Yeni Türkiye’nin kalemşorları, AK Parti’yi cümlelerden ayıklayıp sadece cemaatle ilgili bölümleri tekrar ediyor.
- İstifaları o cümlelerle ifade etmek paniğin boyutunu gösterdi
- Kaset komplosu kuranları ortaya çıkarmak hükümetin görevi
- Dış komplo denildi, ABD büyükelçisine hiçbir yaptırım yapılmadı
- Hükümet üyelerinin katıldığı toplantıya 'gizli buluşma' dendi
- Halk Bankası ile ilgili bir işlem yapılmadı. Halk Bankası'nın hisselerin %70'i yabancı fonlarda, zarar fonlara yazılıyor
“Bir hareket başta ahlak sahibi olmalıdır. Her yolu meşru göremez. Hem Kur’an ve Allah diyeceksin, ama kasetlerle komplolarla anılacaksın. Bu yolsuzluk soruşturması değil, millete karşı tezgâhtır.” Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu sözlerini son dönemde sıkça duymaya başladık.
Zaman Gazetesi'nden Bülent Korucu'nun haberine
göre, Başbakan, karşılaştığı her sorunda ‘iç ve dış komplolar’ senaryosu üzerinden savunmaya geçiyor. Başbakan’dan aldığı işaretle komplo teorilerini akıl bir yana, tahayyül sınırlarının ötesine taşıyan bir ekip ortaya çıktı. Bunlara kısaca ‘Çılgın muhafazakârlar’ diyebiliriz. Cumhuriyet mitingleri sürecindeki ‘Çılgın Türkler’den farkları, ulusalcı söylemlerin azalıp dini motiflerin artması. Onlar da AB ve ABD destekli bir proje ile Türkiye’nin tuzağa düşürüldüğünü ileri sürüyordu. AK Parti ve ‘cemaat’in dış güçlerin oyuncağı ve hain olduğu üzerine uzun nutuklar atıyorlardı. Yeni Türkiye’nin kalemşorları, AK Parti’yi cümlelerden ayıklayıp sadece cemaatle ilgili bölümleri tekrar ediyor.
‘ÇILGIN MUHAFAZAKÂRLAR CEMAATE KARŞI’
Her dönemde komplocuların tercihi devlete sızma ve paralel devlet. 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan darbe süreçlerinde devletin tehdit altında olduğuna inanmamız istendi. Şartların olgunlaşması adına binlerce insanın ölmesine bile göz yumuldu. Siyaset ve bürokrasideki büyük savaşlar ‘devleti ele geçirme’ üzerinden yapıldı. Ülkeyi yöneten meşru AK Parti hükümeti de bu gerekçeyle bitirilmeye çalışıldı. Bu iddianın dayağını en çok cemaat yedi diyebiliriz. Olağan şüpheli olarak hep gündemde tutuldu. Ama darbe dönemleri dâhil delil bulunamadığı için toplumsal lincin ötesine geçilemedi, hukuki yaptırımlara muhatap olmadı. Bu konuda kitap yazan amansız muhalif Ahmet Şık bile kitabında bazı suçlamaların mesnetsiz olduğunu zikretmek zorunda kaldı.
Çocuklarının adı yolsuzluk soruşturmasına karışan bakanlar olaydan sekiz gün sonra istifalarını açıkladı.
“Cemaat soruşturması can simidi oldu” ara başlığıyla verilen bölümde Şık, ‘telekulak skandalı’nı örtbas etmek için Cevdet Saral ve ekibinin başlattığı cadı avına şöyle dikkat çekti: “Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve ekibi bu isteğin (araştırma) kendilerini kurtarabileceği düşüncesiyle hummalı bir çalışma başlattılar.” Şık, mezuniyet yıllıklarından cemaatçi avı yapıldığını ve kişisel husumetlerin listelere yansıdığını da anlatıyordu. Trajikomik listelerin en matrak ismi Adil Serdar Saçan olmuştu. Cemaatten olmak şöyle dursun, en keskin muhalif dahi ‘F tipi’ listelerden birinde en başa yazılmıştı. Şimdi benzer bir cadı avı başlamış durumda. Yüzlerce emniyet görevlisi, herhangi bir idari ve adli soruşturmaya muhatap olmadan görevlerini kaybediyor. ABD’nin McCarthy dönemini hatırlatan günler yaşıyoruz.
