Sendai depreminde depremzedelerin yardımına birbirinden habersiz koşan iki gönüllünün yolu, 7 ay sonra, yine habersiz olarak Van’da kesişmiş.
Biri Türk, diğeri Japon. İkisi de yardım gönüllüsü. Önce Sendai, ardından da Van’a koşarak gidenlerden. Onları felaketin yıldönümünde İstanbul’da buluşturduk. Diyar diyar peşinde gezdikleri ‘yaşatma idealini’ dinledik.
Buluştuğumuzda yüzleri asık, gözleri doluydu. Aradan geçen bir yıl yüreklerindeki acıyı dindirmeye yetmemişti. 20 bin cana mal olan Sendai depreminin üzerlerinde derin izler bıraktığı hâllerinden anlaşılıyordu. Felaketin yıldönümünde, ‘o gün orada olan’ bu iki yardım gönüllüsünü İstanbul’da buluşturmak da kolay olmadı. Bir dizi yazışmanın akabinde hatırlı dostların desteğiyle organize edildi buluşma. Şahit olduklarını, yaşadıklarını yaşlı gözlerle anlattılar: “Bugün olsa yine aynı hissiyatla, nükleer radyasyonu önemsemeden yardıma koşarız.”
Sendai depreminde depremzedelerin yardımına birbirinden habersiz koşan bu iki gönüllünün yolu, 7 ay sonra, yine habersiz olarak Van’da kesişmiş. Biri yaşadığı Tokyo’dan, diğeri memleketi İstanbul’dan yine saatler içinde ulamışlar deprem bölgesine. Hayatları pahasına hayat kurtarmışlar… Biri Japon, diğeri Türk… Dil ve dinleri farklı ama yaşama, yaşatma idealleri bir. Gönüllü yardımın gönüllerine kattığını onlardan dinledik.
11 Mart 2011’deki Sendai depremini Japonya’da yaşayanlardan biriydi Miyuki Konnai (32). Çalıştığı gazete için felaket bölgesindeki arama ve kurtarma çalışmalarını yakından izlemişti. O günlerde Türkiye’den yardım gönüllülerinin geldiğini, ‘Kimse Yok mu’ adlı derneği duymuştu. Ancak görüşememişti. Çoğu Japon gibi o da Ertuğrul Fırkateyni faciasıyla tarihlerine giren Türklere karşı iyi niyet besliyordu. Depremin ardından yardımlarına gelen Türkler ondaki bu hissiyatı güçlendirmişti. O da Türk gönüllüler gibi kendini başkaları için yaşamaya vakfetmişti: “Üniversitede uluslararası ilişkiler bölümünde okudum. Ardından Kıbrıs sorunu üzerine master yaptım. Mezun olduktan sonra gazeteciliğe başladım, 5 yıl çalıştım. Ancak içimde öğrencilik yıllarından beri yardım organizasyonunda çalışma arzusu vardı. Böyle bir iş arıyordum. Aradığımı Eylül 2011’de buldum. Ülkemin en köklü yardım kuruluşu Japonya Yardım ve Kurtarma Derneği’nde (AAR) bana uygun bir açık pozisyon oluştu. Hemen başvurdum ve çalışmaya başladım. İşteki ilk ayımda Van’daki deprem yaşandı. AAR beni Türkiye’ye göndereceği ekibe seçti. Bu seçimde daha önce Türkiye’ye gitmiş olmam ve biraz Türkçe bilmem etkili oldu.”
Konnai’deki Türkiye ilgisi lise yıllarında oluşmuş. Dünya tarihi kitabında gördüğü Ayasofya fotoğrafından çok etkilenmiş. 2000 yılında da üniversite 2. sınıftayken Ayasofya’yı görmek için İstanbul’a gelmiş. Sonraki 10 yılda 3 kez daha geldiği İstanbul’da Türkçe öğrenmiş. Van depremi için 5. kez geldiğinde halkla konuşacak kadar Türkçe biliyormuş: “24 Ekim’de Türkiye’ye yardım götürme kararı çıkıp da oluşturulacak heyette yer alacağımı öğrenince çok sevinmiştim. O günün akşamı evime şarkı söyleye söyleye dönmüştüm.”
