Bu aziz toprakların sakinlerinin, 'alemlere rahmet olarak gönderilen' Efendimiz'in yer yatağında doğmasına bile gönlü razı değildir. Bu sırdandır ki, tüm zamanların en güzel mevlidini yazmış olan Süleyman Çelebi, 'Hem hava üzre döşendi bir döşek/Adı Sündüs döşeyen anı melek' der.
Kendisine dünya siyer ödülünü kazandıran iki ciltlik nefis eserinde Salih Suruç, Allah'ın Sevgilisi'nin doğumunda, Arabistan çöllerinden başlayarak bütün arza nefis bir kokunun yayıldığını söyler ki, bu, Arapça'da, 'tıyb' kelimesiyle ifade edilen kokudur, tıyb 'ruhun kokusu'nu ima eder. Kutlu doğumla birlikte, aslında iş başa dönmüş, Başak burcu başlamış ve varlık kemalini bulmuş, başla son birleşmiş, tevhidin en ileri düzeyi gerçekleşmiş, devr tamamlanmıştır. Efendimiz için, 'nuru evvel, ba'sı sonra' denir. İlk yaratılan, O'nun nurudur. Aziz Mahmud Hüdayi'nin görkemli eseri, Hz. Muhammed'in Zuhuru'ndan öğreniyoruz ki, 'başlangıçta Allah vardı ve O'nunla birlikte bir şey yoktu...'
Sonra Allah, 'bilinmeyi sevdi ve ilk olarak Muhammedi Nur'u yarattı.' Adem henüz su ile balçık arasındayken O peygamberdi. Varolan her şeyde Allah'ın Sevgilisi'nin nurundan bir sır, bir hakikat vardır. Bu hikmetten dolayıdır ki, yaratılmış olan her şey, davet ümmeti'dir. O'nun evrensel rahmet ve hidayet çağrısına 'evet' diyen ve inanan herkes ise, 'icabet ümmeti'dir. Efendimiz başlangıçta bir nurdu ve nur suretinde tecessüm etmişti. Allah O'nun bedenini yani Adem (as)'in bedensel kökeni olan vücudunu Celal ve Cemal elleriyle (bir rivayette kozmik zaman olarak) kırk yıl yoğurdu. Aziz Mahmud Hüdayi, kamil insanın prototipi olan Allah'ın Resulü'nün de fiziksel atası olan Adem'in (as) toprağının arzın farklı yerlerindeki kırmızı, beyaz, siyah, sarı topraktan devşirildiğini söyler: 'Toprağın yapısına göre, Ademoğullarından kimi kırmızı, kimi siyah ve beyaz veya ara renklerden/ırklardan oluştu.'
Alemlere Rahmet olarak gönderildi
Adem'e secde edin emri üzerine Cebrail (as)'den başlamak üzre büyük melekler, mukarreb melekler ve diğer bütün ruhaniler, O'na selam secdesi etmişlerdir. Bir rivayette büyük meleklerin yüz yıl secdede kaldığı söylenir. Bu, ubudiyyet değil, selam secdesidir ve müminlerin birbirlerine verdikleri selam da o muazzam karşılamadan bir sır taşır.
