''Ergenekon'' davasında tanık olarak dinlenilen PKK itirafçısı Şemdin Sakık, terör örgütü PKK'ya katılması, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'a ziyareti ve Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın öldürülmesiyle ilgili açıklamalarda bulundu.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada dinlenilen, "devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik eylemler yapmak" suçundan hükümlü Sakık'a Mahkeme Heyeti Başkanı Hasan Hüseyin Özese,
''Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek hakkında beyanlarda bulunmuşsunuz. PKK içinde yıllarca bulunduğunuzu söylemişsiniz. PKK ne zaman, nasıl kuruldu, dosyamız sanıklarıyla ilgisi bulunan var mı, PKK'ya nasıl girdiniz anlatır mısınız?'' diye sordu.
Sakık da 1979'da terör örgütüne sempati duyduğunu, 12 Eylül darbesinden sonra kendi başına dağa çıkmak zorunda kaldığını belirterek, şunları söyledi:
''Yurt dışına çıkmam nedeniyle PKK'ya bizzat katıldım. 1978'deki kuruluşunu, sonradan aldığım eğitim neticesinde öğrendim. O sürece ilişkin bildiklerim PKK'nın bize öğrettikleriyle sınırlıdır. Doğruluğu konusunda kuşkularım vardır. Hem Abdulah Öcalan kendisi ifade etmiştir. Ancak yapılanları, gelişmeleri değerlendirdiğimde, Öcalan'ın kullandığı ifadeler, sarf ettiği sözler değerlendirildiğinde özgücüne dayanmadığını, gerçek bir Kürt hareketi olarak ortaya çıkmadığını örgütten ayrıldıktan yıllar sonra daha iyi anladım.''
Bekaa Vadisi'nde tanık olduklarının, sonraki süreçte yaşanan bazı konuların aydınlatılmasında ''mahkemeye yarayabileceğini umduğunu'' ifade eden Sakık, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in PKK ile ''daha doğrusu Abdullah Öcalan'' ile olan ilişkilerinden sonra, Perinçek'in çekilmesi üzerine Yalçın Küçük ile ilişkilerinin geliştirildiğini anlattı.
Perinçek'in ''gazeteci kimliği ile geldim'' dediğini bildiren Sakık, Perinçek'in Bekaa'yı ziyaretinde ortaya çıkanların dikkati çekici olduğunu vurguladı.
Şemdin Sakık, şöyle devam etti:
''İnsanlarla tokalaşmayı bile otoritesine bir leke olarak gören Öcalan'ın Doğu Perinçek ile öpüşmesi, günlerce baş başa bir odada görüşmesi, sonra onu kitaplaştırıp, yayınlaması gibi bir çalışma oldu. Barış elçisi olarak, kardeşlik elçisi olarak geldiğini söyledi. O güne kadar pos bıyığı, sesi, ifadeleriyle köylü görümünü ile tanınıyor olmasına rağmen Doğu Periçek ile yayınlanan fotoğrafları sayesinde, elinde çiçek, yüzünde gülücük hoş bir önder kişilik olarak kamuoyuna yansıtıldı. Öcalan, bir lider imajıyla sunularak kabul ettirilmeye çalışıldı.''
-Örgütten ayrılma süreci-
Örgütten ayrılmak istediğini, ayrılmanın da ya öldürülme ya da kaçmakla olduğunu belirten Sakık, ''Beni öldürmek istediler. Kaçıp cezaevine girdim. Bir tane bile örgütçü yakalatmadım'' dedi.
Dava sanıklarından
Yalçın Küçük'ün kendisine önceden ''kahraman'', şimdi ise ''hain'' dediğini ifade eden Sakık, ''Bir insan 2 gün önce kahraman, sonra nasıl hain olur. Bu insanın yaptığı birşey olmalı. O zaman, silahlı mücadeleyi üst noktaya götürmekti. Silahlı mücadelenin devam etmesini istediği için Abdullah Öcalan'a her zaman kardeşim dedi. Bu yaklaşım halen de devam ediyor'' dedi.
Taraf Gazetesi'ni de eleştiren Sakık, ''Taraf Gazetesi'nin, örgüt bülteni mi yoksa ulusal bir gazete mi o olduğu anlaşılmamaktadır. Öcalan'ın her sözü manşetten veriliyor. 2007'den günümüze kadar süren şiddette her kişinin isminin altında Taraf Gazetesi vardır'' diye konuştu.
Şemdin Sakık, cezaevlerindeki açlık grevlerini de tahlil ettiğini anlatarak, şunları kaydetti:
''Açlık grevlerinin ölüm grevlerine dönüşebileceğini söyledim. PKK şiddetinin bir boyutunu da böyle algılamamız gerekiyor. Elbette inkar edilen hakların bunda rolü var. Ben çıkışıyla ilgili değil, gelişimiyle ilgiliyim. Bu günlere getirilmesinde dış güçlerin, Amerika, komşu ülkeler hep vardı. Bunların rolü kadar solcu geçinen, liberal solcu etiketi takanlar, Altan'lar buna girer. Bunların hepsinin bir biçimde bu şiddetin sürmesinde katkısı vardır. Bunlar benim yorumun değildir.''
