Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker, 28 Şubat döneminde yaşadığı ilginç olayı anlattı.
İşte Zaman Gazetesi'nde Nuriye Akman'ın röportajının ilgili bölümü...
-Güneş Taner geçenlerde Mecliste darbeleri araştırma komisyonuna 28 Şubat döneminde Ülker grubuyla ilgili çok enteresan bir hikaye anlattı.
-Basketbol takımıyla ilgili. Orhan var bizim enişte. Güneş Taner ne söylüyor diyor bana. Bilmiyorum dedim, seninle arasında geçti. Sen başkandın kulüpte.
-O dönem Ülker grubuna teşvik vermiyor asker. Sonuçta basket Ülker'in basket maçında insanların eline Türk bayrağı vererek sizin ne kadar vatanperver olduğunuz kanıtlanıyor ve yasak delinmiş oluyor.
-Önce şunu söyleyeyim. Geçmişe değil ileriye bakmak lazım. Ben işimde de, politikalarda da her zaman yarın ne olur, ben ne yapabilirim, nasıl muvaffak olabilirim ona bakıyorum. Burada geçen bir hadiseyi anlatayım. Bu odadaydık. Bir bayram öncesiydi.
-28 şubat dönemi mi?
-Evet. Bizde adettir, bayram kolisi yaparız. Hâlâ da yaparız. İşçilere de dağıtırız. Arkadaşlara da veya iş yaptığımız insanlara da göndeririz. Bayram kolilerini dağıtmanın çok etkili bir jest olduğunu, mutlu bir an olduğunu da biliyoruz. Biz tabii askeri erkâna da gönderiyoruz.
-Çevik Bir'e mi gönderdiniz koliyi?
-Paşaların hepsine gönderdik. Götüren adam döndü geldi, suratı asık böyle. Efendim, almadılar dedi. Hiçbir yerden hediye almıyorlarmış. Çevik Paşa size bir mektup gönderdi dedi. Açtım zarfı. İçinde kendi el yazısıyla yazmış. "Hediyeyi alamıyoruz, karargâhta böyle bir kararımız var. Yalnız yanındaki adamlara dikkat edin" diyor. Altında bir mektup daha. Açtım bizim paketleri götüren adam yazmış. Beş dakikada telaşla karalanmış bir yazı. Bizim kolilerle beraber onu da vermiş Çevik Paşa'ya. Paşam diyor, ben bunların yanındayım, bunlar şöyle kötü adamlar, böyleler, zart zurt. İhbar mektubu. Adamı çağırdım birkaç gün sonra. Bir dilekçe yazdırdım. İki mektubu yan yana koydurdum. Aynı yazı. Adamın yüzü bile kızarmadı. Gönderdim adamı.
-Ne dediniz?
-Biz hırsıza hırsız, kötüye kötü demeyiz. Dersen bir kere yüzgöz olursun. İkincisi sen de kötü olursun. Geride kalana aman o kötü örnekti, siz iyi olun deriz. Bana hainlik yapan bir adam varmış. Çevik Paşa bana onu ifşa etti diye memnun oldum. 28 Şubat'ta Genelkurmay başkanı kimdi?
-28 Şubat'ta İsmail Hakkı Karadayı.
-Onun sınıf arkadaşı, onun damadı filan biz arkadaştık. Onlar dediler ki ya Çevik Paşa ile bir görüşsene. Görüşeyim dedim.
- Ne diye? Anlat kendini. Biz iyi insanlarız diye mi?
-Evet. Biz seni tanıyoruz yani dediler. Nereden çıkıyor bu işler filan. Peki görüşelim. Bir otele gittik. Şehrin içinde butik bir otel. Paşa da geldi oraya. Baktı bana, "Murat sen misin?" dedi. Evet benim. Dedi "Sen o musun?" Dedim ya benim. "Sen hep böyle mi geziyorsun?"
-Sarıkla mı gezeceğinizi düşünmüş?