Konnai, Miyazaki Atsushi ve Ota Yumeka’dan oluşan AAR ekibi 28 Ekim’de ulaşır Van’a. İşe acil gıda yardımıyla başlarlar. Ardından temizlik maddesi ve giyecek yardımında bulunurlar. Köylere kadar ulaşıp depremzedelerin ihtiyaçlarını sorarlar. Kurban Bayramı’nı vesile bilip kestikleri büyükbaş hayvanı 50 aileye dağıtırlar. Halk kurban eti dağıtmalarından etkilenir ve onlara daha yakın davranmaya başlar. Depremzedelerin öncelikli sorunlarından birinin ısınma olduğunu fark edince, merkeze durumu anlatıp çözüm bulması için Yumeka’yı Japonya’ya geri gönderirler. İşte o dönemde depremin yıkıcılığını bizzat hissederler.
9 Kasım’daki ikinci depreme konakladığı Bayram Otel’de yakalanan Konnai, o zor anları da şöyle anlatıyor: “Miyazaki gibi ben de enkaz altında kaldım. Enkaz altında 5,5 saat yaşam mücadelesi verdim. Hayatta kalmaya odaklandığım için ağrılarımı hissetmiyordum. Elime geçirdiğim bir taş parçasına sarılıp ondan güç alıyordum. Enerjimi dengeli kullanmak için ara sıra bağırıyordum. Dışarıdan cılız bir fener ışığı gelince ‘Kimse yok mu? Kimse yok mu?’ diye bağırmaya başladım. Biri duydu ve ‘Bay mı, bayan mı?’ diye sordu. Ben de bu anlamsız soruya ‘Japon, Japon’ diye karşılık verdim. Bir ara ses kesilince ‘Bırakıp gittiler mi?’ diye düşünmeye başladım. Meğerse yardım getirmeye gitmişler. Açtıkları ilk iki delikten bana ulaşamadılar. Üçüncü delikten çıkardılar. Ancak arkadaşım Atsushi Miyazaki’nin kaderi benimkinden farklı çizilmişti. O son nefesini onlarca Vanlı ‘kardeşi’ gibi Bayram Otel’in enkazında verdi…”
Van’daki ilk tedavisinin ardından özel uçakla Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürüldüğünde elinde enkaz altında güç aldığı o taş parçası vardı. Bir hafta süren tedavinin ardından ülkesine dönerken de o taş elindeydi. En kısa zamanda geri dönüp yarım kalan yardım projelerini tamamlamayı arzu ettiğini söylüyordu: “Türk halkı beni hiç yalnız bırakmadı. Büyük bir ilgiliyle tedavi ettiler. Japonya’ya döndükten sonra da yüzlerce mektup, hediye aldım. Çanta, kolye gönderenler oldu. Doğrusu bu kadar ilgi beklemiyordum. Japonya’da geçirdiğim iki buçuk ayın sonrasında yarım kalan projeleri tamamlamak üzere Van’a geri döndüm. Halk büyük bir sevgiyle karşıladı beni. Bayram Otel’in enkazına gidip yaşadıklarımı düşündüm, Miyazaki’ye dua ettim. Adının Van’da bir caddeye verilmesi, aldığım en anlamlı hediyeydi.”
Tedavisinin ardından Van’a iki kez geldiğini hatırlatan Konnai, depremzedeler için uzun soluklu projeler hazırladıklarını anlatıyor. Miyazaki’nin engelli ve çocuklara önem verdiğini, AAR’ın da onun anısına bu doğrultuda yardımlar düzenleyeceğini aktarıyor: “Van’da acil yardıma ihtiyaç kalmadı ama uzun dönemde yapılacak çok iş var. Japonya’nın deprem konusunda donanımlarını Van’a taşımak istiyoruz. Uzmanlar getirip deprem seminerleri vermeyi planlıyoruz.”
