Samanyoluhaber.com Prof. Dr. Şerif Tekalan'ın yazısı
PROF. DR. ŞERİF ALİ TEKALAN
Yıllar önce Türkiye’de Tıp Fakültesi Hastanesi’nde birlikte çalışıyoruz. Uzmanlık alanlarımız farklı ama ikimiz de aynı ameliyathaneyi kullanıyoruz. O da benim gibi Anadolu’nun bir şehrinden. Hastane, şehre yürüyüşle bir saatlik mesafede. Bazı günler, ikimizin de mesai çıkışı aynı zaman dilimine rast gelirse, şehre biraz da yokuş aşağı olduğu için yürüyerek gidiyoruz. Mesaimiz bitince ikimizden birisinin odasında buluşup birlikte yürüyoruz.
Bir gün onun işi biraz erken bitince, odama geldi ve ‘’çıkabiliriz’’ dedi. Ben de kendisine ‘’müsaade edersen ikindi namazımı kılayım, sonra gidelim’ ’dedim. O da bana “namaz çok uzun sürmez mi?“ dedi. Ben de ‘’hayır sürmez’’ dedim. Ona kütüphanemden bir dergi verdim, o dergiyi okurken ben abdestimi aldım ve namazımı kıldım. Sonra da kendisine “çıkabiliriz ”dedim. Bana “namazın bu kadar kısa sürdüğünü bilmiyordum“ dedi. Ben de kendisine ““ibadetler zaten çok zaman almaz” dedim.
Şehre inince, akşam ezanları okunmaya başlanmıştı. Bir caminin önünden geçiyorduk. Ben “gel akşam namazımızı kılalım, sonra evlerimize gideriz “deyince, arkadaşım bana “ben abdest almasını da, namaz kılmasını da bilmiyorum“ dedi. Ben de “bana bakarak hem abdestini alırsın, hem de namazını kılarsın “dedim. Nitekim o da öyle yaptı. Camiden çıkışta bana “ben bu işi çok sevdim “dedi. Ben hiç yorum yapmadım.
O günlerde, haftada bir defa, toplumun değişik kesimlerinden on, on beş kişiyle biraraya gelip değişik konuları, bu arada dini konuları da konuşuyorduk. Bir seferinde bu arkadaşımı da buraya çağırdım, o da geldi. Bir gün, katılımcılardan bir arkadaşımız, namazın insan hayatındaki öneminden ve güzelliklerinden uygun bir üslupla bahsetti. Arkadaşımız bu konuşmadan çok etkilendiğini söyledi. Zaman içinde kendisi, namaz surelerini öğrendi ve düzenli namazlarını kılmaya başladı.
Arkadaşımızla irtibatımız düzenli olarak devam etti. Daha sonra ben o şehirden ayrıldım, Başka şehirlerde görevlerim oldu. Bu arkadaşım, hep aynı hastanede çalıştı. Bir yurtdışı ziyaretinde, batı ülkelerinden birinde, bir arkadaşımızın evinde kahvaltı yapıyorduk. Orada değişik üniversitelerde Türkiye’den gelip doktora yapan gençler de vardı. Bu gençlerden birisi bana, “ben sizi çocukluğumdan beri tanıyorum” dedi. Ben de “nereden ve nasıl? “diye sorunca bana, benim ismimi devamlı babasından duyduğunu söyledi. Babasının adını sorunca da, yukarıdaki yürüyüş arkadaşımın adını söyledi. Ben “durumu nasıl, şu anda nerede, ne yapıyor?“ diye sorunca bana, “maalesef babamı kaybettik“ dedi.
Ne kadar duygulandığımı ve üzüldüğümü anlatamam. Oğlu bana, “babam sonuna kadar dini vazifelerini düzenli yaptı, hep sizlerden bahsederdi “dedi. Kendisi de üniversiteyi Türkiye’de bitirmiş ve doktora yapmak üzere bu ülkeye gelmişti. Karışık duygular içinde, ne diyeceğimi ve onu nasıl teselli edeceğimi bilemedim.
Son durumunu o anlattı; “babam kendisine müstakil bir ev yaptırmıştı, ramazan içinde iftara doğru evi kontrol etmeye gitmiş. İftara gelemeyince, annem cep telefonundan aramış. Telefon cevap vermeyince, annem hemen yeni yapılan bu eve gitmiş. Babam merdivenden inerken herhalde başının üstüne düşmüş ve beyin kanamasından vefat etmiş“.
Tabii ki hepimiz bir şekilde, değişik sebeplerle öleceğiz. Yaşamlarımız esnasında yaptıklarımız ve yapmadığımız her şeyle ilgili tek tek hesaba çekileceğiz. Ayrıca, ailelerimize ve çocuklarımıza karşı olan sorumluluklarımız da bize sorulacak. Eğer güzel evlatlar yetiştirdiysek, amel defterlerimiz kapanmayacak ve çocuklarımızın yapmış olduğu bu güzelliklerden devamlı istifade etmiş olacağız.
Aslında herkes geriye dönüp, kendi hayatı ile ilgili değişik vesilelerle tanıştığı, tanışabileceği insanlarla ilgili, onlara güzel bir örnek ve güzel bir kılavuz olabilme açısından çok şeyler yapabilir, yapmalı da. Geriye işte bu yapılanlar kalıyor. Yoksa, daha sonra hayıflanmalarının ve keşke demelerinin insana hiçbir faydası yok. Bu açıdan, hem de iki yönlü kimbilir ne fırsatlar kaçırıyoruz. Bir yandan, bunlar paylaşılırsa, meydana gelecek güzel neticelerden karşıdakiler istifade edecek, bir diğer yandan da bunları paylaşan bizler, bunların güzel sonuçlarına ortak olacağız.
Yol yakınken ve hala elimizde bu fırsatlar varken, mümkün mertebe azami şekilde kazanma kuşağında kaybetmemeye gayret sarf etmeliyiz. Değişik vesilelerle tanıştığımız, tanışabileceğimiz her seviyedeki insanlarla bu güzellikleri paylaşmazsak, herhalde bu insanlar da öbür alemde bize “ niçin bu güzellikleri bizimle paylaşmadınız, niçin bize kılavuz olmadınız?“ diye soracaklar.
Bu yaklaşımın iki taraflı olduğunu ve olması gerektiğini de asla göz ardı etmemek gerekir. Karşılaştığımız ve karşılaşacağımız insanların da kimbilir ne güzel yaklaşım ve davranışları vardır. Bunları alma ve bunlardan istifade etmek de ayrı bir kazanımdır. Düşüncesi, yaklaşımı ne olursa olsun, onlardan bu şekildeki alma modunu da daima açık tutmak gerekir.
Bunlar, aile fertlerimiz de, yakın akrabalarımız, arkadaşlarımız, herhangi bir vesileyle tanıştığımız, dini, dili, rengi, milliyeti ve düşüncesi ne olursa olsun her çeşit insan da olabilir.
Henüz bize kırmızı kart gösterilmeden bu çerçevelerde kendimizi yeniden gözden geçirelim, gerekirse düşünce ve hareketlerimizi bu yönlerde değiştirelim, güncelleyelim, geliştirelim, bilgisayar diliyle update ve upgrade edelim ve kazanma kuşağında kaybetmemeye çalışalım.