-Bahtiyar Aydın cinayeti-
Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın ölümüyle ilgili açıklamalarda bulunan Sakık, şunları anlattı:
''1993'te Mumcu cinayetiyle başlayan Bahtiyar Aydın cinayetiyle son bulan, 1994'e de yansıyan cinayetleri ve Türkiye'de yönetimin değiştiğini dile getirmiştim. Bu cinayetlerin bir sahibi olması gerekir. Bahtiyar Aydın cinayetini örgütün üzerine attılar. Lice'de helikopterden iner inmez vuruldu. O zaman Lice yakınlarındaydım. Etrafımız kuşatılmıştı. Adeta bitiş seviyesindeydik. Telsizler vardı. Askerin telsizleri de vardı. Birbirimizi dinler ona göre hareketlerimizi planlardık. Bir anda telsizden 'paşa vuruldu' diye bir anons geçti. Telsizden Lice'deki dağlık grubu aradım. Yapmadıklarını söylediler. Askerin telsizine girerek bizim ilgimizin olmadığını söyledim. Bir tuğgenerali vursak bunu dünyaya yayınlarız. 'Örgütün burada herhangi bir rolü yoktur', dedim. Bu olay üzerine operasyonu sona erdirdiler. Bunun sayesinde ben o zaman kurtuldum. Olay üzerime yıkıldı. Direkt olarak ben sorumlu tutuldum. Bu olay aydınlatılmadı. Birileri cinayet işliyor, birileri de azabını yaşıyor.
Paşayı devletin içinde bir ekip vurdu. Şüphem yok. Paşayı devlet vurdu. Hatta duyduğuma göre vuran asker de öldürüldü. Lice'de çatışma süsü verdiler. Paşa'da helikopterine atlayıp gitmek zorunda kaldı. Derin devlet vardır. Kimi 'Ergenekon', kimi 'derin devlet' dedi. Bence ayrımı yok. Öteden beri sol çevreler bütün hayallerini ordu üzerinde kuruyorlar.''
33 ERİN ŞEHİT EDİLMESİ ÜZERİME YIKILDI
O dönem örgütün tek taraflı ateşkes ilan ettiğini söyleyen Sakık, "Bu ateşkesin bozulması için ordu tarafından art arda operasyonlar düzenlendi. Bingöl'den 200-300 kişilik bir grup görülüyor. Eylem yapacakları biliniyor. Hatta başkanın talimatının olduğu bilinmesine rağmen bu askerler tedbirsiz yola çıkarıldı ve müdahale etmediler." iddialarında bulundu.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Ergenekon davasında gizli tanık Deniz olarak duruşmaya katılan, talebi üzerine de açık tanık olarak kimlik tespiti yapılan Şemdin Sakık, ifadesine devam etti.
Bingöl kırsalında 33 askerin şehit edilmesi olayının kendisinin üzerine yıkıldığını savunan Şemdin Sakık, o dönemde örgütün tek taraflı ateşkes ilan ettiğini söyledi. Bu ateşkesin bozulması için ordu tarafından ard arda operasyonlar düzenlendiğini iddia eden Sakık, örgüt yönetiminden sadece bu operasyonlara misilleme yapılabileceğinin söylendiğini anlattı. Sakık, "Örgütte o zaman büyük silahlar yoktu. Sadece yol kesiyorlardı. Bu şekilde de misilleme yaptılar." dedi.
33 askerin şehit edilmesinde olayın tetikçisinin PKK olduğunun söylendiğini hatırlatan Sakık, "Devlet, kesin delil bulunamadığını söyledi ama örgütün parmağı olduğu gündeme geldi. Bingöl'den 200-300 kişilik bir grup görülüyor. Eylem yapacakları biliniyor. Hatta başkanın talimatının olduğu bilinmesine rağmen bu askerler tedbirsiz yola çıkarıldı ve müdahale etmediler." ifadelerini kullandı.
Bu sürecin bir planlama olduğunu ifade eden Sakık, "Turgut Özal, Cem Ersever gitmişti. Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, Uğur Mumcu gitmişti. Kilit noktaları tutanlar tasfiye edilmişti. Güçlü bir savaş için bu bahaneyi yaratmaları gerekiyordu. Tek başına 33 asker olsaydı 'kazadır' ya da 'kana susamış bir timin işidir' derdik. Ama bu zincirin halkasıydı. Savaş talimatı da aynı yıla denk geldi. 1993'te gerçek anlamıyla 12 Eylül'den daha kanlı daha köklü, daha korkunç bir darbe oldu. Sayı olarak, nitelik olarak da daha kanlıdır. Devletin en kilit noktalarındaki insanlar götürüldü.'' diye konuştu.
