'Türk Einstein'ın başına gelmeyen kalmamış!

'Türk Einstein'ın başına gelmeyen kalmamış!
Şükran Can, stratejik buluşlarını, kurulan tuzaklar yüzünden hayata geçiremedi. Buluşlarından biri sınırdan terörist sızmaları önleyecek Sınır Güvenliği Projesi’, diğeri ‘Yüksek Güçlü Lazer’di.
Günümüzde savaş sadece cephede yapılmıyor. Devletler, ‘asimetrik harp’ adı verilen yöntemle rakip ülkelerdeki her türlü gelişmeyi engellemeye çalışıyor. Stratejik buluşlarıyla dikkat çeken bilim insanı Şükran Can’ın yaşadıkları, asimetrik harbin boyutlarını gözler önüne seriyor. Türkiye’nin, büyümeyi sürdürülebilir kılması ve saygınlık kazanması için artık katma değeri yüksek, ileri teknolojileri geliştirmesi gerekiyor. Yakın zamana kadar üniversitelerimiz ve bazı kamu kuruluşları, manipülasyonlara çok daha fazla açıktı. İşte böyle bir ortamda buluşlarıyla dikkat çeken bilim insanı Şükran Can, uluslararası çapta stratejik öneme sahip icatlarını Türkiye’de hayata geçirmek istedi. Tahmin edeceğiniz gibi Can’ın başına bir filme konu olabilecek kadar musibet geldi. İddiasına göre; ödenekleri kayboldu, kendisinin almadığı paraları almış gibi gösterildi, bürosu soyuldu ve yakıldı, defalarca suikast girişiminde bulunuldu, iş yaptığı şirketler tehdit edilerek yalnızlaştırıldı, çalışmalarında kendisine destek veren mimar ağabeyi Zühtü Can’ın emeklilik dosyası yok edilerek 15 sene evvel emekli olmasının önüne geçildi… Şimdi Can’ı daha yakından tanıyalım. Sevenlerinin ‘Galaktik Mucit’ ve ‘Türk Einstein’ olarak takıldığı Can’ın zekâ testi sonucu 179. İlkokul döneminde zekâ parıltısı fark edildi ve özel eğitime tabi tutuldu. Can, daha 15 yaşındayken lazer sisteminde enerji artırımı konusunda yaptığı çalışmalarla dikkat çekti. 1970’li yıllarda lazer, günümüzdekinden çok gizli ve ulaşılması zor sistemlerdi. 1972’de lise 2’deyken TÜBİTAK’ın genç araştırmacılar yarışmasında ikinci oldu. Can’ın derece alan çalışması, manyetik basınçla nesnelerin belirli yüksekliğe çıkarılarak belirli doğrultularda hareket etmesinin sağlanmasıydı. Proje, bugünkü Maglev trenlerinin bir başlangıcı idi. Üniversite öncesi dikkat çeken genç, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Arizona Üniversitesi’ne burslu olarak gönderildi. Burada lazer konusuna yoğunlaştı. Can, o dönemde 1000 dolar burs alırken 950 dolarını bir ilmî kitaba yatırmış. Amerikalı bir hoca aç kalma pahasına bunu yapan kişinin odasına gelmesini istemiş. Can, hocanın kapısını çalarak içeri girmiş ve “Çağırdığınız kişi benim.” demiş. Hoca, aç kalma sebebinin paraları kitaba yatırması olduğunu anlayınca Can’a evinde kalmasını ve çalışmalarında yardımcı olmasını önermiş. Hocasıyla ABD’nin Florida Deniz Üssü’nde şafak vakti bir deneye katılan Can, 1970’lerde Avustralya’daki başka bir deniz üssüyle kablosuz, nötronlar aracılığıyla yapılan video konferansa şahit olmuş. Can, bu deneye katılan birkaç sivilden biri olduğunu söylüyor. Can, daha sonra hizmet aşkıyla vatanına döndü. İstanbul’daki Küçükçekmece Nükleer Araştırma Merkezi’nde kısa süre çalıştı. Burada bir kazayı önleyen Can, radyasyona maruz kaldı. Daha sonra Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nde Prof. Dr. Celal Tüzün başkanlığındaki lazer çalışma grubuna katıldı. Burada organik maddelerin analizinde ilk kez lazer ışınlarını kullandı. 