Süleyman Çelebi, alemlerin rahmet elçisinin doğumunu, 'merhaba'larla selamlar ve Türkçemizin en samimi, en lirik karşılaması bu mısralardır. Efendimiz, kendisinde Allah ism-i camiinin kemaliyle tecelli ettiği en büyük delildir. Kainatın anahtarı, onun ruhuna/nuruna dercedilmiştir. Adem'in (as) bedenine ruh üflenmesi, Muhammedi Nur'dan nasiplenmesidir, zira O, bütün kitapların annesi (ümm)dir, bütün semavi öğretilerin toplamı ve aktarıcısıdır, kitabın, İlahi sözün ve bildirinin kendisinde kemale erdiği en büyük nebi ve resuldür, velayetin ve nübüvvetin arşıdır. Adem'in kendisine ruh üflenince başına konan zümrüt tac, O'nun alnından fırlayan ışıklı kartaldır. Kainatın Rahmet elçisi, inci ve yakuttan bir tahtta oturur, bu manevi tahtın dört direği vardır. Her sütunda parlaklığı güneş ve aydan daha fazla olan büyük bir inci ışıldar. Melekler hayrete düşer ve şöyle seslenirler: 'Ey Rabbimiz! Sen bundan daha üstün varlık yarattın mı?' Bu Adem'dir (as), Muhammed'dir, İbrahim ve İsa'dır... Bütün nebilerin ve resullerin annesi olan rahmet peygamberidir. Kutlu doğumunu bir kez daha idrak ettiğimiz Allah'ın Seçkin Elçisi'nin nuru, hiç şüphesiz Allah'ın en-Nur ism-i şerifinden gelir. Heidegger'in varlık mertebelerinde söz ettiği göklülerin en şereflisidir O. Gök yatağında doğmuştur ve nuru, varlığın bidayetine kadar uzanır. Hz. Hüdayi, cennet ve cehennem yaratılmadan üç yüz yirmi dört bin sene önce Nur-ı Muhammedi'nin (as) yaratıldığından söz eder.
Efendimiz, kamil ve kadim insan'dır. Kadim insandır, insanın ebedi çocukluk hakikatinin sırrıdır, masum ve korunmuştur, saftır ve biatı her dem tazedir. Kamil insandır, insanlığın manevi yetkinlik düzeylerinin doruğu O'nun hayatındadır. En güzel insan, en sevgili eş, en hayırlı baba ve dede, en başarılı komutan ve 'diplomat', en mahir ev reisi, en halim ve selim yoldaş, en enis arkadaş, en müşfik yarendir. 'Anam babam sana feda olsun' diye başlar ona seslenen cümleler. 'Bir elime güneşi diğerine ayı verseniz yine de davamdan dönmem' diyecek kadar muazzam bir iman ve yakin sadece O'ndadır.
O'nun sohbeti nurani bir iksirdir ve yanında birkaç dakika kalanın ruhu ve zihni nurlanır, İlahi Hakikat'e açık ve hazır hale gelir. Ömrü içmekle geçen Ayyaşi Nazım Çelebi, O'nu bir kez rüyasında görür ve naat edebiyatının en güçlü kalemi olur. Bütün kamil veliler, Efendimiz'in risalet ve velayetinin birer tecellisinden ibarettir. O, varlığın sütunu, arzın halifesi ve insanlığın gözbebeğidir. Nuru yaratılmıştır, ardından O'na has güzelim bir çehre ve beden yaratılmış, sonrasında Hz. Hüdayi'nin beyanı üzre, başına hidayet tacı konmuştur. Boynuna tevazu, gözüne haya, alnına yakin, ağzına sabır, diline doğruluk, yanaklarına muhabbet, göğsüne nasihat, kalbine vera, içine zühd, dizlerine korku, adımlarına istikamet yerleştirilmiştir. Allah, Efendimiz'in kalbine merhamet doldurmuş, O'nu şefkatle terbiye etmiş, Rububiyetiyle tesviye etmiştir, ikramla yüceltmiş, risalet ödeviyle seçkin kılmıştır. Allah, Habibi'ni Kendisi için seçmiş, Mustafa kılmış, başına iman tacını iliştirmiş, sırtına hidayet hırkasını giydirmiştir. O'nu ezelden Sevgili diye isimlendirmiştir. Allah'ın 'Habibim' diye seslendiği tek nebi O'dur.