‘Çılgın muhafazakârlar’ın yolsuzluk kelimesini telaffuz etmeden geliştirdiği savunmalardan biri de ‘Başbakan’a bağla, kurtul’ iddiası. En fazla eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ı hedef alarak şöyle diyorlar: Güya savcılar “olayı Başbakan’a bağlayacak ifade verirseniz sizi kurtarırız” diyormuş. Bayraktar’ın istifa şekli ve Başbakan Erdoğan’ı da istifaya davet etmesi, bu komployla izah ediliyor. Avukat eşliğinde alınan ifadelerde buna cüret edecek savcının aklından şüphe ederim. Hele muhatap bakan çocuğu ise. Tutuklamalar üzerinden günler geçtikten sonra bu tezin işleme sokulması inandırıcılığı zedeliyor. Yeri yerinden oynatma imkânına sahip insanlar, günlerce susup Bayraktar konuşunca dile geldi. Bakan ve milletvekillerine yönelik linç kampanyası da parti içi muhalefete gözdağı niteliğinde. Bayraktar ve İdris Naim Şahin’in istifalarını ‘ayarları bozuldu, saçmaladı, istifa metnini o yazmış olamaz’ gibi cümlelerle vermek aslında paniğin boyutlarını gösteriyor.
KASET KOMPLOSUNU KİM KULLANDI?
Yolsuzluk iddialarını örtmek için kullanılan yöntemlerden biri de kaset iftirası. Başbakan Erdoğan, geçen hafta il başkanlarına hitap ederken ‘Böyle bir komplo Sayın Baykal’a da kuruldu’ diyerek herkesi şaşırttı. Zira CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a ve MHP’li milletvekillerine komplo kurulduğu günlerde miting meydanlarında şu cümleleri sarf etmişti: “Hacı Bektaş diyor ki eline beline hâkim ol, hanım kardeşlerimden özür diliyorum, kendisinden önceki, beline hâkim olamadı, gitti. Genel başkanlıktan gitti ama şimdi yine milletvekili adayı oldu. Peki diğer taraftaki hanım milletvekili n’oldu, onu aday yapmadılar. N’oldu, suçlu o mu, ikisi de suçlu değil miydi? Yav kendi eşiyle mi bir şey oluyor da özeli oluyor. Buna nasıl kendi özeli dersin? Bu özel değil, genel genel, bu genel bir ahlaksızlıktır, başka bir şey değil. Bu toplumu aldatmayın yav. Son zamanlarda Bahçeli de çıkmış ‘AK Parti milletin özeline giriyor’ diyor. Niye çünkü kendi adamlarının da bu tür kasetleri çıktı, o da rahatsız olmaya başladı. Böyle özel olur mu? Peki özeldi de niçin bu milletvekillerini istifa ettirttin? Neden çünkü başına geleceği biliyor da onun için.” (4 Mayıs 2011, Kastamonu Mitingi)
Yukarıdaki sözlerin sahibi Başbakan Erdoğan, miting meydanlarında yeni kaset komplolarının zeminini döşüyor gibi konuşuyor. Mesela “Bırakın o kaset montajcıları bedduaya amin desin...” diyor. Yine şu ifadeler Erdoğan’a ait: Değerli bir şahsiyete N.K. ahlaksız bir filmden kare alıp servis ettiler. Hem dindarım diyeceksin, hem iftira atacaksın…” Sabah gazetesinin yolsuzluk haberini veriş şekli savunma hattının nereye kurulduğunu gösteriyor: ‘Kaset olmadı, dosya verelim.’
Kaset mağdurlarının üzerinde ittifak ettiği gibi suçluyu ortaya çıkarıp yargının eline teslim etmek hükümetin görevi. Böylesi alçaklığı önlemenin tek yolu da yapanlara ibretlik ceza vermek. Ama belirsizlik ve gölge oyunu bazılarının işine geliyor galiba.
YOLSUZLUK OPERASYONU DIŞ KOMPLO MU?