1985, Can için bir dönüm noktası oldu. Turgut Özal’ın başbakanlığında savunma sanayii için özel sektörün üretim yapmasının önü açıldı. Bu tarihte bir şirket kuran Can, yeni bileşik maddelerin elde edilmesi ve bunların enerji ve savunma sahasında kullanılması üzerine çalışmalarını yoğunlaştırdı. Devletin iki önemli kurumunun görevlendirmesi ile 1995’te Yüksek Güçlü Savunma Lazeri ve Lazerli Sınır Güvenliği projelerinde görev aldı. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Can ve arkadaşları, teröre karşı geliştirdikleri sınır güvenliği projesiyle, sınırdan terörist sızmasını anında tespit ederek onaylanması hâlinde hedefi yok edecek bir sisteme imza attı. Ayrıca yerin altını dahi gören kamera sisteminin başlangıcını geliştirdi. Bu çalışma, yer altında gömülü mayınları gösteren bir kamera sisteminin üretilmesini hedefliyordu. Can, bu mayın kamerasının ilk bölümünü gerçekleştirdi. Gün ışığı altında 7 metre mesafede bir arabanın boyasının altını ve daha önce ön kapısı çarpılmış ve tamir edilmiş otomobilin kapısı üzerindeki astar boyasını bu kamera ile gösterdi. Gerekli Ar-Ge imkânları bulunduğunda mayın kamerası sistemi tamamlanacak. Bu sayede dünyada gömülü olan 100 milyondan fazla mayın artık insanların korkulu rüyası olmayacak. Can’ın geliştirdiği diğer bir kamera sistemi ise harekete duyarlı. İnsan hareketiyle hayvan, bitki ve diğer hareketleri de tanımlıyor. Böylece ileri bir güvenlik standardı sağlıyor. Türkiye hâlâ sınır güvenliği sebebiyle önemli kayıplar yaşıyor. Şimdi o günlerde projenin nasıl engellendiğine bir göz atalım. Devlette tahmin edileceği gibi uzun süren ve titizlikle yapılan inceleme, kabul ve onay prosedürlerinden sonra ilgili kamu kurumu kanalıyla Can’a projesini gerçekleştirmesi için para aktarılmaya başlandı. Gelen ilk ödemelerle Can bir prototip yaptı. Prototip, Ankara’da başarıyla denendi. Bu sistem yine başkentte bir devlet lojmanının güvenliğini sağlamak üzere kuruldu. Fakat Can, sistemin gelişigüzel montaj edildiğini ve verimli işletilmediğini anlatıyor. Can’a, çalışmalarda kullanılmak ve gerekli teçhizatı almak üzere, bir banka şubesinde açılan hesaba proje meblağına göre küçük sayılabilecek üç ayrı ödeme yapıldı. Daha sonra ödemeler durdu. Can, bunun üzerine ipotek karşılığı kredi alarak çalışmalara devam etti. Çünkü yapılan çalışmanın ülke güvenliğini yakından ilgilendirmesinin heyecanını yaşıyordu. Şükran Can, çalışmalara kendi öz kaynaklarını kullanarak bir zaman daha devam etti. Bir müddet sonra sözlü olarak Can’a projelerin durdurulduğu iletildi. Can’ın ifadesine göre, bu gelişmeden sonra Ankara’dan gelen iki görevli, “Bu ülkede size ekmek yok. Derhal bu ülkeden gideceksiniz.” diyerek baskıda bulunmuş. Durdurma bildiriminin yazılı değil de sözlü yapılması üzerine Şükran Can şüphelenmiş. Daha sonra bir kurum içinden aldığı bilgilere göre, bazı üst düzey görevlilerin kendi projesi üzerinden menfaat temin ettiklerini öğrenmiş. Proje adına alınan ve araştırma ekibine intikal ettirilmeyen meblağın o günün parasıyla 600 milyar lira olduğu ileri sürülüyor. Şükran Can, proje dâhilinde kendilerine ne kadar para gönderildiğini öğrenmek için Bilgi Edinme Hakkı Kanunu uyarınca ilgili istihbarat kurumuna başvurarak şu kritik soruyu sormuş: “1995’te başlayan bu çalışmalar için tarafımıza toplam olarak ne kadar ödeme yapıldığı ve ödemelerin ne zaman kesildiğinin tarafımıza bildirilmesini müsaadelerinize arz ederim.” Kurum, 2005’te verdiği cevapta ‘devlet sırrı’ kalkanına sığınarak “Bu tür taleplerinize bir daha cevap