Türkiye'de faili meçhul olarak kalan olayların hepsinin birbirine bağlı olduğunu belirten Sakık, "Bunlardan birisi doğru düzgün çözülebilirse diğerleri de ardı sıra çözülür." dedi.
'GAFFAR OKKAN, SAYGI DUYDUĞUM BİR İNSANDI'
Diyarbakır'da cezaevinde kalırken Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'ın bir konferans programı sırasında kendisini de ziyaret ettiğini söyleyen Sakık, "Bu vesile ile aramızda bir sohbet oldu ve sıcak bir ilişkiye dönüştü bu ziyaret. Saygı duyduğum bir insan öldürüldü." dedi.
Örgüte çocuk yaşta iki gencin geldiğini ve bunlardan birisini kendisi yanına aldığını belirten Sakık, diğer genci de başka bir sorumlunun yanına verdiğini anlattı. Kendi yanındaki genç ile aralarında baba-oğul ilişkisinin oluştuğunu ifade eden Sakık, "Ben 1998 yılından sonra cezaevine girdim. Gaffar Okkan öldürüldükten sonra, aradan bir yıl geçmişti ki bu genç de cezaevine geldi. Bu çocuğun anlatımları ve cezaevinde bulunan Hizbullahçılarla duvar arkasından yaptığım konuşmalardan olayın Hizbullah olayı olmadığını anladım. Merhum Gaffar Okkan'a yapılan suikast, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş, yağdan kıl çeker gibi bir eylem olduğunu söyledim. Eğer bunlar Lübnan'da eğitilen Hizbullahçılar olsa bomba kullanırlar. İran'daki Hizbullahçılar olsa hiçbir zaman sonuca gitmezlerdi." dedi. Okkan suikastinin devletin içindeki odakların işi olduğunu belirten Sakık, "Aynı gün Silopi'de iki HADEP'li kaldırıldı, buhar oldu." diye konuştu.
'YEŞİL, BAŞBAKAN VE GENELKURMAY BAŞKANI'NIN EMRİNDE ÇALIŞTI'
Şemdin Sakık, 16 Mayıs 2001'de Diyarbakır'dan havalanan ve bordo berelileri taşıyan CASA CN235 tipi askeri uçağın kumanda arızası nedeniyle düşmesi ve 37 askerin şehit olması olayıyla ilgili de ifade verdi. Sakık, uçakta iki kişinin isminin gizlendiğini belirterek bu ismi çizilen iki kişiden birinin Susurluk olayında adı geçen Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım olduğunu duyduğunu söyledi.
Askeri ve siyasi açıdan bakıldığında Gaffar Okkan suikastinin Hizbullah işi olduğunun söylenebileceğini belirten Sakık, "Örgütün bu suikast ile bir ilgisi olmadığı söylendi. Ancak kırsalda PKK'nın silahı ordunun elinde, bazı güçlerin silahları Hizbullah'ın elindedir. Bir olayda kullanılan silahın tetikçisini bilmek eylemin hangi örgüt tarafından gerçekleştirildiğini anlamaya yetmez." ifadesini kullandı. Sakık, "Birkaç kişi içeride ama binlercesi dışarıda olan şiddet sektörü var. Ülkeyi istedikleri şekilde yönetiyorlar." şeklinde konuştu.
Uçak kazasında ölenlerden birinin Mahmut Yıldırım olduğunu tekrarlayan Sakık, "Bir devlet bu kadar olayın faili olan bir kişinin yaşayıp yaşamadığını bilmiyorsa devlet değildir." dedi.
Mahmut Yıldırım'ın 1998 yılında Başbakan ve Genelkurmay Başkanının emrinde çalıştığını ve güvenilen bir kişi olduğunu savunan Sakık, "MİT'e sorulmuş, Mahmut Yıldırım'ı kullandıklarını söylemişler." dedi.
Bu arada, Sakık'ın ifadesi sırasında tutuklu sanıklardan Hikmet Çiçek, oturduğu yerden söz de almadan bu anlatılanların dava ile bir ilgisi olmadığını söyleyerek itiraz etti. Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese ise tanığın ifadesinin kesilemeyeceğini belirterek tekrar itiraz edilmesi durumunda itiraz edeni salondan dışarı çıkaracağını söyledi. Ancak bir süre sonra tutuklu sanık Mehmet Zekeriya Öztürk de aynı yönde itirazda bulundu. Başkan Özese'nin talimatıyla Öztürk, jandarma nezaretinde salondan dışarı çıkarıldı. Öztürk, salondan çıkarken "Tüm Türkiye dinlesin. Hepimiz dinleyelim. Katili dinliyoruz." diye konuştu.