-Bilmiyorum. Herhalde öyle bir zehaba kapıldı. Paşa dedi ki, "Ya ben çok inançlı biriyim, öyle bir şey yok. Biz yaptığınız işleri takdir ediyoruz." Şudur budur. Peki paşam. "Ayrıca bak ben de Müslümanım" dedi. Çıkardı cebinden bir muska. "Ben bunu cebime koymadan çıkmam dışarı" dedi. Dedim benim batıl inançlarım yok, böyle şeylere inanmam.
-O dönemde başka neler yapmak zorunda kaldınız?
-Ben size teşvik hikâyesinin aslını anlatayım. Konuşulduğu gibi Güneş Taner çözmüş filan öyle bir şey yok. Onlar da yapmışlardır, Orhan Bey'le konuşmuşlardır, etmişlerdir. Ama işin aslı şu. Bizim yabancılarla ortak bir tesisimiz var. Yatırım yapılıyor. Teşvik belgesi revize edilecek, makineler gelecek. Teşvik belgesi Ankara'ya gitti gelmiyor. Normalde hemen gönderirler. Yok. Yabancılar soruyor, adamlar makine gönderecek, yatırım yapılacak. Adam nezle olmuş dedim. Üç dört ay sürdü nezle. Gülmeye başladı yabancılar artık. Bunun üzerine sıkıştırdım.
-Nereden gelecek teşvik belgesi, Hazine'den mi?
-Normal belge Teşvik Uygulama'ya gidiyor, vize olup geliyor. Standart bir uygulama. Bizimki gelmiyor, belge kayıp. Adam gönderiyorum, baksın diye. Diyor ki, "Bilmem ne hanımı gördüm. Çantasından beni görür görmez Ülker çıkardı. Bak bende problem yok diyor" Memleketin hali bir acayip o zaman. Böyle bir kim vurduya gidiyor iş. En sonunda sıkıştırınca belge geldi. Postaya vermişler. Normalde vermezler postaya. Aldım, baktım, belgede hiçbir şey yazmıyor.
-Nasıl yani?
-Mühür var, imzalar var, yazı kısmı boş. Şüphelendim, belgeyi çevirdim güneşe. Yazıyor. Yani birisi almış vize yazısını daksillemiş. Bunu kim yapmış? O mührü atan, damgayı vuran adamların bunu yapması söz konusu değil. Adamların imzası var zaten altında. Orada belgeyi postaya veren memurlardan birisi daksillemiş vermiş ki çok büyük cesaret. Bunu ilk defa size söylüyorum. Netice ben bu belgeyi aldım, hemen Hüsamettin Özkan'a gittim, başbakan yardımcısı. Hüsamettin Bey böyle bir şey var, bu bir rezalet. Bunu yabancı ortak duysa dedim, memleketin itibarı ne olur. Mühür, imza var, memur daksilliyor. Anladım dedi. hemen düzelttiler, verdiler. Teşvik hikayesi de budur.
-O bayrak mayrak meselesi...
-Benim işim değil. Ben Ülkerspor'un başkanlığını bir yıl yaptım. Onda da şampiyon oldum çok şükür. Bayrak mayrak bilmiyorum. Ama bayrak olsa ben her yere asarım. Teşvik hikâyesi bu. Başka teşvik hikâyesi yok.
-28 Şubat döneminde TSK bağlantılı birçok vakfa para aktarmak zorunda kalmanız ödediğiniz bedellerden biri miydi?
-Yo, bir kere ben sormuştum. Bu işin önderlerinden bir Paşaya, şimdi de konuşan, fikir zerk eden... İsmini boşver. Bana dedim haber gönderildi Ülker de bir şey yapsın. Memlekette kimin yanında olduğunu göstersin filan. Dedim ne yapabiliriz? Mesela dediler ilan verseniz.
Peki yaparım ama şöyle bir şey var. Ben 150 bin tane bakkala gidiyorum, mal dağıtıyorum. Siz bakkalları tanıyorsunuz. Benim işimin hacmini biliyorsunuz. Bu ilanı versem, 28 Şubat'ı desteklesem bakkal amca küsmez mi dedim. Çünkü onlar da biliyorlar ki halkın çoğunluğu demokrasiden, özgürlükten yana. Ben de bir ticari firma olarak böyle bir şey yaparsam ticaretim zarar görür. Bakkal amca bana küsmez mi? Haa dediler, biz bunu görüşelim dediler. Bir hafta sonra dediler ki sen doğrusunu yapıyorsun, bakkal amcayı küstürme dediler.
