Sırat Köprüsü

Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan, yeni köşe yazısını 'Sırat Köprüsü' başlığı ile kaleme aldı.
İzmir’in Karabağlar semtinde bir işyerim vardı. İşyerimden yakın bir yere yürüyerek gidiyordum. Karşıdan gelen 61 plakalı bir Mercedes gördüm. Arabanın önüne geçtim, el işareti yaparak arabayı durdurdum. Şoförün yanına oturarak devam edin dedim. Bir restoranın önüne gelince, uygun bir yerde şoföre, “Burada duralım ve arabayı park edelim” dedim. Şoför, itiraz etmeden arabayı park etti. Sonra onu restorana davet ettim. Masaya oturunca, misafir bana “Siz kimsiniz ve bu yaptıklarınız ne anlama geliyor?” dedi. Ben de ona; “İnsanlık öldü mü? Şu anda öğle yemeği zamanı, siz de Türkiye’nin bir ucundan Trabzon’dan gelmişsiniz, misafirsiniz, nerede yemek yeneceğini de bilemeyebilirsiniz. Ben ise burada ev sahibi sayılırım, çünkü hem işyerim burada, hem de evim buraya yakın. Öğle yemeğini birlikte yeriz, sonra siz işinize, ben de işime giderim” dedim. Misafir, çok memnun olduğunu söyledi ve teşekkür etti. Yemeğimizi yedik. Ben kartvizitimi verdim. “Hangi konuda olursa olsun her zaman ben buradayım, beni arayabilirsiniz. Trabzon’da da çok yakın ve sevdiğim bir arkadaşım var, telefonunu veriyorum. Lütfen ona da selamlarımı iletin” dedim. Sonra ayrıldık. 

Aradan bir hafta geçti. Trabzon’daki arkadaşım, beni telefonla aradı. “Sen bu insana ne yaptın?” diye sordu. Ben de “Sadece bir öğle yemeği yedik ve sana selam gönderdim, hayırdır?” dedim. 

“Tanıştığınız bu insan Trabzon’a gelince beni aradı. Bir yerde oturup çay içtik. Bana kim olduğumu ve burada ne yaptığımı sordu. Ben de “İzmir’de üniversiteyi bitirdim, babam demir tüccarıydı, önce ona yardım ettim, sonra da işlerin hepsine ben bakmaya başladım. Yani iş adamı oldum. Öğrenciyken tanıştığım Fethullah Gülen Hocaefendi ile irtibatlarımı devam ettirdim. Her türlü siyasi ve menfaat gözeten durumlar dışında, dinimiz, ülkemiz ve insanlık için neler yapılması gerektiğini ondan öğrenmeye başladım. İzmir’de, başta üniversite öğrencileri olmak üzere diğer seviyelerdeki öğrenciler için de evler ve öğrenci yurtları açılmaya başlanmıştı. 

Bu evlerde kalan öğrenciler, hem okullarına ve üniversitelerine gidiyorlardı, hem de kendi kültürümüz ve dinimiz çerçevesinde, günün anlayışına uygun özellikleri ve güzellikleri öğreniyorlardı. Ben de üniversiteyi bitirince, işlerim yanında bu faaliyetler içinde gayret etmeye çalışıyordum. 

Benim gibi genç, orta yaşlı, yaşlı ve ileri yaşlı insanlarla bir bakıma gece gündüz bu güzel eğitim faaliyetlerinin devamı çerçevesinde gayret ediyorduk. 

Bu çark İzmir ve civarında bu şekilde devam ederken, Fethullah Gülen Hocaefendi, ben dâhil bazı arkadaşlarımıza Türkiye’nin değişik şehirlerine bu güzel ve faydalı eğitim faaliyetlerini başlatmak için gönderdi. İşte ben de bunun için Trabzon’dayım. Üniversiteye ve diğer okullara giden öğrenciler için evler yurtlar kiralamaya çalışıyoruz. Ama maalesef öğrenci ve bekâra ev vermeme gibi bir durum var, onun için zorlanıyoruz” dedim. 

İzmir’e gidip gelen ve İzmir’den arkadaşımızın selamını getiren Trabzonlu olan bu arkadaşımız da kendini tanıttı. Kendisi müteahhitmiş. Biten ve hâlen yapılmakta olan inşaatları varmış. Bana; “Bu iş çok önemli, Allah rızası için yapılan bir iş. Bu işe bizim de bir katkımızın olması lâzım. Siz işinizi gücünüzü bırakıp, Allah rızası istikametinde bir beklenti olmadan İzmir’den buralara gelmişsiniz. Bizim de bu çorbada bir tuzumuzun olması lâzım. Benim biten apartmanlarım var. O apartmanlarındaki dairelerden birini tamamen mülkiyeti ile birlikte bu Hizmet’e vereyim. Ayrıca, ne kadar ihtiyacınız varsa, kirası da çok düşük olmak üzere yine binalardan daireler kiralayayım” dedi. Daha sonra bu insanla dost olduk, özellikle gençlerle ilgili bu insani faaliyetleri birlikte yürütmeye başladık.” dedi. 

Bütün bunları anlatan, İzmir’deki Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ilk arkadaşlarından bir iş adamı büyüğümüzdü. Amerika Pensilvanya’ya Fethullah Gülen Hocaefendi’ye ziyarete Ankara’dan iki üç bürokrat arkadaşımla birlikte gelmiştik. Bahçedeki kamelyada otururken, İzmir’den gelen bu iş adamı abimiz, bize selam verip yanımıza gelip oturdu ve yukarıdaki hadiseyi anlattı. Yani bu insan, İzmir Karabağlar’da 61 plakalı Mercedes’i durdurup bir restorana götüren abimizdi. 

