M. Fethullah Gülen Hocaefendi; “Mirasçının ikinci vasfı, ikinci dirilişin en önemli iksiri sayılan AŞK’tır. Gönlünü Allah’a iman ve O’nun marifetiyle onarmış, donatmış bir insan, derecesine göre bütün insanlara, hatta bütün varlığa karşı derin bir muhabbet ve engin bir AŞK duyar; duyar da bütün ömrünü, topyekün varlığı kucaklayan aşkların, vecdlerin, cezbelerin, incizabların ve ruhânî zevklerin gelgitleri arasında yaşar. Her dönemde olduğu gibi, günümüzde de BİR ULU DİRİLİŞİ GERÇEKLEŞTİRMEK için, yepyeni bir anlayışla, gönüllerin aşkla coşup, şevkle köpürmesine ihtiyaç var. Zira aşk olmadan, netice itibariyle kalıcı hiçbir hamle ve hareketi gerçekleştirmek mümkün değildir.” diyor.
Muhabbet ve aşk, Cenab-ı Hakkın VEDÛD isminin tecellisidir. Vedûd ismi eğer cansızlıktan tecelli ederse, câzibe olur. Her atom zerresinde bir câzibe (çekim) vardır. Bütün kainatta ise umumî câzibe kanunu cereyan etmektedir. Canlı ve şuurlu varlıklarda bu ismin tecellisi muhabbet ve aşk olarak kendisini gösterir. İnsan kainatın çekirdeği olduğu için aslında insanın kalbinde kâinat kadar bir aşk yerleşmiştir… Netice itibariyle çekirdek bütün ağaca müteveccihtir. Hakiki mânada inkişaf etmiş bu muhabbet duygusu Hocaefendinin dediği gibi: “Gönlünü Allah’a iman ve O’nun marifetiyle onarmış, donatmış bir insan, derecesine göre bütün insanlara, hatta bütün varlığa karşı derin bir muhabbet ve engin bir aşk duyar; duyar da bütün ömrünü, topyekûn varlığı kucaklayan aşkların, vecdlerin, incizapların ve ruhanî zevklerin gelgitleri arasında yaşar.”
Üstad Hazretleri “Hayat bir hareket ve faaliyettir, şevk ise matiyyesidir (bineğidir).” diyor. İnsan hayat mücadelesine, hizmet faaliyetlerine giriştiğinde aşkını, şevkini ve iştiyakını kıran engellerle karşılaşır. Bunları aşması, aşkını ve şevkini tazelemesi için mânen beslenmesi gerekir. Evet “Cenab-ı Hakkın hoşnutluğunu, yaratılışın gayesi kabul edip, hep O’nun rızasını avlamaya çalışmak çerçevesiyle sunacağımız İLÂHÎ AŞK, sınırsız ve sırlı BİR GÜÇ KAYNAĞIDIR. Yeryüzü mirasçıları bu kaynağı ihmal etmemeli, onu köpürte köpürte yaşamalıdırlar.”
Biz aşkı, Batı anlayışı içinde madde televvünlü boyutları ile yaşayacak değiliz. Bilâkis: “Biz varlığa, varlığın kaynağına, KİTAP ve SÜNNET adesesiyle bakacak, Yaratan’a karşı gönüllerimizde tutuşturduğumuz sevgiyi, aşk ve hummayı, O’ndan ötürü, bütün varlığa karşı duyduğumuz alâkaya bu iki kaynağın (Kur’an ve Hadislerin) dengeleyici prensiplerine ve metafiziğe açık enginliklerine sığınarak gerçekleştireceğiz. (…) Bu İKİ AK KAYNAK, gönül erleri için birer aşk ve şevk fevvâresi, birer cezb ve incizab madenidir. Onlara duygu safveti ve ihtiyaç tezkeresiyle müracaat edenler boş dönmez, onlara sığınanlar da ebedî ölmez. Elverir ki, sığınanlar bir Gazalî bir İmam Rabbanî, bir Şah Veli bir Bediüzzaman derinlik ve samimiyetiyle sığınsın; bir Mevlânâ, bir Şeyh Gâlip, bir Mehmed Âkif heyecanıyla yaklaşsın; bir Hâlid, bir Ukbe, bir Salahaddin, bir Fatih ve bir Yavuz iman ve aksiyonuyla yönelsin… evet, bunların köpük köpük bütün zamanları ve mekanları saran aşk ve şevkini, çağımızın üsûl, üslûb ve metodlarıyla harman yaparak, Kur’an’ın devirleri aşan ve eskimeyen ruhuna, dolayısıyla da EVRENSEL BİR METAFİZİĞE ulaşmak bizim ikinci adımımızı teşkil edecektir.”
M. Fethullah Gülen Hocaefendinin ifade ettiği bu EVRENSEL METAFİZİK, herhalde, kâinatın nabzında atan, Kur’an’ın kainat kitabından okuyup bize tercüme ettiği bir metafizik olsa gerek… Risale-i Nur’un metod ve üslûbunda olduğu gibi, semâvî hakikatlara inanan hiçbir anlayış sahibinin reddedemiyeceği, bilakis kabullenip yanında yer alacağı evrensel bir metafizik anlayışı… Altı iman esasını, Kur’an’ın makuliyet ölçüleri içinde, akla, mantığa ve kâinat gerçeklerine dayandırarak anlatma gayreti… Aslında beş vakit namaz ve namazdaki, kıyam, rüku, secde ve tahiyyat için oturuş bilhassa namazın her tarafında tekrar edilen tekbir, tahmid ve tesbih, bilhassa güneşin doğup batışına göre ayarlanan vakitleriyle kâinatla tam bir bütünleşme demektir. Meleklerin bir kısmı sadece kıyamda (ayakta) Allah’a ibadet etmektedir. Bir kısmı sadece rükuda… Bir kısmı sadece secdede… Bir kısmı da sadece kuûdda (oturarak) ibadet etmektedirler. Meleklerin bir kısmı sadece Allahü Ekber diyerek, bir kısmı sadece Elhamdülillah diyerek, bir kısmı da sadece Sübhanallah diyerek Allah’ı zikretmektedir. Ağaçlar ayakta gibi, dört ayaklılar rükuda gibi, sürüngenler secdede gibi, dağlar da oturuyor gibi ibadet etmektedirler. Biz ahsen-i takvim olarak yaratılan insan ise, bütün bunların duruşlarını, hareketlerini ve zikirlerini hepsini birden namazda icrâ ve ifade etmekteyiz… Yani bir nevi kainatla bütünleşmekteyiz.
Zaten Üstad Hazretleri, Ettehıyyâtünün tefsirinde, Efendimiz Muhammed Aleyhisselamın Mirac’ta okuduğu Ettehıyyatü, Elmübarekatü, Essalavatü ve Ettayyıbâtü kelimelerinin, toprak, su, hava ve nur unsurlarının zikirlerine işaret ettiğini, yani bütün elementleri, unsurları içine alan dört unsurun zikir ve teşbihlerinin Mirac gecesinde kainat namına Cenab-ı Hakka takdim ettiğini anlatıyor. Namaz da müminin miracı olduğundan, her namazda kainatla zikirde, duruşta ve hareketlerde birlikte hareket ederek bütünleşmiş oluyoruz…
Abdullah Aymaz