-Para yatır şu vakfa demediler mi?
-Yok ya, kimse öyle bir şey istemedi. Sabri Bey'in kendisi dedi. "Oğlum biz zekât veriyoruz. Ben çok üzülüyorum, Güneydoğu'da çocuklar kolsuz bacaksız kalıyorlar. Bunlara bir protez falan yapsak, böyle bir şey bulsak, onlara yardımcı olsak. Genç çocuklar, bunların hayatları, nasıl devam edecek?" dedi. Peki, bakayım ben dedim. Gittim Milli Savunma Bakanlığı'na. İsmet Sezgin'den randevu aldım. Konuştum, anlattım. Dedim İsmet abi böyle böyle. Sabri Bey'in böyle bir arzusu var. Tamam, ben konuşayım paşalarla dedi. Bir rehabilitasyon merkezi kuruluyormuş. O zaman iyi bir para verdik. Hatta Milli Savunma Bakanlığı'na çağırdılar beni. Çeki ben götürdüm. Orada bir seremoni yaptılar. Paşalar geldiler. Ama Sabri Bey bana tembih ettiği için, İsmet abi dedim bu verdiğimiz para Sabri Bey'in zekâtıdır. Ona göre, böyle bir işe harcayacaksınız dedim. Biz Müslüman değil miyiz biliyoruz zekâtın ne olduğunu dedi.
-O dönemde yönetim kurullarınızda paşalar yer aldı mı?
-Yok, kimse öyle bir şey istemedi. Kimse şuraya bağış yapın demedi. Kimse şu yönetim kuruluna şu paşayı alın demedi. Bunları yazanlar, çizenler ya kendi gölgesinden korkanlar yahut da diğerlerini korkutmak için yazanlar. Böyle bir şey yok. Ben akıl ettim. Yaşar Büyükanıt'a gittim. O da bir Fenerbahçelidir. Konuştuk ettik, görüştük. Aslan Paşa vardı istihbarat başkanı. Şimdi Harp Akademileri'nin başında. Onunla da konuştuk o zaman. O gün Hrant Dink vuruldu hatta. Aslan Paşa kitap kurdudur. Ona bir takım güzel kitaplar da götürmüştüm. O da bana kitap vermişti. Yaşar Paşa'ya da Ülker'in büyüklüğünü, durumunu anlattım. O bana "Bir şey var mı yapabileceğimiz?" dedi. Mal alıyorlar, almıyorlar filan. Paşam dedim. Benim mallarımı siz kantinlerde satamazsınız.
-Neden?
-Benim mallarım pahalı. O kantinlerde ucuz mal satıyorlar. Ucuz malı belki pahalı satıp para kazanıyorlar. Döner sermaye yapıyorlar. Bütün kantinler öyledir. Ama bir problem yok. Çünkü terhis olduklarında Ülker yiyorlar. Her yerde var çok şükür. Çok da satılıyor. Böyle bir iyi görüşmemiz olmuştu. Sonra Tolon Paşa'dan randevu aldım. Selimiye'de komutan. Gittim. Başka bir işadamı daha vardı. İkimiz beraber gitmiştik. Sen dedi hangi Murat Ülker'sin? Paşam dedim şu meşhur olan. "Ha" dedi, "Sabri Bey'in oğlu musun? Babanı tanırım" dedi. Üç beşten sonra, "sen" dedi "Tayyip Erdoğan'ı tanıyor musun?" Paşam dedim Tayyip Erdoğan şu kadar zaman İstanbul'da belediye başkanlığı yaptı. Ben de burada işadamıyım. Onu bırak dedim kendisi şimdi başbakan. Ne demek tanıyor musun? Tanımayı bırak dedim, destekliyorum. Herhalde o konuşma ona ters geldi ki, öyle bakınca dedim, ben ondan önceki hükümeti de destekliyorum. Ben işadamıyım. Türkiye'de ticaret yapıyorum. Bundan sonra gelecek hükümet kimse onu da peşinen destekliyorum dedim. Sonra biraz konuştuk. Bu şehit cenazelerinde falan namaza duruverseniz ne olur.