Sonra Allah, Kendisi'yle varlık arasında çokluktan kinaye yetmiş bin nurani ve zulmani (Celali ve Cemali) perdeler yaratmıştır. Her perdede bilinmez olarak kalmış ve ardından bir ağaç var etmiş, ona yakin ağacı demiş, Habibi'nin ruhunu bu ağacın en yüce dalına yerleştirmiştir. Yakin ağacının dört dalı vardır. Muhammedi ruh, bu ağaçta, yine çokluktan kinaye kırk bin sene Allah'ı tesbih etmiştir. Sonra Habibi'nin karşısında bir ayna yaratmış, bu mücella aynaya bakan Muhammedi Nur, kendisini en güzel şekilde müşahede etmiş ve Allah'a şükür secdesinde bulunmuş, bunu beş kez tekrarlamış, namazın çekirdeği buradan doğmuştur.
İnsanlığın İftihar Tablosu'na selam olsun
Sonra Allah, nurani zincirlere asılı bir kandil yaratmış ve Efendimiz'in (as) ruhunu bu kandilin içine yerleştirmiştir. Bu, varlığa Muhammedi öğretiyi taşıyan ruhun ışımasıdır. O'nun gözbebeği marifet şehrinin kapısı olan Hz. Ali efendimizdir. Ehl-i Beyt-i Mustafa da temiz ve temizleyicidir, bu nurdan en fazla feyizlenmiş olanların ilkidir. Doğruluk bir şehirdir ve kapısı Ebubekir'dir (ra), O'nun da ruhu, o kandilden ışıyan İlahi Nur'un tecellisiyle parıldar. O 'Sonsuz Nur', kıyamete değin yeniden yeniden ışıldar, doğar ve biz o kutlu doğumu her yıl yeniden kutlar, O'nun getirdiği nurun haleleri arasına girebilmek, ondan feyizlenmek için ateşe koşan kelebekler gibi atılır, yanmak isteriz. Ana babamızın ona feda olmasını isteriz, kendimiz için en değerli şeylerden vazgeçer, sadakaların en büyüğü olan benliğimizi tasadduk etmek isteriz. Bu, nurdan bir istektir ve melekler onu, hayat ağacının dallarına ışıktan bir çiçek gibi asmak isterler. Allah'ın Sevgilisi, biri kendisine seslendiğinde veya kendisi sesleneceğinde bütün bedeniyle dönermiş. Bu, 'kulum bana bir adım geldiğinde, ben ona koşarım' buyuran Allah'ın İlahi ahlakına uymak içindir.
Çünkü O, Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmıştır ve ne zihni şaşar ne gözü başka bir şeye bakar. O, ay'dır, bir adı da kamer'dir, hilal halindeyken halka gizlenir sadece Rabbiyle halvet olur, dolunaya dönüşür halka bakan yüzü açılır. O, nebiler ve veliler göğünün güneşidir, Noksani'nin dediği gibi, 'kudret kandilinden balkıyıp durmakta'dır. Belki de bütün bu kainat dekoru, bütün bu insanlık macerası o sahne içindir? Allah'ın sevgilisi ile Kemalı'nın Hira'da buluşması. Bu buluşma, O'nun getirdiği Kelam'ı okumaya niyetlenen her müminin kalbinde bir gölge olarak yeniden belirecektir. Çünkü O'nun taşıdığı İlahi Haber, her okuyanın kalbine yeniden yeniden sefer eder. Bu haber, göklerden inmiştir, kaderin üstündeki kaderdir, getiren de Süleyman Çelebi'nin beyanı üzre, 'gök yatağında doğmuş'tur, tekrar arşın sırlarına doğru yücelmiştir.
Sadık Yalsızuçanlar - Zaman
Naat
Konsun – yine - pervazlara
Güvercinler,
"hu hu" lara karışsın
Aminler,
Mübarek akşamdır;
Gelin ey fatihalar, yasinler...
Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın
Yoksulların sahibi..
Nerde kaldın ey resul,
Nerde kaldın ey nebi!..
Arif Nihat Asya
Mevlid Kandilinizi tebrik ederiz...
Samanyoluhaber.com