17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu hükümete yakın medya “küresel oyun” olarak sundu. Dış komplonun en somut delili olarak ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin AB büyükelçileri ile yemekte buluşup, “İmparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz.” dediği iddia edildi. 21 Aralık’ta Yeni Şafak gazetesi “Çek git bu ülkeden” başlığını attı. ABD ve diğer ülke elçilikleri “Böyle bir toplantı yapılmadığı gibi, haberlerde ortaya atılan iddiaların tümü tamamen yalan ve iftiradır” diyerek, kesin dille yalanladı. Aynı gün Başbakan Tayyip Erdoğan, Samsun’daki konuşmasında “Büyükelçileri ülkemizde tutmak zorunda değiliz.” ifadesini kullandı. Dışişleri Bakanlığı ise ABD Büyükelçiliği’nin yalanlamaya yönelik açıklamasını yeterli bulduğunu belirterek, büyükelçiye karşı hiçbir diplomatik yaptırımda bulunmadı.
“CEMAAT AB İLE GİZLİ BULUŞTU” YALANI
AK Parti’ye yakın gazetelerde komplo teorilerine kara propaganda haberler eklendi. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil’in katıldığı “Geleneksel Avrupa Birliği Ülkeleri Büyükelçileri Öğle Yemeği Buluşması” komplonun parçası şeklinde servis edildi. Bahse konu toplantı, Avrupa Birliği Dönem Başkanı Ülke Büyükelçisi tarafından her ay düzenli olarak organize ediliyordu. Toplantıya farklı alan ve uzmanlıklarda konuşmacılar katılıyordu. Aynı toplantının daha önceki konukları eski Aile Bakanı Fatma Şahin, Ombudsman Mehmet Nihat Ömeroğlu, AB Bakanı Egemen Bağış, akademisyen Fuat Keyman gibi isimlerdi.
SEÇİM ÖNCESİ ZAMANLAMA!
‘Zamanlama’ argümanı son yıllarda yapılan her adli ve polisiye operasyonunda kullanıldı. Adeta ‘olağanüstü olaylar’ ülkesine dönen Türkiye’de bu soru her zaman ortaya atılabilir. Mesela bundan 6 ay önce yapılsa operasyon Gezi olaylarıyla ilişkilendirilebilirdi. 9 ay önce olsa bu sefer çözüm süreci ile ilgili gelişmelerle bağ kurulurdu. 2014’te cumhurbaşkanlığı, 2015’te de milletvekilliği seçimleri olduğu hesap edildiğinde bu soru her zaman sorulacak demektir.
HEDEFTE İMAM HATİPLER Mİ VAR?
Bu iddia Halkbank Genel Müdürü’nün evinde bulunan paraların Osmancık’taki imam hatip için bağışlandığının söylenmesinden kaynaklanıyor. Elbette öteden beri imam hatiplere bağışlar yapılıyor. Ama 4,5 milyon doların bunun için bir banka müdürünün evinde bulunması şüphe uyandırıyor. Bağışı yapanın kimliği de şüpheleri artırıyor. Okul yaptırmak itibarlı bir iş ve devlet, vergiden düşmek dâhil birçok avantaj sunuyor. Öte yandan paraların aynı zamanda Makedonya’daki Balkan Üniversitesi’ne yasal yollardan gönderilemeyen bağış olduğu söyleniyor. Üniversitenin rektörü Prof. Dr. Şinasi Gündüz ise her türlü bağış ve yardımı yasal çerçevede kabul ettiklerini, kayıt dışı yollardan asla para almadıklarını ifade etti. Bu iddialar Türkiye’yi yetkililer eliyle karapara aklayan ülke konumuna düşürebilir.
HALK’I NİYE KARIŞTIRIYORSUN?
Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu çerçevesinde yürütülen soruşturmada genel müdürü tutuklanırken, Halk Bankası ile ilgili bir işlem yapılmadı. Ne genel merkezinde ne de bir şubesinde. Ancak operasyon ile ilgili kafaları karıştırmak isteyenler yanlış bilgi ile kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Bankanın bu konuda yaptığı açıklamadaki şu ifadeler iddiayı çürütüyor: “Bankamızın ulusal ve uluslararası düzenlemelere aykırı hiçbir iş veya işlemi olmadığı gibi, bu işlemler nedeniyle Halkbank’ın tüzel kişiliğine yönelik olarak gerek Emniyet gerekse Yargı tarafından herhangi bir inceleme ve soruşturma bulunmamaktadır.”