-Çok güzel demişsiniz.
-Ayrı yerlerde oturuyorsunuz, ayrı servislerle gidip geliyorsunuz dedim. Halkın içine giriverseniz dedim. Böyle konuştuk karşılıklı, güzel bir sohbet oldu.
-Tolon Paşa ne dedi, haklısınız böyle yapmalıyız dedi mi?
-Orada abdest alınacak sanıyordum dedi. Nasıl postalı, üniformayı çıkarayım dedi.
-Ha cenaze namazını o yüzden kılmıyor!
-Şimdi öğrendim dedi. Önceden abdest alıp gidiyorum, kılıyorum namazlarını dedi.
-Ne kadar yabancılaşmış bakar mısınız?
-Ama sen milletin paşasını da aşağı düşürme.
-Bırakın Allah aşkına Murat Bey.
-Başka bir şey anlatayım. Aydınlık bir yazdı o dönem. İşte irtica şemaları, şunlar bunlar. Mahkemeye verdik, Dedik ki yok böyle bir şey. Sabri Bey'in adını koymuş. Mahkemede dedi ki Aydınlık, "Efendim biz bunları Genelkurmay'dan aldık". Hakim dedi ki 'yazın, Genelkurmay'a sorun. Genelkurmay böyle bir şey yapıyor mu?' Aydınlık, "Hakim taraf tutuyor, reddi hakim talep ediyoruz" dedi. Bir üst mahkemeye gitti. Reddi hakim talebi bozuldu aynı mahkemeye geri geldik. Hakim tekrar yazdı Genelkurmay'a. Genelkurmay'dan cevap geldi. Yaşar Büyükanıt'ın imzasıyla. Dedi bizde böyle bir bilgi yok. Biz bunları dosyalamıyoruz, araştırmıyoruz. Biz böyle bir şey vermedik. Mahkeme de Aydınlık'ı mahkûm etti. Ben icra etmedim, iyi bir tazminattı. Aydınlık da kapattı kaçtı. Sonradan Doğu Bey ile görüştük. O bizim PR çalışmalarına falan katıldı sonradan. İnsanlar birbirini tanıyınca, yüz yüze küfretmek olmaz. İkincisi ben de kötü bir adam değilim. Adam beni tanıyınca niye benden hoşlanmasın. Ondan sonra Cumhuriyet Gazetesi de bir yazı yazmıştı. Verdik mahkemeye. Mahkemeyi kazandık, iyi bir tazminat kazandık. Avukat zaten arada bir, bir torba geliyor elinde. Naylon torba, içi para dolu. "Sabri Bey'e bunu ver" diyor. Ne bu? Diyor "Şu kadar milyar tazminatlardan aldık, helal para." Davayı kazandığımız dönemde Cumhuriyet'in yazarlarından birisini vurdular. Adını hatırlayamadım şimdi.
-Onat Kutlar olmalı.
-Yargıtay'da sözlü savunma yapılacak. O yazar vurulunca memlekette yer yerinden oynadı. Biz de dedik ki biz bu savunmada haklı olduğumuzu biliyoruz. Burada bu savunmayı yaparsak bunu alacağımızı biliyoruz. Ama bu kadar üzüntülü bir günde, Cumhuriyet ailesi bu kadar üzgünken bunu yapmak istemiyoruz. Vazgeçtik davamızdan ki kazanmıştık. Sonra ben İlhan Selçuk'tan Cola Turka hakkında tebrik aldım.
-Yanlış mı hatırlıyorum. Siz 28 şubat döneminde Cumhuriyet Gazetesi spor ekine sponsor mu olmuştunuz?
-Bütün gazetelere hala sponsoruz.
-Şu anda ordu kantinlerde Ülker var mı?
-Var. Onlar almak istiyorlarsa, ben satmak istiyorsam her zaman var.
-Ne zamandan itibaren bu yasak delindi?