Misafirlerimizle birlikte, hayranlıkla bu abimizin yaptığı bu güzel davranışı bizatihi ilk ağızdan kendisinden dinlemiş olduk. 

Kendisine, yaptığı bu güzel işten dolayı hayranlığımızı belirtip teşekkür ettik. Ben kendisini çok eskiden beri tanıdığım için bu hadiseye benzer yaşadığı çok hadise olduğunu, hâlen de aynı gayretlerle bu hizmetlere gönül ve destek verdiğini biliyordum. Bundan dolayı da kendisine, yaşadığı bir hadiseyi daha anlatmasını rica ettim. 

O da bizi kırmayarak anlatmaya başladı. “Geçenlerde, arabayla gidiyordum. Geniş boş bir alanda, gençler futbol oynuyorlardı. Ben de her zaman arabamın arkasında, tüpgaz, ekmek, yumurta, domates, biber, çatal kaşık gibi yemek yapılabilecek ve yenilecek malzemeleri devamlı taşıyordum. Futbol oynayan bu gençleri görünce, işim de acil olmadığından dolayı, bir kalenin arkasına geçtim. Arabamdaki malzemeleri indirdim. Güzel bir menemen (yumurtalı yemek) yaptım. Sofrayı serdim, tabakları, çatal kaşıkları, ekmeği ve suyu sofranın etrafına koydum. 

 Sonra da top oynayan gençleri davet ettim. Hepsi de geldiler. Birlikte yemek yedik. Kendimi tanıttım, işyerimi tarif ettim. Onları her zaman işyerime de beklediğimi söyledim. Bizim o civardaki öğrenciler için açılmış olan yurt çok yakındı. Onlarla yurda gittik. Yurdun idarecisine; “Benim elimden gelen bu, ben bu gençlerle tanıştım, arkadaş oldum, sizinle de tanışmalarını istedim, bundan sonra siz artık bu gençlerle onların müsait olduğu zaman dilimlerinde beraber olursunuz” diyerek sonra ben ayrıldım.

Daha sonra bir vesileyle yurt müdürüne sorduğumda, o bana; “Biz aynen sizin bıraktığınız gibi o gençlerle sık sık değişik vesilelerle görüşüyoruz, onlar yurda geliyorlar, biz onları evlerinde ziyaret ediyoruz” demişti. 

Bunları anlattıktan sonra bu abimiz, misafirlerimize dönerek, onları da kırmadan nezaketle; “Biz sizler gibi VIP değiliz, sizler yükselmiş bir yerlere gelmişsiniz, kıyamet koptuktan sonra sırat köprüsünden geçilecek. Siz VIP olduğunuz için size; ‘Buyurun efendim, siz VIP’siniz direkt geçebilirsiniz’ denilecek. Onun için sizin, benim anlattığım bu gayretlerin benzerlerini ve sizin seviyenize göre olanları yapma mecburiyetiniz yok. Ama biz mecburen bunları yapmak zorundayız, yoksa sırattan bizi geçirmezler. İşte bunun için gayret ediyoruz” dedi ve oradan ayrıldı.

Biz misafirlerimizle birlikte bu iş adamı abimizi hayranlık hislerimizle dinledik. Herkes kendisine göre bir ders çıkardı. Bir diğer yandan da bize nezaketle, bu dünyada Allah’ın rızasını kazanma istikametinde, kendi konumumuzu ve imkânlarımızı bu çerçevede daha çok kullanmak ve gayret etmek gerektiğini hatırlatmış oldu. 

Ben şahsen o gün bugün, bu iki güzel örneği hiç unutmadım. Allah, herkese farklı kabiliyetler, imkânlar, fırsatlar vermiş. Bizim de bu kabiliyet ve imkânları kullanarak, bu imkân ve fırsatlar çerçevesinde Allah’ın rızasını kazanma endeksli, kimsenin hakkını yemeden, bir beklenti içinde de olmadan, herkese her türlü yardımı yapmak ve içinde bulunduğumuz konumun hakkını vermek düşüyor. 

Aslında bu gerçekler, dini, dili, rengi, milliyeti, düşüncesi ne olursa olsun, insan olma ortak paydasından hareketle, herkesin çekinmeden kabul edebileceği ölçüde insani ilişkileri, başlatması, geliştirmesi, geleceğin dünyasının yaşanılabilir olması açısından çok büyük önem arz ediyor. 

Evet önümüzde, büyük bir fırsat ve imkânlar serisi dizilmiş bizi bekliyor. Pir Sultan Abdal (meşhur şair, 16. yüzyıl), hak ve adalet uğruna her şeyini feda etmeye hazır bir derviş ruhunu temsil eder. Ve şöyle der: 

“Mal benim değil, mülk benim değil, 
Alan alsın, malım yağma olsun…”

kaidesince, bu ve benzer gayretlere hem de maksimum ölçüde katılalım. Çünkü sırat, kolay geçilmiyor. En ince detayına kadar yaşanılan, yapılan her konu gözden geçirilip ona göre bugünün ifadesiyle bir not veriliyor ve sırat ve ötesindeki âlem de bu nota göre dizayn ediliyor. 

Gelin hâlen vakit sona ermemişken, verilen müddet bitmemişken, Allah’ın bize verdiği her türlü imkân, kabiliyet, konum gibi bütün özellik ve güzellikleri, yine O’nun rızası istikametinde kullanıp değerlendirelim ve sıratı da geçip, gözlerin görmediği kulakların işitmediği güzelliklere nail olalım inşallah. 
06 Kasım 2025 11:49
DİĞER HABERLER