verilmeyecektir.” deyip başvuruyu işleme koymamış. Oysa bu, kamuoyuna değil, ilgili tarafa verilmesi gereken bir cevaptı. Can, kendisine ödenen parayı soruyordu. Üstelik bu bilgi şüphe edilen bir yolsuzluğu da ortaya çıkarabilecekti. Ayrıca bu başvurudan sonra re’sen bir izleme başlatılması da gerekiyordu. İşte tam da bu sırada Can’ın çalışmalarını sürdürdüğü ofisi yakıldı, bu yangında konuyla ilgili birçok belge ve bilgi kül oldu. Ardından derin odak Can’a ve projesine darbelerini sürdürdü. Şahsi mülklerini ipotek göstererek aldığı banka kredileri durduruldu. Hatta durdurulmakla kalmayıp vadesinden önce geri çağrıldı. Can, bu hamlelerden sonra tüm maddi varlığını kaybetti. Şükran Can ile bu röportajı Antalya’da, babasından kalma tek katlı mütevazı evinde yaptık. Fotoğraf çekimi sırasında meraklı Roman komşuları evin önünde sıra oldu. Şükran Can, resmî belgelerde almış gibi göründüğü parayı görenlerin kendisine siz zenginsiniz, dediğini aktarıyor. Can, Türkiye’nin en gizli ve stratejik kurumlarında gerçekleşen bu yolsuzluk şüphesini aydınlatmaya kendilerinin gücünün yetmediğini belirtiyor. Zor şartlarda hayatını sürdüren bilim insanı, bu olayın siyasi iradenin desteğiyle aydınlatılabileceğini söylüyor. Daha sonra çalışmalarını mimar olan ağabeyi Zühtü Can’ın imkânlarıyla sürdüren Şükran Can, enerji üretimi, nükleer radyasyonun durdurulması ve çöl topraklarının tarıma uygun hâle getirilmesi konularında 5 adet patentli bulaşa imza attı. 2004’te radarda uçakların görünmezliğini sağlayan bir malzemeyi Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın teklifi üzerine icat etti. İbrahim Fırtına’nın hava kuvvetleri komutanı olduğu dönemde yürütülen projenin deney ve ölçümleri, TUSAŞ desteğiyle, Türkiye Bilimsel Araştırma Kurumu Marmara Araştırma Merkezi’nde (TÜBİTAK-MAM) yapıldı. Bu deneylerde emici maddenin radar ışınlarını -83,67 dBms değerine kadar emdiği saptandı. Uzmanlarının anlayacağı bu değeri herkesin anlayabileceği bir misalle anlatmak gerekirse önce şu rakamı vermek geriyor: Küçük bir böceğin radara geri yansıttığı enerji gücü -60 dBms. Yani, Can’ın buluşuyla kaplanan uçağı, radar küçük bir böcekten daha az algılayacaktı. Bu da radar sistemlerinin görünmezlik malzemesi ile kaplanan uçağı kesinlikle algılayamayacağı manasına geliyor. Amerikalıların ‘hayalet uçak’ adı verilen casus uçaklarının radar ışınlarını emme seviyesinin -15 dBms olduğu biliniyor. TÜBİTAK-MAM raporu, Can’ın radarda görünmeyen maddesinin dünyadaki rakipleriyle yarışabilecek nitelikte olduğunu ortaya koyuyor. Can, 2011 sonunda, ABD’deki bir bilimsel makalede bazı maddelerin radar ışınlarını emmek için kullanılabileceği görüşünün ortaya atıldığına dikkat çekiyor. Kendi buluşundan 7 sene sonra bu ülkede benzer bir bilimsel yaklaşıma yer verildiğini belirtiyor. Bu sırada Can’ın hayatında radikal bir değişim olur. Aslında bu değişimin sebepleri, Can’ın doğumuna kadar gidiyor. Annesi, Şükran Can’a hamile kaldığında, yaşlı olduğunu düşünerek bebeğini düşürmek için ilaçlar almış. Bununla da yetinmeyerek röntgen çektirmiş. Fakat takdir-i ilahi, bebek dünyaya gelmiş. Gelişen olayları Can’dan dinleyelim: “10 yaşımdayken İstanbul Cerrahpaşa Hastanesi’nde yapılan kontrolde hem erkeklik hem de dişilik organına sahip olduğum belirlendi. Ergenlik çağına ulaşıp vücudun kendi doğal seçimini yapması beklenmedi. Senelerce erkeklik hormonu verildi. Yıllar sonra ABD’de ve Gülhane Tıp Akademisi’nde