-Resmi olmayan bir yasağı soruyorsun. Olmayan bir yasak nasıl delinir. Yok ise olmamıştır.
-Israr ediyorum ve soruyorum.
-Cevap veremem. Hekimlerin hasta gizliliği gibi bizim de müşteri gizliliğimiz var.
-AK Parti iktidara geldikten ortalık yumuşadıktan sonra mı, hadi gelsin mallar dendi?
-Ak Parti iktidara geldikten sonra ortalık yumuşamadı ki. Epey bir kavga gürültü oldu. Hatırla.
-Peki. Bu mahkemeler filan... Süngü düştükten sonra mı girdiniz kantine?
-Süngünün düştüğünü duymadım. Süngüsüz tüfek ne işe yarar. Düz bir av tüfeği olur o zaman. Türkiye Cumhuriyeti'nde, Türkiye Cumhuriyeti'nin ordusunda, Ülker gibi bir firmadan ben mal almam diye resmen yazı yazacak, söyleyecek adam yok. Olamaz da.
-Gayri resmi olabilir.
-Gayri resmi herkes söyleyebilir.
-O dönemde asker sizin reklamlarınızı ve ilanlarınızı merkez medyada yayınlanmaması doğrultusunda bir takım çabalar içine de girdi mi?
-Öyle bir şey olmadı. Bu 28 şubat insanların muhayyilesinde olan psikolojik bir şey. Böyle bir şey yok.
-Nasıl yok?
-Höt dersen yok. Karanlıktan korkuyorsan her yer karanlık. Karanlıktan korkmuyorsan karanlık yok.
-Çok höt diyebildiniz mi onlara?
-Ben hiç kimseye eyvallah etmedim, etmem de. Kötü bir huyum vardır. Bilirler arkadaşlar.
-Yapabildiyseniz aferin. Ne yaptığınızı söyleyin.
-Yapmasam burada taş taş üstünde kalmaz. Herkes bir şey alır gider o zaman. Deniz Baykal'ı görmeye gittim. Yeni MKYK seçilmiş, toplantıları vardı.
-Baykal genel başkanken.
-Tabii tabii. Bekledim. Sonra baktım bitmeyecek toplantı. Ben çıkıyorum dedim. Sonra duymuş, çıktı toplantıdan. Aman dedi gelsin. Çıktım yukarı. Kusura bakma, MKYK dedi. Biliyorum. Nasılsın, ne yapıyorsun, işlerin nasıl falan. Anlattık. Ama bir şey söyleyeceğim dedim. Bu sizin konuştuklarınız, muhalefet üslubunuz, yaptığınız şeyler dedim uymuyor dedim benim gördüklerime. Nedir o? Dedim arkadaşlarınız gensoru veriyorlar mecliste veya neyse adı. Efendim burada meclisin kantininde Ülker yoğurdu nasıl satılır? Başbakan bunun distrübütörü değil mi?Ya dedim böyle bir politika olur mu? Nasıl dedi? Benim yoğurdumun sizin politikanızla ne alakası var?Ayrıca başbakan koskoca adam. Benim distrübütörüm değil ki, böyle bir şey yok ki. Aa dedi haklısın.
-Distribütörlük ta belediye başkanlığından kalma bir şey.
-O zamanda kendisi gerçek manada bir distrübütör değil. Aktif çalışan bir distrübütörün ortağıydı. Her işin bir üslubu var. Ondan sonra "Çok özür dilerim. Böyle bir şey olmadığını arkadaşlara izah ederim" dedi. Hâlâ da ben Deniz Bey'e birini gönderirim, gördükçe de bir yerde ne mallar yapıyorsun, ne ediyorsun diye sorar, ilgilenir. Niye, çünkü ben Deniz Baykal için de bisküvi yapıyorum.
-O dönemde mütedeyyin ve muhafazakâr kesim size pozitif ayrımcılık yaptı mı?
-Bilmiyorum. Nasıl hissedebilirim. Nasıl ölçebilirim.
-İlanlardan, reklamlardan, haberlerden, satıştan...
-Diyorum ya size 28 Şubat var, bana yok. Karanlıktan korkmuyorsan 28 Şubat yok.