Marmara Üniversitesi'nin Tarih bölümü öğretim üyelerinden Ali Satan, Türkiye'de pek tanınmayan bir simanın hayat hikâyesini kaleme aldı: Son Halife Abdülmecid Efendi.
Abdülmecid Efendi'yi ilginç kılan husus, sadece İslam dünyasının son halifesi olması değil, belki en az onun kadar, kendi kişiliğinde geleneği ve modernliği aynı anda barındırabilmesidir de. Döneminin en önemli ressamlarından biri olan Abdülmecid Efendi, aynı zamanda, birinci sınıf bir bestecidir. Kütüphanesi büyüklüğü ve içerisindeki eserlerin önemi ile o kadar bilinir olmuştur ki, hanedan Türkiye'den çıkarıldıktan sonra, Atatürk ve İsmet İnönü de, bu kütüphaneden faydalanmaya devam etmişlerdir. Ayrıca, hanedanın kendinden önceki mensuplarının aksine, halkla sıcak temas kurmayı ve dönemin aydınlarının dostluğunu kazanmayı da bilmiştir Abdülmecid Efendi.
Kurtuluş Savaşı'nı destekleyen, bu desteği sebebiyle İngilizlerin gözetimi altında yaşamak zorunda kalan, sonrasında oğlunu, Kurtuluş Savaşı'na katılması için gönderen, çok sevdiği Sultan Vahideddin'i de Kurtuluş Savaşı'na karşı takındığı tavır yüzünden şiddetle eleştiren bir “vatansever Abdülmecid Efendi portresi”, bize tarih kitaplarında hiç bahsedilmeyenler arasındadır. Meclis'in seçimiyle halife olan ve tüm dünya Müslümanlarından da biat alan Abdülmecid Efendi, anlatılanların aksine, halifeliği süresince siyasete karışmaktan her zaman uzak duracak ve sadece dini görevlerinin ifasına odaklanacaktır.
Seçim öncesinde hilafete bağlılıklarını açıkça ifade etmelerine rağmen, bir Miraç kandili günü hilafeti kaldıran 2. Meclis, tüm hanedan üyelerinin de yurt dışına çıkarılmasına karar verir. İlk kez bir kandilde Saray'da Mevlid okunamadığı o gece, halife arabasına bindirilirken, hala milletin ve memleketin selameti için dua etmektedir…
20 yıllık sürgün hayatı boyunca, sürekli izlenmiş, her hareketi rapor edilmiş Abdülmecid Efendi, Türkiye aleyhine hiçbir oluşuma, hiçbir faaliyete katılmayacaktır. Bu süre zarfında tek dileği, öldüğünde Türkiye topraklarına gömülmek olan Abdülmecid Efendi'nin bu vasiyeti, türlü bürokratik engeller neticesinde yerine getirilemez. 10 yıl boyunca Paris Camii'nde Türkiye'den çıkacak izni bekleyen ceset, sonunda 1954 yılında Medine'ye götürülecek ve orada Hz Peygamber'in yanına, Cennet ül Baki mezarlığına defnedilecektir.
Hayatının her bir safhası ayrı ibretlerle dolu olan, varlık kadar yokluğu da tatmış ama karakterinden zerre taviz vermemiş bu son Osmanlı'nın hayatı, okuyanların zihninde bazı soruların uyanmasına da sebep olacak gibi duruyor: Bize neden Abdülmecid Efendi'yi unutturmaya çalıştılar? Onun ölüsünden bile bu kadar korkulmasının sebebi neydi? Abdülmecid Efendi'nin hatırlanması, bugün, her zamankinden daha büyük bir ihtiyaç…