Gazeteci Yazar Levent Gültekin Referanduma giden Türkiye'nin gittiği istikameti analiz etti. “Halka güveniyoruz, o yüzden ona soralım” tavrı tahmin edilenin aksine ürkütücü sonuçlar doğuracağını savunan Gültekin 80 milyonluk güçlü bir ülke değil de, birkaç bin kişilik, tenha bir kasabaya özgü ‘çözümler’ sunuluyor dedi
Türkiye’nin yeni istikameti
Referandum süreci her geçen gün daha da tatsızlaşıyor.
Bu konuda yazacak, söylenecek çok şey var.
Mesela iktidar mensupları bir taraftan “Ülke beka sorunu yaşıyor, o nedenle güçlü bir sisteme ihtiyacımız var” deyip anayasa değişikliğini referanduma götürüyor. Fakat diğer taraftan da bu süreçte toplumun en az yarısına “Terörist, vatan haini, şerre destek olanlar” diyerek toplumu birbirine karşı düşmanlaştırıyor.
Ayrışma, tartışma camilere kadar taşındı.
Tüm bunlara bakıp iktidar mensuplarına şöyle demeyi düşünüyordum:
“Ne istiyorsunuz bu ülkeden? Hem ‘Beka sorunu var‘ diyorsunuz hem de ‘düşmanın‘ ekmeğine yağ sürecek söz ve davranışlardan geri durmuyorsunuz.
Görünen o ki kutuplaşma, ayrışma, iç barışın ağır yara alması umurunuzda değil. Sanki ‘Evet‘ çıkması için ülkeyi bile gözden çıkardınız.
Peki ülkeyi bile gözden çıkararak elde edeceğiniz bir anayasa değişikliğinin kime ne yararı olacak?
Eğer sistem değişikliğini ülke için istiyorsanız bu süreçte ülkeyi yakacak işler niçin yapıyorsunuz?
Yok, kendiniz için istiyorsanız ülke olmadan siz nasıl var olacaksınız?
Kurumlar, değerler, birlik duygusu… Hepsi ağır yara aldı. Elimizde kalan son dayanağımız siyasetçilerin bütün kışkırtmalarına rağmen toplumun sağduyusunu yitirmemiş olması.
Bu süreçte toplumu çatışmaya sürüklemek için olmadık sözler söylüyor, olmadık işler yapıyorsunuz, niçin?”
Fakat bu konuyu uzatmak istemedim.
Çünkü iktidar mensuplarının gözünü ele geçirdikleri gücü koruma hırsı bürümüş. “Yapmayın, etmeyin, basit bir anayasa değişikliği için toplumu birbirine düşman etmeyin, ‘Hayır’ diyen de ‘Evet’ diyen de bu ülkenin evladı. Toplumu daha fazla ayrıştırmayın. Eğer beka sorunu yaşıyorsak, düşmanın ekmeğine yağ sürecek davranışlardan kaçının” uyarılarını zerre kadar dikkate almıyorlar.
Bu kadar söz taşa söylense taş çatlardı. Fakat iktidar mensuplarının umurunda değil.
Bu nedenle, “Yetkinin tek bir kişide toplanmasına ‘Evet’ mi diyorsunuz ‘Hayır’ mı?” basitliğindeki bir tercihi, ülkeye daha da büyük yara verecek bir kampanyaya dönüştüren iktidar mensuplarını topluma, özellikle de ‘Evet’ diyerek ülkeye iyilik yaptığını düşünenlere havale ediyorum. Ve kafama takılan başka bir konu var, ona geçiyorum.
CHP, anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi’ne götürmedi. Bu politikasını birçokları gibi siyaseten doğru bulanlardanım. Fakat sonrasında yapılan yorumlar ürkütücü bir tablo çıkardı ortaya.
CHP ya doğru bir siyaset üretemiyor ya da doğru bir şey yaptığında bunu halka anlatamıyor.
