''Sabır, sahrada yetişen çok acı bir otun ismidir, ama çok şifalıdır. Sabır da öyledir. Herşeyin ifratı ve müfriti kötüdür ama, hizmette kardeşlerin birbiriyle müfritana bir irtibat içinde bulunması iyidir. Çünkü her an gelişmekte ve yenilenmekte olan bir hizmetten azıcık bile irtibatımızı kesersek, hemen çok gerilerde, eskimiş olarak kalmış oluruz… ''
Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
Üstad Bediüzzaman’ın ilk dönem yazdığı eserlerde, Cenab-ı Hakkın, insanın kalbini, Kendi sevgi ve muhabbetine bir taht yaptığı; o İlahî aşk ve muhabbetin yerine başka şeylerin o kalbe girip o tahta oturmalarını istemediği; ama acûliyet (acelecilik), hırs, aşk-ı mecazî ve siyaset gibi şeylerin, müfteris (parçalayıcı) oldukları için kalbi delip girdikleri ve o tahta oturmak istediklerinden dolayı, Cenab-ı Hakkın darılıp aksiyle tokat vurduğunu anlatıyor.
Acelenin şeytandan olduğunu, hırs gösterenlerin zarara bulaşıp haybet ve hüsrana ulaşacağını ifade eden güzel ifadeler mevcut… Çok aceleci ve hırslı insanlar, yapacakları işlerde kimseyle istişare etmeyi düşünmezler. Sağlarına sollarına bakmadan meseleyi heyetlerdeki meşveret ve şûrâya getirmeden işe dalarlar. Beklemedikleri şeylerle karşılaşınca da endişe ve telaşa kapılırlar, böylece yanlış üstüne yanlış yaparlar. Halbuki danışa-görüşe iş yapsalardı, tecrübe ve birikim sahiplerinin deneyimlerinden istifade edecek, olaya pek çok açıdan, onların verecekleri bilgilerle bakma imkânı bulacak, çıkabilecek komplikasyonlar hakkında hazırlıklı bulunacaklardı. Her zaman iki akıl bir akıldan üstündür. Hele beş-on kişiden meydana gelen bir heyetin aklı olursa o tek akıldan kat kat üstündür. Onun için tek başına hareket eden dâhiden beş-on kişilik sıradan akıllar daha isabetli karar verebilirler. Artık ortak akıllar ve kollektif şuurların söz sahibi olduğu bir çağda bulunuyoruz. Büyük şirketler, büyük şirketlerle evlilik yapıyor, çok daha büyük işler becerebilmek için… Böyle bir zamanda, diktatörce, tek adamlık, tek başına iş yapmanın sonu hep hüsran olacaktır.
Bugün gelişmiş şirketler kendilerini tenkit ettirmek için para harcayıp “şeytanın avukatı” mânasında münekkitler tutuyorlar. Yaptıklarını kritiğe tâbî tutturuyorlar. Tâ ki onların fikrini alıp, hata ve yanlışlarını görerek, onlardan vazgeçsinler, doğru iş yapsınlar.
Prof. Dr. İhsan Doğramacı’ya, “Doğramacı’yı Doğramacı yapan nedir?” diye bir soru sorulunca üç şey söylemiştir: “Birincisi, bir iş için alacağım yardımcımı, o hususta benden daha iyi o işi bilenlerden seçerim. Ben o hususta bir yanlış yaparsam, ‘Hayır olmaz’ diyebilmeli. Yoksa ben onun yardımcısı olmak zorunda kalırım. Bu sefer, iş bilmeyen ‘İsabet buyurdunuz efendim’ diyen yağcıların elinde oyuncak olurum. İkincisi, düşmanlarımın bile tenkitlerine kulak veririm. Belki de hiç fark etmediğim bir hata ve yanlışımı keşfetmişlerdir de düşmanlıklarından söylüyorlardır. O sözlerden istifade etmeye bakarım. Üçüncüsü, düşmanlarıma karşı ‘pahalı proje’ olan yok etme yoluna gitmem. Bilâkis ‘ucuz proje’ olan anlaşma yolunu tercih ederim.”
Kalbi parçalayıp içine girerek o tahta oturmak isteyen aşk-ı mecaziden de insan tokat yer. Onun için Üstadımızın ihlasta birinci talebesi Hulusî Ağabeyimiz evlenecek gençlere diyor ki: “Gözünüzle karar vermeyin kulağınızla karar verin. Çünkü boyu-endamı, gözü-kaşı hoşunuza gider, kafanıza göre evlilik yaparsınız. Çünkü onu gönül tahtına oturmuşsunuz, hiç kimseyle istişare etmiyor, sorup soruşturmuyorsunuz. Halbuki sizi seven yakınlarınıza istişare etseniz onlar araştırıp-soruştursalar, size, sizin yürüdüğünüz yolda destek mi olur, köstek mi olur tesbit etseler, onların verdiği bilgilerle yani kulağınızla karar verseniz daha isabetli olur.
Tokat yedirecek dördüncü mesele, siyasetin kalbin tâ içine kadar sokulmasıdır. Böyleleri artık Allah’ın rızasını değil, şeytanların vesvesesini kalbine doldurmuş demektir. Yani onlara göre, partisini destekleyenler şeytan bile olsalar, onları melek gibi görür. Partisinden olmayanlar melek gibi olsalar bile onları da şeytan olarak görür. Onun için bu gerçeği tesbit edince, Üstad Hazretleri “Eûzü billahi mine’ş-şeytanı ve’s-siyaset” diyerek, siyasî hayattan tamamen çekilmişlerdir.
Üstad Hazretleri şevki kıran üçüncü engelden de işte böyle bahsetmektedir: “Sonra da birbirine bağlı olan sebeplerdeki, basamakları atlayarak karıştıran acelecilik çıkar, himmetin ayağını kaydırır. Siz, ‘Sabırlı olun, sabır yarışında düşmanlarınızı geçin, birbirinize sabır tavsiye edin, ribat yapın, uyun-u sâhire olun, irtibatta ifrat derecede olun.’ (Âl-i İmran Suresi, 3/20) âyetini siper ediniz.”
Sabır, sahrada yetişen çok acı bir otun ismidir, ama çok şifalıdır. Sabır da öyledir. Herşeyin ifratı ve müfriti kötüdür ama, hizmette kardeşlerin birbiriyle müfritana bir irtibat içinde bulunması iyidir. Çünkü her an gelişmekte ve yenilenmekte olan bir hizmetten azıcık bile irtibatımızı kesersek, hemen çok gerilerde, eskimiş olarak kalmış oluruz…