Cuma günü Aksaray'daydım. Gün boyu hatta gece 00:30'a kadar dindar – muhafazakar camianın içinde temaslarım oldu. Üniversite dahil birçok ortamda konuşmalar yaptım, sohbetler yapma imkanı buldum.
Güncel anlamda pek çok konu üzerinde değerlendirmeler yapıldı, yaptım. Hepsi benim için çok önemli.
Görüşmelerdeki ana konulardan birisinin 2019 seçimleri, bu arada ihtimaller, “Gül'ün nasıl davranacağı” başlıkları olduğunu söylemeliyim. Dindar – muhafazakar kesimin en büyük kaygısının Erdoğan'la Gül'ün karşı karşıya gelmesi olduğunu kolaylıkla tahmin edebilirsiniz.
Gül'ün nasıl davranacağı konusunda henüz net bir şey söylemenin zor olduğu açık.
Baykal'ın Gül'ün adını ortaya atması Erdoğan tarafından “Virüs ve fitne” olarak görüldü, Gül tarafından da “ciddiye almadım, üzüldüm” tepkisine maruz kaldı.
Gül'ün en belirgin özelliğinin reel-politik duyarlılığı olduğunu herkes bilir.
Onun için Gül'ün her şeyi en ince boyutlarına kadar değerlendireceğini öngörebiliriz.
Nelerin değerlendirileceği üzerine de bazı notlar yazılabilir ama onu daha ilerdeki zamanlara bırakmak istiyorum.
Burada, bir başka önemli ve acil konu üzerinde durmak istiyorum. Gül'ün Cuma günkü kısa açıklamalarına giren konu: Saldırılara maruz kalmak. Bence Gül'ün bu konudaki sözleri açık-örtülü biçimde hassas işaretler içeriyor.
“Uzun bir süredir bazı çevreler, bazı siteler sosyal medyadan başta ben olmak üzere AK Parti’nin gerçek öncüleri, kurucuları hakkında ağza gelmeyecek laflar, küfürlere varan söylemler, her türlü ahlak dışı davranışlar, doğrusu bunları da nasıl organize olduğunu dünya alem biliyor artık. Bunun karşısında sükûtu çok üzüntüyle karşılıyorum gerçekten. Ve kamuoyunun vicdanına bırakıyorum.”
Gül'ün sözlerinin hassas bölümünün, “hakaretlerin organize olduğu”, “nasıl organize olduğunun bilindiği”, “bunun karşısında da sükut edildiği” kanaatlerinin olduğu açık. Gül'ün müeyyide olarak ifade ettiği şey ise“üzüntü” ve “kamuoyunun vicdanı.”
Buradan ne anlaşılıyor, istenirse ve sükut edilmezse bu hakaretler biter. Kim bitirir? Adresi tahmin etmek zor değil.
Belli ki sadece Gül'le sınırlı olmayan bu mesele, herkesin tayin edici rolü konusunda mutabık bulunduğu Sayın Cumhurbaşkanı'nın da önüne gelmiş bulunuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan en son gençlerle buluştuğu toplantıda şöyle dedi:
"Sosyal medyada zaman zaman gereksiz tartışmaların yaşandığına şahit oluyorum. Son günlerde şahsım ve partim üzerinden yine böyle malayani bir tartışma başlatıldı. Benim adıma, sevgili gençler Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü konuşur. Dolayısıyla başka kimse benim adıma söz sahibi değildir, konuşamaz.
“Kim konuşuyorsa, onlar fitne üretiyor. Bunlara fırsat vermeyeceğiz. Sosyal medyada sakın bu oyunlara gelmeyin. Çünkü biz 80 milyonun gönlünü kazanmanın gayreti içerisindeyiz. Bunu başaracağız. Bugün bizimle yürümeyenler, yarın bizimle beraber yürüyebilirler. Öyle mi? Onları da kazanmaya çalışacağız. Kimseyi dışlamadık, ötekileştirmedik, hor, hakir görmedik. Her bir ferdi kucaklayıp kardeşliğimizi büyütmenin mücadelesini verdik."
Bunlar da yola çıkış formatının yeniden hatırlanması. “80 milyonun gönlünün kazanılması.” Bundan sonra iş, bu formatın, “Ak Parti'nin yüzü olma” iddiasını sergileyen medya-sosyal medya tarafından içselleştirilmesi gibi bir noktada odaklaşıyor. Bakalım format oraya ulaşabilecek mi?