CHP’nin değişikliği Anayasa Mahkemesi’ne götürmemesini kimileri şöyle yorumladı: “CHP millete güvendiğini gösterdi.”
Esasında hepimiz biliyoruz ki bu millete güven değil, Anayasa Mahkemesi’ne güvensizliktir.
Değişiklik sürecinde, Meclis’teki anayasa ihlalleri, kural-kanun tanımazlık hepimizin gözü önünde gerçekleşti. Bu kadar aleni yapılan hukuk tanımazlığı millete havale etmek olacak şey değil. CHP millete havale etmek zorunda kaldı, çünkü artık bağımsız bir yargımız yok.
Yani CHP’yi böyle davranmaya iten asıl sebep Anayasa Mahkemesi’nin iktidardan bağımsız hareket edeceğine dair en küçük bir umudun kalmamış olmasıdır.
Anayasa Mahkemesi bu durumdan hicap duymalıdır.
Burada CHP’ye “Helal olsun halka güvenerek çok iyi yaptın” demek değil, Anayasa Mahkemesi’ne “Alnınızdaki bu utancı, bu lekeyi nasıl sileceksiniz?” diye sormak gerekir.
Yargı sistemi, haksızlıkların, hukuksuzlukların önüne geçmek için vardır. Gücü eline geçirenlerin istediği gibi davranmasını engellemek için vardır.
Kural tanımazlık, hak ihlalleri, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması gibi konularda sınırı halk değil yargı belirler.
Çünkü yargı bir grubun, bir kesimin veyahut çoğunluğun adına değil bütün toplum adına hareket eder. Çoğunluğun hakkını değil tek bir kişi dahi olsa herkesin hakkını, hukukunu garanti altına almak için vardır.
Mesela temel hak ve özgürlükleri halka sorduğumuzda azınlıkların yaşam hakkının bile tehlikeye gireceği bir sürece götürür bu bizi.
Bu nedenle böyle konularda “Halka güveniyoruz, o yüzden ona soralım” tavrı tahmin edilenin aksine ürkütücü sonuçlar doğurur.
“Hukuka uymayanı halka soralım, filana özgürlük verilsin mi, verilmesin mi; halka soralım? Filan parti kapatılsın mı; halka soralım, falan siyasetçi yasaklasın mı; halka soralım. Falana yaşam hakkı tanıyalım mı, tanımayalım mı; halka soralım?”
Bu yaklaşım ülkeyi büyük bir kargaşaya sürükler ve yaşanmaz hale getirir.
Mesela yarın birileri çıkıp “Camileri kapatmak istiyoruz, buyurun halka soralım” dese ve çoğunluk da “Kapatılsın” dese ne yapacağız?
CHP’nin ‘Halka güveniyoruz, o yüzden Anayasa Mahkemesi’ne gitmedik’ yaklaşımının, Erdoğan’ın ‘İdamı halka soralım’ yaklaşımından farkı yok.
Ya da “Yolsuzluk yapanları artık yargıya değil halka götürelim, çünkü halka çok güveniyoruz” demek olacak şey mi?
Türkiye, referandum vesilesiyle daha da derin bir ayrışmaya sahne oluyor. Hukuka itimat kalmamış. Gücü ele geçirenin tayin ettiği, acıklı bir rotada seyrediyor.
Modern kazanımları bir kenara bırakıp kurumlardan, sistemden vazgeçerek geriye doğru gidiyoruz. Yani ilk çağlara. Çünkü kurumların, sistemlerin olmadığı, güçlünün ya da çoğunluğun sözünün geçtiği dönemler yanılmıyorsam ilk çağlarda vardı.
80 milyonluk güçlü bir ülke değil de, birkaç bin kişilik, tenha bir kasabaya özgü ‘çözümler’ sunuluyor bize.
Düşüyoruz.
Türkiye’nin yeni istikametinden söz etmek zor. Düşmekte olan kimse, yön tayin edemez çünkü.