yapılan incelemeler sonucunda kadın beden ve hormon yapısına sahip olduğum ortaya çıktı. Vücudum yıllarca yapılan yanlış tedaviye tepki vermeye başlamış. Yapılan tetkiklerle mevcut erkeklik organında kanser başlangıcı olduğu tespit edildi, ameliyat olmazsam kanserin sıçrayıp yayılacağı ve öleceğim belirtildi. Bunun üzerine doktorlar kurulu kararı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan alınan fetva ile operasyon yapıldı.” Can, Şükrü olan ismini de Şükran olarak değiştirdi. Buluşları üniversite onaylı Bu zor günleri atlatan Şükran Can, kendisini ilme verdi. Bir dizi icada imza attı. Can’ın diğer bir buluşu da x ışını radyasyonunu (röntgen ışını) durduran polimer madde. Can, şu anda özellikle MR ve röntgen cihazlarının bulunduğu sağlık kuruluşlarında radyasyonu durdurmak için kurşunun tercih edildiğini; ancak kurşunun bir süre sonra iyonize olarak kendisi radyasyon yayar hâle geldiğini söylüyor. Kurşuna oranla 3 kat daha hafif olan icadının, iyonize olmadan zararlı ışınları güvenli bir şekilde engellediğini söylüyor. Bu icadı Muğla Üniversitesi de test etti. 25.3.2008 tarihli test raporunda “100 keV altındaki x ışınlarının bölgesinde yüzde 100 tutulduğu bulunmuştur.” denildi. Can’ın nükleer radyasyonla ilgili diğer bir buluşu ise bu santrallerden çıkan gama-ışını radyasyonunu durduran polimer madde. Bu madde nükleer santrallerde çok tehlikeli olan gama–ışını radyasyonunu durdurmak için kullanılabiliyor. Bu polimer madde son olarak Japonya’da olduğu gibi nükleer santral kazalarında zincirleme reaksiyona mâni olunamayan durumlarda Hızır gibi yetişecek. Çevreye saçılan radyasyonu engelleme imkânı verecek. İcadı önemli kılan diğer bir husus da 2012’de uzay bilimi uzmanlarının güneşte patlamalar sonucu dünyadaki elektronik sistemlerin önemli ölçüde etkileneceği ve yüksek güçlü parçacıkların dünyayı etkileyeceği yönündeki tahminleri. Çünkü önemli elektronik sistemlerin bu radyasyon kesici ile kaplanması durumunda zararları büyük oranda azaltacak. Bu icadın da gama-ışını radyasyonunu durdurduğu Muğla Üniversitesi’nde 25.3.2008 tarihli test raporuyla belgelendi Enerji ihtiyacına derman icat Belki de dünyanın enerji ihtiyacına temiz bir şekilde çare olabilecek bir icattan bahsedeceğiz şimdi. Can, çalışmalarını daha ileri götürür ve bileşik bir madde keşfeder. Can, moleküller arasındaki boşlukların farkına varır önce. İşte bu boşluk yüzünden en iyi iletken olarak tercih edilen maddelerde bile verim düşük oluyor. Enerji verimliliği ve teknolojik cihazların kapasiteleri büyük ölçüde kısıtlı kalıyor. Can, tabiri caizse, bu boşluğu bir çamur gibi oynayarak o boşluğa uygun hâle getirdiği moleküllerle dolduruyor. Can, boşlukların doldurularak yeni özellikte bir madde oluşturulmasına, molekülleri arasında büyük boşluklar olan alüminyumun daha küçük molekül yapısına sahip berilyumla karıştırılmasını örnek gösteriyor. Neticede yumuşak alüminyuma göre ortaya çok sert bir madde çıkıyor. İcat enerji sektörüne uygulandığında âdeta kendini mayalayan bir sistem ortaya çıkmış. Can’ın Hibrit Isıtıcı Madde (HIM) adını verdiği bu madde enerji alanında âdeta bir çığır açıyor. Bugün bilim insanları genel olarak herhangi bir sisteme bir birim enerji girdiğinde kayıplar yüzünden geriye bir birim enerjinin altında enerji alınacağını kabul ediyor. Oysa HIM’a bir birim enerji verildiğinde 1,58 birim enerji alındığı saptanmış. Muğla Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekan Vekili Prof. Dr. Muhammed Eltez imzasını taşıyan rapor, bu klasik kalıpları altüst eden iddiayı doğruluyor. 