Konnai’ye Japonya’daki Türkiye algısını soruyoruz. Tarih kitaplarında Türkler hakkında övgü dolu bilgiler verildiğine, millet olarak Türkiye halkını kendilerine yakın gördüklerine değiniyor. 1999’daki Marmara depreminde olduğu gibi Van depremi sonrasında da ülkede onlarca yardım kampanyası başlatıldığını, Japonların Ertuğrul faciasından dolayı minnetle hatırladıkları Türklere yardım göndermek için birbiriyle yarıştığını anlatıyor: “Japonların nazarında Türkiye’nin ayrı bir yeri var. Bu uzak ülkeyle komşu ülkelerden daha yakın bağlarımız var. Çünkü Türkiye kötü gönümüzde bize yardıma gelen ilk ülke oldu hep. Tarih boyunca bu böyle oldu. Irak-İran Savaşı sırasında Tahran’da mahsur kalan 215 Japon’u kurtarmanızı hiç unutmadık mesela. Şimdi sıra bizde, Vanlılar toparlanana kadar yardımlarımız sürecek.”
Bana ‘felaket adam’ diyorlar
Görüşmeye bu noktada Miyuki Konnai’yi yaşlı gözlerle dinleyen Kimse Yok mu Derneği gönüllüsü Ferhan Merter dâhil oluyor. İki ülkenin tarih boyunca maruz kaldığı önemli felaketlerde birbirinin yardımına kayıtsız koştuğunu, Türkiye ile Japonya arasında bir kötü gün dostluğu oluştuğunu anlatıyor. Sendai’de bu karşılıksız sevgiye birçok kez şahit olmuş: “Depremi duyar duymaz çıktık yola. Biri doktor 4 kişiden oluşan öncü ekibimiz 24 saat içinde ulaştı Sendai’ye. Şehir yerle bir olmuştu, etrafta ceset yığınları vardı. Âdeta kıyamet kopmuş gibiydi. Nükleer sızıntı riskini göze alıp şehrin içine kadar ilerledik. İnsanlar içme suyu dahi bulamıyordu. Acil gıda ve su yardımı yapıp insanları güvenli noktalara tahliye ettik. Sendai ve civarında 10 gün kadar çalıştık. Felaketzedelerin toplandığı kamplarda yemek dağıtımı yaptık. Dil bilmeden, beden diliyle anlaştık. İnsan insanın hâlinden anlar zaten. Türk olduğumuzu duyunca daha bir yakın davrandılar. Yardımlarına gittiğimiz Japonlar kendi durumlarını unutup bizi ağırlamaya çalıştılar. Bu iki milletin birbirine karşı tükenmez krediye sahip olduğunu hissettim.”
Ömrünü gönüllü yardım işlerine adayan, son 20 yıldır gitmediği afet bölgesi, katılmadığı yardım kampanyası kalmayan, bundan dolayı yakınları tarafından ‘disaster man (felaket adam)’ diye çağrılan Merter, Sendai kadar kötü bir tabloyla karşılaşmadığını anlatıyor: “1999’da İzmit, 2004’te Açe, 2005’te Çin, 2006’da Pakistan, 2008’de Myanmar, 2010’da Haiti depremlerinde bölgeye ilk ulaşanlardanım. Ancak Sendai kadar kötüsüyle karşılaşmamıştım. Âdeta bir kıyamet provası yaşanıyordu. İlk kez zorlandığımı hissettim. Nükleer sızıntıya maruz kaldık çünkü. Zengin Japonlar bir bardak suya bile ihtiyaç duyuyordu. Türkiye’den yardımlarına koşmamız onlarda yaşama isteği oluşturdu. Biz ön çalışmaları 10 günde tamamlayıp döndük ama yardım çalışmaları duraksamadı. Türkiye’den gelen yeni ekip ile Japonya’daki Türk Okulları yardımları aylarca sürdürdü.”