Bankanın Borsa’da işlem gören hisselerinin yüzde 70’inin yabancı fonlara ait olduğu düşünüldüğünde de bu tez çöküyor. Zira söz konusu zararın yüzde 70’i doğal olarak o fonlara yazılıyor.
Bir diğer iddia, “Kuzey Irak’tan gelecek 26 milyar dolar tutarındaki petrol ve doğalgazın finansmanı için öne çıkan Halkbank arka plana itilmiş oldu” şeklinde. “Uluslararası piyasada değer kaybeden banka üzerinde direten Irak Bölgesel Yönetimi bu direnişinden vazgeçerek merkezi yönetimin istediği ABD Federal Bank’a evet demek zorunda kaldı.” şeklinde yorumlar var.
Irak’ta şube açan Türk bankaları var ama bunların içinde Halk Bankası bulunmuyor. Dolayısıyla, Kuzey Irak’tan geçecek 26 milyar dolarlık projelerde nasıl öne çıktığı izaha muhtaç. Irak Bölgesel Yönetimi ile Bağdat arasında pazarlık konusu olan banka seçiminde, ülkede şubesi bile bulunmayan bir bankanın seçileceğinden nasıl emin olunabiliyor? 26 milyar dolarlık proje finansmanını bir bankanın tek başına karşılaması mümkün mü? Kaldı ki böyle bir niyet varsa diğer kamu ve özel Türk bankaları da bu konuda yardımcı olabilir.
Petrol sevkiyatı yüzünden oluşan 11,5 milyar dolarlık zarar da neye göre hesaplanıyor belli değil. Petrol, Irak’ın. Türkiye aracı ve bu akıştan sadece komisyon geliri olacak. Kuzey Irak’ın Türkiye sınırına yakın bir yerde Kerkük-Yumurtalık boru hattına bağladığı yeni boru hattı günlük 300 bin varil kapasiteye sahip. Bu kapasitelerin tam olarak kullanıldığını varsayar isek yılda 1 milyar dolar eder. Bu hesapla 10 yılda 11 milyar doları bulur. Unutmayalım, bu para petrol sahibinin cebine girecek, Türkiye ise komisyonunu alacak.
Halk Bankası’nın operasyon yüzünden Borsa’da kaybettiği ifade edilen 1,6 milyar doların hikâyesi de çarpıtma. Operasyonun bankaya değil, genel müdürüne yönelik ve evinde ayakkabı kutularında bulunan 4,5 milyon dolarla ilgili yapıldığı bilgisi netleşene kadar Borsa’daki tahtası kapatılabilirdi. Borsa kaybının asıl sebebi bankaya operasyon olmadığı halde ısrarla varmış gibi gösteren medya ve siyasiler. Hâlâ bakanın ve bankanın açıklamasına rağmen bu yanlış algıda ısrar ediliyor.
Bu arada piyasaların uzun bir süredir, Amerikan Merkez Bankası FED’in tahvil karşılığı piyasaya verdiği 85 milyar doları ne zaman azaltmaya başlayacağı ile beklenti ve endişeler çerçevesinde serbest salındığını hatırlatalım. FED’in tahvil alımını 75 milyar dolara düşürdüğü haberinin Türkiye saati ile 18 Aralık gecesi saat 21.00 civarında geldiğini ekleyelim. Borsa İstanbul’daki düşüşte 17 Aralık’ta yapılan operasyonun etkisi inkâr edilemez ama bu gelişmenin etkisi de göz ardı edilmemeli. Bunu yurtdışı piyasalarla karşılaştırmak şu an mümkün değil çünkü yeni yıl dolayısıyla tatildeler. Piyasalar siyasi istikrarsızlığı, gerilimi pek sevmez. Üstelik bir de Borsa İstanbul gibi yabancı oranı yüzde 65 civarında seyredenler bu durumlardan çok daha çabuk ve fazla etkilenir.