Hicretin 5. Yılında Kureyş müşrikleri, Arap yarımadasındaki bütün gayr-i Müslimleri yanlarına çekip, Medine site devletindeki Müslümanların aleyhine harekete geçirerek, akılları sıra, kesin olarak tenkil edip imha etmek işini planlamışlardı. İslamiyet karşıtı bütün kabileler bu koalisyona dahil olmuşlardı. Hatta Medine’de yaşamaları itibariyle Müslümanlarla aynı kaderi paylaştıklarına dair (Meşhur Medine Antlaşmasında) kesin akitleri bulunan Beni Kureyze Yahudileri de bu koalisyon kuvvetlerinin, Müslümanların işlerini bitireceği fikrine kapıldıklarından daha sonra onlar da, hıyanet edip düşman saflarına geçmişlerdi. Böylece birleşik düşman askerleri, on iki binden fazla olmuşlardı. Halbuki Müslümanların sayısı üç bini geçmiyordu.
Bütün bunlara karşı, Peygamber Efendimiz (S.A.S.) Medine çevresine Hendek kazdırıp çıkan toprağın arkasına askerlerini mevzilendirdi. Bir ay kadar süren kuşatma sırasında yardım alamayan Müslümanlar iyice bunaldılar. Allah Taâlanın gönderdiği soğuk fırtına düşman güçlerinin çadırlarını söktü, ateşlerini söndürdü, karargâhlarını darmadağın etti. Canlarının derdine düşerek bütün koalisyon güçleri dağılıp gittiler. Görünmeyen ordular, Müslümanlara itminan veren Melâike ordularıdır.
İşte bu hususu ifade eden âyetlerde şöyle buyurulmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani birleşik ordular, üzerinize saldırmıştı da, Biz onlara karşı, bir rüzgar ve sizin göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptığınız her şeyi görüyordu. O vakit onlar hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözleriniz şaşkınlıktan ötürü kaymış, yüreğiniz ağzınıza gelmişti. Siz de Allah hakkında türlü türlü zanlar beslemeye başlamıştınız. İşte orada müminler çetin bir imtihana tâbî tutulmuş, şiddetle silkelenmiş ve kuvvetli bir şekilde sarsılmışlardı. Hani münafıklar ve kalblerinde hastalık (şüphe) olanlar: ‘Allah ve Resûlünün bize zafer vaad etmesi, meğer bizi aldatmak içinmiş’ diyorlardı. Bir kısmı ‘Ey Yesribliler! Burada düşmana karşı koyamazsınız, mevzilerinizi bırakıp evlerinize dönün’ diyordu. Onlarda bir başka bölük: ‘Evlerimiz korumasız!’ diyerek Peygamberden izin istiyorlardı. Halbuki gerçekte evleri tehlikeye maruz değildi, onlar sadece savaştan kaçmak istiyorlardı. (Hicrete kadar Medine’nin ismi Yesrib idi. Daha sonra Medinet’n-Nebî= Peygamberin Şehri oldu.) Demek Medine’nin her tarafından hücum edilseydi ve kendilerinden İslam’dan dönmeleri istenseydi, hiç tereddüt etmeksizin, bunu derhal yaparlardı’ Halbuki daha önce, düşmandan kaçmayacaklarına dair Allah’a yemin ederek, söz vermişlerdi. Allah’a karşı verilen ahitlerin hesabı elbette sorulacaktır. De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak asla size fayda vermez. Faraza başarsanız bile hayatta kalacağınız süre, nihayet çok sınırlıdır. De ki, ‘Allah size bir felâket dilese, sizi Allah’a karşı korumak kimin haddine düşmüş? Yahut o size bir rahmet dilese, bunu kim engelleyebilir ki? Onlar, kendileri için Allah’tan başka ne bir koruyucu, ne de bir yardımcı bulmazlar.” (Ahzab Suresi, 9-17)
Bir benzetme yapacak olursak: Hendek Savaşında, İslamiyete karşı birleşmiş Gatafan, Eşca, Mürre, Fezare, Süleym, Sa’d ve Esed kabilelerinin koalisyon güçlerine karşılık neredeyse bütün siyasî partileri, havuz medyasını, orduyu, istihbaratı, polis gücünü ve mahkemeleri yedeğine alıp, milletimizin vergilerinden meydana gelen devletin para gücünü de kullanarak Hizmeti yok etmeye çalışan bir iktidar var. Mustafa Balbay’ın mahkeme kayıtlarına geçmiş notlarına göre, çok öncelerden İslamiyetin Hizmetin cibilli düşmanları Hizmet’e öyle bir darbe indirmeyi düşünüyorlardı ki, bir anda bir vuruşta tuş edilsin… Daha sonra da bir daha ayağa kalkmaması için durmadan ölümcül yumruklar aralıksız indirilip durulsun. Planları böyleydi. Hendek Savaşındaki manzarayı anlatan bu ayetlere göre: İçten de münafıklar durmadan fitne fesat çıkarmaya devam ediyorlardı. Her an döneklik yapacak zayıf karakterlerin çıkardığı problemler de cabası!.. Dıştan, içten, alttan üsten gelen tehlikeler Müslümanları o günlerde öyle sarmalamıştı ki, gözler dönmüş, yürekler ağızlara gelmiş, bazılarında Allah (c.c.) hakkında bile hiç beklenmedik zanlar oluşmuştu. Gerçekten müminler çetin bir imtihana tâbî tutulmuş, müthiş şekilde sarsıntı geçirmişlerdi. Ama Cenab-ı Hak, merhametiyle bütün tehlikeleri ber taraf ederek sürpriz şekilde onları korumuş ve kollamıştı.
Bugünlerde içinde bulunduğumuz sıkıntılara, ihanetlere bakacak olursak, çok büyük benzerlikler görüyoruz. Bütün bunlar, benzer bir imtihan olduğundan şüphemiz yok… Büyüğümüzün ta başında dediği gibi: “Başımıza sardıkları bu plânlı ihanet ve musibetlerin, inşaallah Cenab-ı Hakkın üzerimizden hiç eksik etmediği inayetiyle, bir gün sürpriz bir şekilde def ve ref olacağına dair kuvvetli bir inancım var! Cenab-ı Hak başlattığı hayırlı bir Hizmeti böyle arızalarla bitirmez!”