Ferhan Bey, Van depreminin ardından bölgeye ulaştığında sahada çalışan Japonları görünce çok etkilenmiş. Sendai’deki zor günlerin boşa geçmediğini anlamış: “İnsanlar bir müddet sonra kendilerine yardımda bulunan kuruluşların adını unutuyor. Ama ülkelerini unutmuyor. Bize, ‘Türkiye yardım etti’ diyorlar. Bizim için de bu böyle. AAR’ın adını bir müddet sonra unuturuz ama Van’da bizim için can veren Japonları, Japonya’yı unutmayız.”
Miyuki gibi Ferhan Bey de başkası için yaşamanın hazzını tadanlardan. Irkı, dini, dili ne olursa olsun ihtiyaç sahibinin yardımına koşmanın mutluluğunu tarif edemiyor ikisi de. İçlerindeki ‘yaşatma idealinin’ kendilerini diyar diyar dolaştırdığını söylüyorlar. Onları diğerlerinden ayıran da çok azımızda bulunan bu idealleri zaten.
Konnai, Erdoğan’a yazdığı mektubu ilk kez paylaştı
Konnai, taburcu olmasının ardından Tokyo’da geçirdiği dinlenme döneminde Başbakan Erdoğan’a duygu yüklü bir mektup yazmış. 9 Aralık’ta Türkçe kaleme aldığı mektubu Erdoğan’ın İstanbul adresine posta yoluyla göndermiş. Başbakan, 23 Aralık’ta aldığı mektuptan çok duygulandığını, kendisini 6 Ocak’ta ziyaret eden Japonya Dışişleri Bakanı Koichiro Gemba’ya anlatmış, Konnai’ye teşekkürlerini iletmesini istemiş. Konnai, bir buçuk sayfalık mektubu bizimle de paylaştı. “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, zat-ı âlinizi, hükümet üyelerini ve şahsınızda temsilen Türk halkını en derin saygılarımla selamlarım.” ifadesiyle başlayan o mektuptan bazı satırlar şöyle:
“9 Kasım günü maruz kaldığım deprem afeti sonrasında bana çok yardımcı oldunuz. Van’dan devlet uçağı ile Ankara’ya nakledildim. Ankara’da ise en gelişmiş hastanede itina ile tedavi gördüm. Sayenizde hayata yeniden tutundum ve eski sağlığıma neredeyse tamamen kavuştum ve geçen gün de işime dönerek çalışmaya başladım. Ayrıca, çok değerli mesai arkadaşım Miyazaki Atsushi’yi enkaz altından çıkarıp naşını müstesna bir ilgiyle ülkemize gönderdiğiniz için de şükranlarımı ifade etmek istiyorum… Ankara’daki tedavi sürecinde de birçok insanın yardımını gördüm. Beni ziyaret eden herkes cesaretlendirdi ve teselli etti. Hediyelerle gönlümü aldılar. E-mail ve mesajlarla bana duygularını ilettiler. Keşke mümkün olsa da her biriyle teker teker görüşsem ve şükran duygularımı iletsem! Bunun mümkün olmadığını biliyorum. Fakat bu buluşmaları ve alakayı dostum Miyazaki’nin en son hediyesi ve iyiliği olarak algılıyorum ve bundan sonraki hayatımda özenle korumak istiyorum…”