20.02.2008 tarihli raporun sonuç bölümünde “Deney sonucunda HIM malzemesine verilen 1 birim elektrik enerjisine karşılık 0,58 birim içi enerji üretimi elde edilmiştir. Böylece HIM malzemesinden 1 birim elektrik enerjisine karşılık 1,58 birim toplam enerji alınmıştır (COP değeri) deniliyor. Aslında bu ifadeler, bilinen fizik kanunlarına yeni bir mecra kazandırıyor. Can’ın bu buluşu da onu engelleyen odakların bir komplosuna kurban gitmiş. Denizli’den bir tekstilci, Can’ın Hibrit Isıtıcı Madde buluşunun elektrikli soba, ocak, beyaz eşya ve bunun gibi yerlerde kullanılması ve prototip üretilmesi için sanayi Ar-Ge’si konusunda sponsor olmuş. Ancak Can, bu iş adamının da kendisini daha önce engelleyen gruplarla irtibatlı olduğunu çok daha sonra anlayabilmiş. Buluşu ile ilgili haklarının izni olmadan yabancı bir şirkete devredilmek istendiğini öğrenince çalışmalarını durdurmuş. Şirket sahibi de daha sonra içinde bulunduğu ekonomik kriz sebebiyle intihar etmiş. Bu arada Can’ın izni olmadan şirket üzerine geçirilen patentler Can’ın açtığı davalar sonucunda kendisine iade edilmiş. Böylece icatlarını tekrar hayata geçirmesinin önünde bir engel kalmamış. Bu süreçte Can’ın Antalya’daki evine giren faili meçhul şahıslar, evi altüst ederek buluşlara ait dokümanları aramış. Can, bu dokümanları güvenli bir üçüncü şahısta muhafaza ettiği için meçhul şahıslar amacına ulaşamamış. Can’ın diğer bir buluşu dünyadaki açlık sorununu kökten giderecek cinsten. Can, çöllerde tarım yapılmasına imkân verecek bir teknoloji geliştirmiş. Çöl kumunun yapısını inceleyen Can, burada moleküllerin bağlarının kopuk olduğunu görmüş. Bu bağı tekrar kuran Can, Abu Dabi, Mali ve Konya Karapınar’dan getirttiği çöl kumlarında bitkilerin verimli bir şekilde yetiştiğini deneylerle ispat etmiş. Küresel ısınmanın dünyayı giderek daha fazla tehdit etmesinin beklendiği günümüzde bu buluş daha da önemli hâle geliyor. Son olarak, Türkiye’nin gelişmesinin yakın zamanda hızlı bir ivme kazandığına vurgu yapan Şükran Can, şunları söylüyor: “Bu gelişme yeterli mi derseniz, yeterli değildir. İleri teknolojideki gelişmeyi daha da hızlandırmamız, ülkemizin kalkınmasına geniş bir perspektif kazandırmamız gereklidir. Ülkemizin gelişmesi bugüne kadar engellenmiş veya tam randıman alınması sağlanamamıştır. Dünyamızın bugünkü durumu, ülkemizin hızlı hareket ettiğinde liderliğe oynamasının imkân dâhilinde olduğunu göstermektedir.” Can, çok sayıda suikasttan kurtulmuş. Dünyaya baktığımızda da derin savaşın sürdüğünü görüyoruz. Ancak meslektaşları her zaman Can kadar şanslı olmuyor. İran’ın nükleer projesinde çalışan fizikçi Ahmedi Roşan, 11 Ocak 2012’de bombalı suikastla öldürüldü. Bu ülkede son 2 sene içinde 5 nükleer fizikçi çeşitli şekillerde aynı kaderi paylaştı. Türkiye de benzer olaylara yabancı değil. Nükleer Hızlandırıcı Merkezi projesinde çalışan 7 Türk bilim adamı, 2007’de Isparta’daki uçak kazasında tartışmalı bir şekilde hayatını kaybetmişti. Kazada ölen Prof. Dr. Engin Arık’ın meslektaşı olan eşi Metin Arık, Aksiyon’a olayın suikast olduğuna dair şüphelerinin arttığını açıklamıştı. Son dönemlerde intihar olarak duyurulan ASELSAN’daki şifre çözücü mühendislerin arka arkaya esrarengiz ölümü de henüz aydınlanamadı. AKSİYON
07 Şubat 2012 12:25
DİĞER HABERLER