, somut bir yanıt vermeyeceğinden emin olduğu bir dönemde geldi.
Öncelikle 2014'te Kırım'ın ilhakının ardından NATO'dan somut bir karşılık görmedi. Yani Putin NATO'nun genişleme planlarını işgalin sebepleri arasında gösterirken bir yandan da etkisiz kalmasını değerlendirdi; bir nevi NATO'nun muğlak duruşunu kullandı.
2014'ten sonra Putin'i NATO karşıtı adım atabileceğine inandıran bazı dönüm noktaları oldu. Örneğin 2016'da seçilen eski ABD Başkanı Donald Trump, ittifakın artık etkisiz olduğunu ve ABD'nin birlikten çekilebileceği tartışmalarına yol açan açıklamalar yaptı.
2019'da da Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, "NATO'nun beyin ölümü gerçekleşti" dedi. Bu da NATO'nun mevcut durumda etkisinin sorgulanmasına yol açtı.
Son olarak Eylül 2021'de İngiltere ve ABD, Avustralya ile nükleer denizaltı üretme anlaşması yaptı. Teknoloji paylaşımı öngören anlaşma gereğince Avustralya, Fransa ile yaptığı milyarlarca dolarlık denizaltı anlaşmasını iptal etti.
Bu durum Fransa'ya son anda haber verilince, Paris yönetimi "arkasından iş çevrildiği" gerekçesiyle büyük tepki gösterdi.
Böylece NATO üyesi üç ülke, ilk kez büyükelçilerin geri çekilmesine kadar varan bir kriz yaşamış oldu.
4 - Biden'ın pasif tutum alacağından emin oldu
Elbette ki NATO'nun siyasi ve askeri güç arasından en güçlü ülkesi ABD'nin tutumu da Putin'in yol haritasını belirlemesinde etkili oldu.
Geçen yıl Nisan ayından bu yana sınırlara yapılan takviyeler, nihayet sonbahar aylarında ABD'den de sert tepkiler gelmesine yol açtı. İstihbarat örgütlerinden gelen bilgiler doğrultusunda "topyekûn işgal" başlayacağını duyuran Joe Biden yönetimi, bir yandan da olası bir işgalde Rusya'yla savaşa girmeyeceğini açıkça söylemeyi tercih etti.
Öyle ki; "küçük bir işgal hareketi" halinde elini taşın altına koymaya niyetli olmadığını belli ettiğinde, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ile arasında kamuoyuna açık şekilde tartışma da yaşandı. Biden, Ukrayna'ya her durumda destek olacağının altını çizerek geri adım attı.
Ancak bu geri adım, sadece açıklamalarla sınırlıydı ve Putin bunu biliyordu. ABD vatandaşlarını kurtarmak için bile Ukrayna'ya güç göndermeyi reddetti. Dahası ülkede askeri danışman ve gözlemci olarak görev yapan birlikleri geri çekti.
Biden 2003'te Amerika'nın Irak işgaline destek oyu vermişti. Ancak yıllar için dış müdahale konusunda daha ihtiyatlı hale geldi.
Obama'nın Libya'ya müdahalesine ve Afganistan'a asker göndermesine karşı çıktı. En önemlisi, 20 yıl boyunca savaşılan ve geri döneceği neredeyse kesin olan Taliban'a rağmen Afganistan'dan, henüz Afgan hükümetinin yeri sağlamlaşmadan hızla ve kaotik şekilde geri çekildi.
Biden'ın olası bir işgalde alacağı tutum hakkında açık bir fikir veren bu kararlarının yanı sıra ABD, "NATO üyelerini koruyacağını ancak Ukrayna'ya savaşmak üzere asker göndermeyeceğini" söylüyordu. Putin'in işgale hazırlandığı Şubat ayına kadar da Ukrayna'nın ittifaka girmesi gibi bir durum olası görünmüyordu.
Tam olarak böyle oldu. İşgalin ilk günlerinde gördüğümüz kadarıyla, ABD ve NATO, Kiev yönetimine ve komşu ülkelere gönderdiği silahlar dışında Ukrayna'ya ciddi bir destek vermekten kaçındı.
Irak ve Afganistan'da yıllar süren, ağır kayıplara yol açan savaşların ardından Amerika halkı da savaş istemiyor. Covid-19 pandemisinin etkilerinden yavaş yavaş çıkan ABD ve Biden yönetimi için önemli olan ekonominin toparlanması.
Tüm bu etkenler bir araya geldiğinde ne Avrupa ne de ABD'den yaptırım dışında ciddi bir yanıtla karşılaşmayacağını öngören Putin, 24 Şubat'ta tüm gücüyle Ukrayna'ya karşı harekete geçti.