“Van’da ikamet ederken kaldığım otel yıkılınca bir an için ‘buraya kadarmış’ diye düşündüm. Fakat sonra nedense, ‘burada hayatta kalmalıyım, hem burada hem de dünyanın başka yerlerinde daha yapacak çok iş var’ diye düşünüp güçlü bir yaşama arzusunu içimde hissettim. Bu dileğim yerine gelmiş olmalı ki dondurucu soğuğa aldırmayarak dinmeden çalışan kurtarma ekiplerinin de gayretleriyle hayatım kurtuldu. Fakat kurtarma ekiplerinin gayretleri ve Türk halkının dualarına rağmen iş arkadaşım Miyazaki Atsushi maalesef hayata tutunamadı. İfadesi zor bir acı benim için. Miyazaki şimdiye kadar hiç gelmemişti Türkiye’ye. Fakat Türk halkı ve kültürüne hemen alışmış, sıkı bir Türk yemeği hayranı olmuştu. Afet yönetim merkezinde çıkan haşlama ve pilavı çok sevmiş, yemek sonrasında içilen çayı da bölge halkı gibi kıtlayarak zevkle yudumlayışı ve bir yandan insanlarla konuşuyor olması hâlâ gözümün önünde. Her nereye gittiyse hiç sıkılmadığının göstergesi olan tebessümü yüzünden eksik olmamış ve “kaç ay da olsa kaç yıl da olsa burada kalabilirim” deyip Türkiye’ye olan sevgisini zaman zaman da dile getirmişti…”
“Van’da birçok işimiz yarım kaldı. Aklımız hâlâ orada. 10 Kasım’da yardım malzemesi götüreceğiz diye söz vermiştik bazı köylülere. Fakat bunu gerçekleştiremedik. Çadırlarda kalmaya devam eden afetzedeler soğuktan nasıl korunuyorlar, yiyecekleri var mı diye sürekli düşünüyoruz. Aslında, bütün bunları orada da düşünmüş, bazı planlar yapmış ve afetzedelere yardım sözü de vermiştik. Bu sözümüzü yerine getiremediğimiz için çok üzgünüz. Bize şoförlük yapan “Baban” (samimiyetin ifadesi olarak öyle çağırıyorduk) amca acaba ne yapıyor? Bütün bunlar aklımdan çıkmıyor. Yolda yürürken, trene binerken inerken hep bunları düşündüğümü fark ediyorum. Cismani olarak Tokyo’da olsam bile ruhen Van’da olduğumu hissediyorum. Dostum Miyazaki de aynı düşüncededir diye inanıyorum…”
“Geçen gün, otelde enkaz altında kalmış olan bilgisayarım ve fotoğraf makinem bana ulaştırıldı. Tonlarca enkazın altında kalmış olmasına rağmen eşyalarımı bulup bana ulaştırmış olmanıza çok sevindim. Enkaz altında kaldığım 6 saat boyunca bilgisayarımın çalıştırma düğmesinin yaydığı ışık bana hayat ışığı gibi gelmişti. Klavyesi ve ekranı paramparça olmuştu. En son hâlini görünce bir süre sessizce kalakaldım. Gazetecilik yıllarından itibaren taşıdığım ve Van’da da kullandığım siyah renkli fotoğraf makinem ise tozdan bembeyaz olmuş, merceği kırılmış ve her tarafı çizik içinde kalmış. Herhâlde çalışmaz diye düşünmüştüm. Aileme yönlendirip düğmeye basınca çalışmasına hepimiz sevindik. Beni doğuran ve yetiştiren, deprem sonrası saatlerde saçlarındaki beyazların arttığı gözlemlenen annemin tebessüm etmesi çok samimi ve içtendi.”
“Bu deprem vesilesiyle benim Türkiye’ye olan bağım daha da sağlamlaştı. Daha önce sadece ‘sevdiğim bir ülke’ idi. Fakat deprem sonrasında ‘hayatım pahasına yardımına koştuğum’ ülke konumuna geldi. Bundan sonraki hayatımda bu sorumluluğun bilincinde olup kendi ülkem ile Türkiye arasında bir yerde güçlü bir şekilde yaşamaya devam etmeyi düşünüyorum. Şahsınıza, şahsınızda hükümetinize ve Türk halkına tekrar en kalbi şükran duygularımı iletirim... Saygılarımla.”
Aksiyon