İngiltere merkezli The Independent Gazetesi, dolar ve TL üzerinden Türkiye piyasalarında yaşanan panik ve krizi başlatan Donald Trump ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı irdeleyen bir makale yayınlandı.
Ben Chu tarafından kaleme alınan, "Türkiye’deki Kriz, Trump Amerikasının Geleceğini Gösteriyor" başlıklı yazıda, Erdoğan için ağır ifadeler kullanılırken, Trump ve Erdoğan arasındaki en büyük farka dair şu yorum yapılıyor:
"Bu iki adam arasındaki en büyük fark ne mi? Şu: Erdoğan için tüm bu popülist yıkımın ekonomik hesabını verme vakti geldi."
Yazının satırbaşları şöyle:
Karizmatik başkan seçimleri kazanıyor, ama kendisi aynı zamanda utanması, sıkılması olmayan otoriter bir politikacı.
Çoğunlukla kırsal bölgelerde yaşayan, dini muhafazakar destekçilerini popülist ve bölücü söylemlerle galeyana getiriyor. Çok taraflı kurumları çöpe atıyor ve hoşlanmadığı uluslara hakaret ediyor. Akrabalarını yetkili makamlara getiriyor. Saçma ekonomi teorilerinin propagandasını yapıyor. Bağımsız merkez bankasının yaptığı faiz artışlarından yakınıyor.
Donald Trump’dan mı bahsediyoruz? Hayır. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan...
Erdoğan “demokrasi, özgürlük ve hukukun üstünlüğü” gibi ifadelerin “artık hiç bir anlamı kalmadığını” ilan ediyor. Trump medyaya “halk düşmanı” diyor ve hemfikir olmadığı yargı kararlarına saldırıyor. Erdoğan damadı Berat Albayrak’ı Hazine ve Maliye Bakanı olarak atadı. Trump’un 37 yaşındaki damadı Jared Kushner onun Başdanışmanı.
Erdoğan, dünyadaki tüm aksine kanıtlara rağmen, faiz oranlarının düşürülmesinin, enflasyonu artırmayacağına, tam aksine düşüreceğine inanıyor. Trump, çoğu muteber ekonomistin aksine, Amerika’nın dış ticaret açığının, gümrük vergilerinin artırılması ve ticaret savaşları yoluyla giderilebileceğini ve cari fazla vermenin bir çeşit ulusal zafer olduğunu düşünüyor.
Erdoğan Birleşmiş Milletlerin ”çöktüğünü” söylüyor ve Hollandalılara “Nazi Artığı” diyor.
Trump Dünya Ticaret Örgütünü bir “felaket” olarak niteliyor ve Afrika’daki “bok çukuru ülkelerden” bahsediyor.
Erdoğan yüksek faiz oranlarını “tüm kötülüklerin anası ve babası” olarak tanımlıyor ve bu meselelerde “sorumluluk almayı” vaat ediyor.
Trump Amerikan Merkez Bankası Federal Rezerv’in borçlanma maliyetlerini artırmasından “hoşnut olmadığını” söylüyor.
Bu iki adam arasındaki en büyük fark ne mi? Şu: Erdoğan için tüm bu popülist yıkımın ekonomik hesabını verme vakti geldi.
Türk Lirası serbest düşüşe geçti. Erdoğan’ın bağımsızlığına müdahale etmesinin ardından, Merkez Bankasının döviz piyasalarını sakinleştirmek için yapılması gerekenleri yapmasına izin verileceğine artık çok az insan inanıyor. Hazine ve Maliye bakanı damadın güvenilirliği ise neredeyse hiç yok.
Bağımsız kurumların altını oyarsanız, iyi yönetişim kurallarını çiğnerseniz, uzmanların tavsiyelerini hiçe sayarsanız ve adam kayırmacılığın zıvanadan çıkmasına izin verirseniz, olacağı budur.
Elbette Türkiye, Amerika’dan çok farklı bir ülke. Erdoğan’ın otokrasiye ilerleyişini hızlandıran şey, 2016 yılındaki başarısız darbe girişimi oldu. Türkiye’nin aksine, Trump’a muhalefet edenler hapse atılmıyor. Türkiye’nin aksine, Amerika’da gazeteciler hapse atılmıyor.
Ama bu durum çorap söküğü gibi hızla değişebilir.
Sadece 14 yıl önce Türkiye’nin kurumları da yeterince nitelikli görülürdü. Siyaseti de hızla, doğru yönde ilerliyordu ve AB üyeliği ciddi bir seçenekti. 2006 yılında Boris Johnson bile Türkiye’nin AB üyeliğini destekliyordu. O günlerde Erdoğan teknokratların ve Ali Babacan ve Mehmet Şimşek gibi deneyimli ve muteber siyasetçilerin tavsiyelerini dinlerdi. Erdoğan’ın günün birinde bugünkü demagoga dönüşecebileceğini tahmin edebilecek pek kimse yoktu.
Şimdi de Trump yönetimindeki Amerika’nın seyrine bir bakalım. Seleflerinden biri yapsa insanın ağzını bir karış açık bırakacak utanç verici davranışlar, bu başkan söz konusu olunca sıradanlaştı. Cumhuriyetçiler, Barack Obama veya Bill (veya Hillary) Clinton yapsa görevden uzaklaştırma sürecini başlatmalarına neden olacak davranışları görmezden geliyorlar.
Filozof ve Ekonomist Adam Smith’in dediği gibi, bir ulusun içinde epeyce bir yıkım bulunur.
Bundan kasıt, bir ülkenin bitmiş olduğunu ilan etmek için vakit hemen her zaman henüz erkendir. Uluslar liderlerinin epeyce bir aptallığı ve yolsuzluğu ile ve halklarının epeyce bir ahmaklığı ile başa çıkabilirler.
Her ekonominin bir ivmesi vardır. Erdoğan’ın otoriteryen bir yöne sapmış olmasına rağmen büyük miktarlarda yabancı sermaye Türkiye’ye akmaya devam etti. Amerikan ekonomisi, kısmen Obama yıllarından kalma sağlıklı zemin nedeniyle, kısmen de Trump’un kaynağı olmayan vergi indirimleri sayesinde, yıllardan beri görülen en hızlı büyümeyi sergiliyor. İşsizlik son yirmi yılın en düşük oranını gördü. Borsa yükselişte.
Ama bir nokta gelir ve zemin kayar. Ve çöküş yaşandığında, çok hızlı yaşanır.
Erdoğan yönetimindeki Türkiye bu noktaya ulaşmış durumda. Amerikanın da aynı noktaya ulaşması ne kadar sürecek? İki yıl önce bu soruyu sormak saçma olurdu. Ne yazık ki Trump ve onun Cumhuriyetçi partideki destekçileri sayesinde, artık saçma değil.